Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '09

 
Kategori
Yurtdışından Bildiriyorum
 

Köprü!

Köprü!
 

Bayrak işte...


Blog'daki yurtdışı Türkleri tartışmasına dair!

Dört nisan 1973 de Berlin Virschof hastahanesinde sabaha karşı yarı almancasıyla merakla sormuş annem; “ niye ağlamıyor? Bebekler doğunca ağlar! Çocuğum niye ağlamıyor doktor?”

“Merak etmeyin Frau Tınmaz oğlunuz sağlıklı, sadece birazcık kafası karışık, şaşkın! Olup bitenleri anlamaya çalışıyor. İsterseniz ağlatayım!” demiş doktor. Annem de sağlıklı olduğumu anlamak için “ağlatın lütfen!” demiş. bunun üzerine doktor popoma bir şaplak atmış.

Tabii ben de başlamışım ciyaklamaya, daha o zamanlar başlamışım doktor parmağı ile zıplamaya. Yani anlayacağınız dünyaya gözlerimi açalı bir dakika bile olmadan, ilk darbemi yemişim Almanlar’dan, hem de sonradan ölesiye seveceğim kadının talimatıyla. İşte feleğin sillesi diye buna derler. Bir anamdan, bir elin Almanından “hançerlenmişim” tam popomdan.

Bembeyazmış Berlin’in ‘73 nisanı. Buralarda nisan karı bir başka güzel olur derler. Yeni yeni açmaya çalışan kır çiçeklerini son bir kez örter soğuk beyaz. Kısa bir süre sonra yeşile ve baharın tüm renklerine bürünür şehir. Nisan karına inat, gökkuşağının güzelliğini bile soldurur bu kentin baharı.

Kimimiz baharda, kimimiz kara kışta; o yıllarda binlercemiz taşındık babalarımızın elindeki ana kucağında. Anadolu’nun bağrından kopup gelen milletim, memleketimin yeni elçilerini taşıyordu, yeni yuvalarına doğru. Saatlerce süren uğraşlardan sonra uçuruluyordu memlekete Cem’in, Sema’nın Halil’in, Hatice’nin geliş haberleri. Yeni dünyanın içine, yeni bir toplum yerleşiyordu artık. Kök salıyordu birinci kuşak!

Yüreğin kara kışı ”hasret” yerini bahara, umuda bırakıyordu. Bilinmez bir geleceğin korkusu ise, heyecan ile yer değiştiriyordu. Beşiklerde başka ülkelerde kök salmaya başlayan yeni bir milletin geleceği sallanıyordu.

Kimlik arayışı ile yoğrulmuşluktur ortak yanımız. Bizi bize anlatacak tercümanı ararken, tercümanlık hepimizin ortak mesleği oluvermişti. Yeni yeni altı boncuk saymayı öğrenmişken, devlet dairelerinin vazgeçilmezleriydik. “Oğlum! Doğru tercüme etsene söylediğimi!“ ya da ” kızım söylesene! Ne dedi? Yarısını yuttun yine!” ikazlarıyla öğrendik doğru tercüme etmeyi. Anlamayanlara kendimizi anlatmayı kundakta öğrendik anlayacağınız. Öğreterek öğrendik kimliğimizi. Dünyanın en büyük köprüsünü kurdu ana kucağındakiler. Urfa’yı, İstanbul’u Münih’e, Berlin’e bağladık. Birinci kuşaktan üçüncü kuşağa geçiş oldu bu köprü.

Gerçek köprüleri zaman, afetler ve yük sarsarken, bizim gibi soyut köprüleri ihanet, dışlanma ve hor görmeler salladı. Alamancı yakıştırması, sahipsiz benzetmesi, onursuzluk ithamları bu köprünün depremleri oldu.

Her sallanmada biraz daha sağlamlaştı temelimiz. Doğru, bir yanımız gurbet, bir yanımız sılaydı. Doğru, bir yanımız orda, bir yanımız burdaydı. Hem Mölln’de, hem Sivas’da yandı yüreğimiz. İki kültürün, iki dilin, iki ayrı milletin yarım insanları değil, tam elçileridir betimlememiz.

Ne orası dindirir hasretimizi, ne burası. Ne söylendiği gibi Alamancıyız ne de Yabancı. Dünya insanı kavramının evrimsel anlamda ilk aşamasıyız biz.

Bu aşamanın bir üstü; Robert Attila'ya sevgilerimle

 
Toplam blog
: 121
: 1814
Kayıt tarihi
: 29.01.07
 
 

Almanya'da doğdum. Haylaz bir öğrenciydim. 16 yaşımdan beri ticaretle ilgileniyorum. Şu anda büyük b..