Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '18

 
Kategori
Deneme
 

Kopuk Uçurtma

Büyüdükçe hayallerinin küçüldüğümü hissettin mi hiç? Ya da 13-14 yaşında gür çıkan sesinin yıllar geçtikçe cılız bir ıslığa dönüştüğünü? Hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini öğrendin mi, ‘sıkı dost’larını ‘eski dost’luğa terfi ettirdiğinde? Sevdiğin biri öldüğünde, zamanı kana kana içtiğinde… Ne diyordu bir şarkı: “NOTHING LASTS FOREVER!”

Gitarının teline daha sert vurmadın mı birilerine öfkelendiğinde? Paletteki tüm boyayı tuvale fırlatmadın mı üzgün olduğunda, haykırırcasına? Belki hislerini düşüncelerini matemli sözcükleri içine gizledin, kimse bilmese bile… ve belki de cevabını bilmediğin, sormaya korktuğun soruları başkasına sordurttun, Shakespeare”in Hamlet”e söylettiği gibi: “ –TO BE OR NOT TO BE? THAT IS THE QUESTION.”

Aforoz etmeye çalıştılar mı seni hapsolup kaldıkları, etrafına altın sınırlar çektikleri kısır döngünün içinden, kalmaya çok meraklıymışsın gibi? Ya da içlerine mi aldılar seni, boynuna katı kuralardan yaptıkları kolyeyi takıp? “LIVE BY YOUR OWN RULES!” derdi bir kadın bana. “I AM THE KING OF MY CASTLE!” derdi bir adamsa, kendi işimde kendi işverenim olmamı öğütleyerek.

Uysal mı olmanı söylediler sana, vahşi bir ormanın içinde? Uysal? Uysallığın sana her kapının kilidini açacak bir anahtar olduğunu mu söylediler? Züğürt tesellisi bu! Hangi yanlışlığa sırtını dayayarak, hangi koyun sürüsüne uyarak yol alabilir ki insan? Hep beraber köprüden atlayan koyun sürüsüne mi?

Ben yalnızlığıma sığınırdım “I HAD TO SWORN TO MYSELF THAT I”M CONTENT WITH LONELINESS” şarkısını söyleyerek. Ben kelimelere gizlerdim hislerimi. Kalemden kağıda akıtırdım göz yaşlarımı, içime akıtmaktansa, haykıramayıp boğazıma düğümlemektense… Onların bilmelerine gerek yoktu. Ben söylemiştim ya önemli olan buydu. Bir kez anlamadılarsa daha anlamazlar.Anlamak istemezler. Anlamalarına gerek yok, sen yeter ki söyle. Sadece kendine bile olsa. Ben anlatmaya çalışırdım yazarak. “NOTHING CAN REWRITE THE ARGO OF MY FRUID HEART!” diye haykırırdı radyoda bir şarkı, tam da o sırada.

Onlar yardımcı olmaya çalışmazlar. Merhametsizlerden merhamet bekliyorsan hata sende! Yeteneklerini geliştirmek için çabalamazlar. Yontmak daha çekici gelir onlara ve daha kolay… Başkalarının huzursuzluğuyla huzur bulurlar. Bakarlar ama göremezler. Çünkü yeteneksizdirler, seni anlayamazlar. Bıçak gibi keskin taşlar koyarlar yollarına. Dinamit döşerler boyut atladığın köprünün altına, “BOM!” diye havaya uçurmak için seni. Ama “Hayat sana limon veriyorsa ondan limonata yapmalısın” derdi “LIVING OUT LOUD” filminde tüm ümitleri tükenmiş olan bir kadın inadına.

Düşüncelerimi sansürleyebilirler mi? Buzlayabilirler mi en uçsuz sahnelerini hayallerimin, televizyondaki gibi? Kilitleyebilirler mi ağzımı konuşmayayım, vahşi dünyalarında “UYSAL” olayım diye? Kuş gibi kanatlanan kanatlarımı vurabilirler mi sapanla? Şevkimi kırmaya çalışırlar sürekli. Cüceler ülkesindeki dev Güliver mi zannederler kendilerini? Güliver”eyim bari!

Onlar resmini çirkin diye eleştirsinler. Sen fırça darbelerinin arasında duygularını dışa vurmaya devam et. Şiirlerinde anlam arasınlar. Sen hissetmeye devam et. Gitarının tellerine daha hızlı vur, ağlatırcasına… Bırak onlar şarkı sözlerine takılıp kalsınlar. Sen notları duyuyorsun ya, önemli olan bu. Çizginin ötesine koşmaya çalış. Çünkü madalyayı orada verecekler. Kolay kazanılan zaferler kolay kaybedilir. Ne derler bilirsin: “EASY COME, EASY GO!”

Ben küçükken uçurtmaları çok severdim. Uçurtmaları herkes sever. Bir grup çocuk toplanıp uçurtma yapar ve daha sonra hep birlikte uçurtmaya çalışırlardı uçurtmalarını. “Uysal” bir şekilde bir arada uçururlardı “İpe sapa gelmez” diye öteledikleri birinden ayrılarak. Hep beraber gökyüzüne salarlardı uçurtmalarını. Ama bir süre sonra o uçurtmaların ipleri birbirine dolanır ve uçurtmalar havalanamadan yere çakılırdı. Aforoz ettikleri çocuk ise inatla, kendi bildiği şekilde uçururdu uçurtmasını. Uçurtma yükseldikçe yükselir ve bir balerin gibi süzülürdü gökyüzünde. “Uysal” olmadan, “Özgürce”… Diğer çocuklar düğümlenen uçurtmaları çözmek yerine öteledikleri çocuğunkini yere çakmaya uğraşırlardı. Ama çocuk koşardı. O koştukça, uçurtmanın ipini daha fazla saldıkça uçurtma daha fazla havalanırdı.

Büyüyünce anlayacağımı sanırdım. Sürü mü suçlu, sürüden kaçan mı? Sürü neden dışlardı ki farklı olan koyunu? Farklı olan koyun nende farklıydı? Neden kaçardı sürüden? (“Bu vanilya nasıl böyle güzel kokuyor? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?” reklamına doğru gidiyor bu sorular…) Dedim ya, büyüyünce anlayacağımı sanırdım. Tıpkı büyüyünce bütün kapıların ardına kadar açılacağını sandığım gibi. Ama büyüdükçe tek anladığım şey şu: “BÜYÜMEK O KADAR DA BÜYÜ’LEYİCİ DEĞİL!”

 

 
Toplam blog
: 6
: 163
Kayıt tarihi
: 01.03.18
 
 

Bayan Rosa, umut verici insan hikayelerinin yer aldığı bir yaşam blogudur.  Eğer sizin de paylaşa..