Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '13

 
Kategori
Sinema
 

Kopimizm dininin son örneği Benim Dünyam filminin ayrımcı dili

Kopimizm dininin son örneği Benim Dünyam filminin ayrımcı dili
 

Benim Dünyam filminin ilk haberleri sızdığında heyecanlanmıştım. Çünkü bu tür yapımların toplum algısında ki yanlışlıkları ortadan kaldırmada önemli işlevler taşıdığını düşündüğüm için önemsiyorum.

Öykünün kısa tanımından Helen’in hayatından yola çıkılarak bir iş yapılacağını anladım sonra. Özgün bir çıkış olmadığının ilk sinyaliydi bu.

Yıllardır Helen Keller’ın hayatı üzerinden yol alınır. Sadece sinemada değil, birçok yerde. Türk sineması da “Benim Dünyam” ile bu kervana katılıyordu.

Bu noktadan sonra benim için nasıl bir yorum katılacağı önemliydi.

Ardından kareler geldi. Gelen karelerin Black olduğunu anlamamda uzun sürmedi. Engelli sineması adına yapılan her şeyi takip edince doğal olarak anlamanız da uzun sürmüyor.

Her ne kadar konu Helen’in hayatı olunca benzerliklerin olması çok doğal olsa da, netice de 1962-ABD The Miracle Worker yapımını da izlemiş biri olarak Black filminin kendine ait kurduğu özellikleri fark etmemek mümkün değil.

Benim gibi birçok kişide aynı düşünce oluşmasına rağmen yapımın kendisinden basına sızansa bizim nameleriydi ilk başlangıçta.

Sonra Hintli yönetmen Sanjay Leela Bhansali’den ses geldi.

O karelerin Black olduğu yönetmenden ses gelmeseydi birçok insanın sessizliğinde kalacaktı.

İşte sorunda burada başladı, en başından paşa paşa söylenseydi hiçbir karmaşa olmayacaktı. Söyledik ama anlaşılmadı dense de tabloda gördüğümüz bu olmadı. İş anlaşılınca biz söylemiştik kıvırması gördük sadece.

Bunun benzerini Özcan Deniz Evim Sensin ve Ya sonra filmlerinde yaptı. Her ikisi de kendine ait öyküler olmadığı halde uzun süre benim dedi iş anlaşılınca da kıvırdı.

Üstelik parasını ödedikleri işlerde de bunu söylüyorlar. Parasını ödedik eser anlaşılmaz millet yer nasılsa eser sahibi de parasını aldı sussun.

Yok öyle bir şey telif ve fikir emekçiliği meselesini ucuzlatamazsınız.

Eskiden de yapılıyordu kimsenin ruhu duymuyordu söylemleriyle aklanmaya çalışmak da ayrı bir komedi.

Emek hırsızlığı hangi halde yapılırsa yapılsın hırsızlıktır. Parasını ödeyip iş anlaşıldıktan sonra biz yaptıkla ortalara çıkmak düşünceyi masumlaştırmıyor.

Açıkça parasıyla aldık uyarladık ya da remake ( yeniden bire bir yapmak) yaptık demek emin olun ayrıcalık sağlar işinizi gölgelerden kurtarır. Saygınlık kazandırır. Tersi ise Kopimizim dinine hizmettir.

Tüm bunların gölgesinde olmamasını dilerdik ama reklamın her hali mubahtır “Evim Sensin” gibi kucaklanırız rakip yıpratması edebiyatına sığınılsa da tek gerçek ister Benim Dünyam olsun ister Black Helen’in hayat öyküsünün beyaz perdeye yansımış halidir.

Tek fark Black yorum katmış, ruh katmıştır Benim Dünyam ise o yorumu bile sindirememiştir.

Dediğim gibi engelli sineması adına yapılan işleri önemsiyorum. Her ne kadar remakede olsa orijinal filmi izlemiş hatta daha iyilerini de izlemiş olsam farklı bir yorum var mıdır beklentisi için de gittim, giderim.

Ancak ne var ki eski tas eski hamam. Eski algıda engeliye nasıl bakılıyorsa burada da öyle bakılmış.

Nasıl mı? Engelli olmak bir acıdır, mutsuzluktur.

Hani Beren Saat’in oyunculuğunu eleştirip diyorlar ya gözlerini devirmiş nerde Rani Mukherjee’nin oyunculuğu diye;

Üzgünüm ama bu Beren’in suçu değil ona öyle oynamasını salık veren yönetmeninin suçu.

Tüm filmin içinde salık verilen ana tema neyse Beren’e giydirilende odur.

Doğal olarak da Beren’in yüzünde hep bir üzüntü, mutsuzluk hakimdi. Başarılarını bile sevince dönüştürürken vücut dilinde hep bir eksiklik vardı. Yarımlık.

Yani engelli bir birey algılarda nasıl acının yüzüyse, yarımlıksa filmde ki göze sokulan tema da buydu.

Oysaki diğer filmde neşeli bir görme engelli vardı, yüzü sürekli mutlu. Sevinçleri coşkulu, yürüyüşü paytak.

Yani ne Beren’in görme engellisi ne de Rani Mukherjee’nin  görme engellisi yaşamın içindeki örnekler.

Kafadaki algılar içinde yansıtılmış engelli profilleri.

SAĞLAM DÜNYA'NIN "BENİM DÜNYASI"

Engelli farkındalığı yaratacak olan hangisidir denirse tabiî ki Black derim. Ama Black’ten daha iyilerini de izledim çok daha iyilerini görünce ve de engellinin nasıl yansıtılmayı beklediğini bilince “Benim Dünyam”için engellinin dünyası değil tamamen sağlam düşüncenin engellileri gördüğü dünyasından yansımalardır derim.

“Engelliler iyiliğe muhtaç bireylerdir” algısını pekiştiren hiçbir yapıma da üzgünüm ama harika diyemem.

Filmin tüm sahneleri, replikleri, kurgusu Black olsa da onların yorumunu sindirememiş Benim Dünyam kendine ait yorumuyla toplum algısında ki engelli anlayışını perçinlemiştir.

Gişeye oynadığı her halinden bellide olsa Uğur Yücel işin içinde olunca ve de Arabesk gibi Yeşilçam sinemasının engellilik kavramına başkaldırmış ilk filmlerden birinde oynamış birinin yorumunu da farklı bekliyorsunuz. Ne var ki öyle bir filmden sonra Yeşilçam mantığına haps olunmuş bir anlatımla karşınıza çıkıyor.

İşte bu noktada Uğur Yücel beni hayal kırıklığına uğratmıştır.

Çünkü çizdiği görme engelli, işitme ve dilsiz karakterin dışında Mahir Hoca karakterinde de acıma duygusu hakimdir.

Vicdanını aklamak, ablasının başına gelenleri önleyememiş birinin öğrencisinin başarısıyla vicdanını rahatlatma çabası hakimdir filmin bütününde.

Ve Ela’yla iletişimi tamamen acıma, şefkat üzerinde gitmektedir.

Evet, yer yer şiddet hakim görünse de şefkat acıma duygusuyla yaklaşım maalesef ki öğretmen-öğrenci ilişkisinde öne çıkan görüntüdür.

Black’te öne çıkan engellinin bir birey olduğu, herkes gibi ihtiyaçları olduğu bunun için mücadele etme gerçeğiyken burada o duygudan uzak bir yaklaşım vardı.

Ve en önemli duygusal geçişi veren sahneler maalesef sönüktü.

Helen’in hayatında ki ışık suyla başlar. Black bunu o kadar iyi işlemiştir ki filmin en önemli sahnelerinden biridir.

Sudan korkan Michelle ve suyla korkusunu yendiği ve her şeyin başlangıcı olan sahne.

Dokunmanın önemini anlatan sahneler…

Ne Ela’nın, ne Mahir Hoca’nın heyecanını duyamadık bu sahnelerde. Çok sıradan yüzeysel bir sevinçle törpülendi o sahne.

Black’te ise iliklere kadar verilen bir duygu geçişi vardı.

Helen’i anlamak için çocukluğunu bilmemiz gerekiyor ama maalesef Benim Dünyam o bölüme özen göstermemiş. Orada ki duygular sahneler çok özensiz yapılmış su sahnesinde olduğu gibi.

Black filminin en büyük başarısı ise çocukluk evresinde öğretmeniyle olan iletişimini iyi yansıtmadır.  Benim Dünyam’da ki çocuk oyuncu başarılı başarısız ya da yanlış seçim söyleminde bulunmak istemiyorum bana göre Helen’in hayatının o evresi yeterince anlaşılmamıştır. Black filminde ki o sahnelerin sahiciliğinin Benim Dünyam da olmamasının nedeni de budur.

Anne rolünü canlandıran Ayça Bingöl bildiğimiz Cemile işte, bu da normal Türk aile motifinde engelli çocuğu olan annenin algısı da bu kadar olunca ortaya çıkanda bu.

Yani sahneleri şekillendiren yönetmenimiz ne verdiyse onu aldık.

Özetle Beren’i suçlamak kolay olan olunca Beren yapamadı Rani Mukherjee’nin Michelle’iyle  daha başarılı demenin kolaycılığı tüm kalemlere yansıdı.

Üzgünüm ama Beren kendisinden istenileni yaptı kendi yorumunu katmasını beklemeniz için öncelikle kendi yarattığınız oyuncular kadrosunda olmaması gerekir.

Popüler kültürün tüm anlamlarını yüklediğiniz ve öne çıkardığınız bir isimden sıra dışı bir şeyler beklemek bana çok anlamsız geliyor.

Sadece öğretilene konsantre olan, onla sınırlı kalan bir kuşaktan çıkmış oyuncuların yapabilecekleri bu kadar ve Beren Saat’te bana göre bu anlamda en iyisini yapmıştır öğretilenler ve istenilenler ışığında.

Ama Uğur Yücel’de ararım sıra dışılık özel yorum farklı bir bakış. Dediğim gibi bunu da bulamadım.

DİZİ MANTIĞI İLE SİNEMA YAPMANIN GÜVENSİZLİĞİNDE YATAN KÖRLÜK

Zaten filmin sunuş şeklinden ticari amaçlı bir iş olduğu ortada. Hadi mendillerinizi alın gidin naraları atan eleştirmenler, medya ve basın bültenleri, çok ağlayacaksınız sloganları, masum bir öpücüğün rüzgarına kapılarak engelliye cinsiyetsiz imajını pekiştiren bir yaklaşımı besleyerek Beren’i seks ikonuna çevirmeye çalışan magazin medyası, tüm televizyon kanallarında kör, sağır, dilsiz kızın hayatı diye tanıtılması, ha birde cicişlerin kavgası ve onlara yapılan ayrımcılık haberleri.

E tabii ne kadar kör sağır dilsiz denilirse ajite edilirse herkes daha çok üzülür daha bir acır psikolojisi.

Aslında bu söylemler dizi mantığıyla sinema yapmanın güvensizliğidir. Ve toplumu aşağılama. Türk toplumu acıyı sever salgısı sürdükçe ne dizi sektöründe ne de sinema sektöründe gerçek anlamda yol alabiliriz. Sadece ticari olarak alırız o da başarı değildir.

Ha bu arada filmin kendi içinde ki en büyük çelişkisi halkı sinemaya bu iğreti ayrımcılık yüklü ve suç unsuru taşıyan dille çekmeye çalışan tanıtımların (kör-sağır-dilsiz söylemi) aksine filmde engelli kelimesine 1952 yılında rastlıyoruz.

Henüz o yıllarda bu kavramlar kullanılmazken nedense bizim çevirimizde ihtiyaç duyuluyor.

Duyuluyor duyulmasına da orada da çuvallıyoruz. Delilik ve zihinsel engellilik aynı sınıfa alınıyor ve Mahir Hoca’nın ağzından etrafa saçılıyor. Akıl hastanesine, demir parmaklıklar arkasına gönderilmek üzere olan çocuk Ela için “Zihinsel” engelli de mi olmasını istiyorsunuz gibi bir söylemle zihinsel engellilik meselesine nasıl baktıklarını da göstermiş oluyorlar.

Zaman zaman da defolu anlamı taşıdığı için yasalarca da kaldırılan özürlü kelimesi kullanılıyor.

Hani deniyor ya yorum katılmamış aksine katılmış ama farkındalık sağlayacak yorumlardan uzak bilinen algıyı körükleyen yorumlar.

Daha pek çok şey.

BİR FİLME KONU OL AMA HEM GÖRME HEM DE DUYMADAN İZLE

Ama en büyük iki yüzlülük filmin doğasına aykırılık.

Engelli bir kadını anlatmasına rağmen altyazısı ve sesli betimlemesi olmayan ama onlar (bizler) için farkındalık yaratmak adına çıktığını iddia eden bir film. Bir filme konu ol ama hem görme hem de duymadan izle...

Üstelik filmin içinde işaret dilinin olduğu birkaç sahnede "normal" izleyici anlayamayacağı için altyazı kullanılmış.

Bu ne lahana bu ne perhiz.

Ve daha da kötüsü Yapımcı firmanın dernekler aracılığıyla kendilerinden talep edilen bu isteklerine verdiği cevap.

Maliyet bahanesi ile “dernekte izleyin” yaklaşımı.

Eliti, danteli rahatsız olmasın anlayışı ile sesli betimlemesi ve alt yazısı olmayan filmin her yeri farkındalık taşısa ne olur taşımasa ne olur?

Burada yapımcıyı tek başına suçlamıyorum çünkü sorumluluk işin içinde olan herkese aittir. Eğer anlayabilselerdi zaten engelliliği talep edilmeden yapılmış olurdu. İşin içinde olanlarda dile getirir hayata geçerdi.

En azından azınlık bir kopyayla belli bir zaman dilimi içinde...

Şimdilerde arka arkaya engelli filmleri geliyor. Ama engelsiz sinema hayata girmeden engelsiz filmler hayata geçse ne olur?

Olan şu olur engelli bedeni üzerinden rant.

Yeni keşf edilen bu durumu pofpoflayan medyaya ve onun kalemşörlerine de şunu söylüyorum bari bu konuda bilgi eksikliğinizle kirletmeyin ortalığı bizim aldığımız yolları da karartmayın…

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..