Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '06

 
Kategori
Felsefe
 

Korku Üzerine

Korku Üzerine
 

Uyum ve ahenk sevgiyi doğurur içimizde, uyumsuzluk ve bozukluğun bizim özelimizin sınırlarına girmesi ise korkuyu. Sevmek, en öz haliyle, bir nesne veya olgunun sadece var olmasıyla içimizde uyandırdığı mutluluk duygusudur. Korkmak, sevdiğimiz şeyin zarara uğramasına karşı içte hissettiğimiz önlemdir. Sevgisiz korku, korkusuz sevgi olmaz.

Korku anlıktır çoğu defa. Gecenin bir karanlığında yalnız başınıza sokaktayken size doğru tüm yırtıcılığıyla koşup havlayan bir köpek bile yeter bilinçaltınızda üs kurmuş tüm gizli korkularınızı ortaya çıkarmaya.

Korku endişe kıvamındadır bazen. Endişe içimizi kemiren bir kurtçuk gibidir. Bu kurtçuk “ya (öyle) olmazsa” şeklinde beyin kıvrımlarımızı kemirip durur. Bu bazen tüm dengemizi yitirene ve kişiliğimize zarar verene kadar devam eder gider.

Bazen ise paniktir korkunun arzı endam etme şekli; ani bir tehlike anında çevremizdekilerin içine düştüğü karmaşanın içimizde yol açtığı yıkım duygusudur güvene karşı. Bilincimizin derinliklerine gömdüğümüz kıyamet görüntüsünün mikro planda sahnelenmesidir adeta bu. Paniğin antitezi ise serinkanlılıktır, tüm fırtına ve boranlara karşı saydam kalmak ve nefesin ritmini koruyabilmektir.

Korku, kötülüğün ve zalimliğin acımasızlığına ve insafsızlığına karşı zayıflığın bir yansıması olarak hissedilen acizliktir birçok defa. Bazen bu acizlik gerçekten zayıflıktır, bazen ise sadece bir zaaf. Yiğitlik korkmamak değildir, dizlerinin bağı çözüldüğü anda bile ayakta kalabilmektir. En büyük yiğitlik ise herkese ve tüm tehditlere rağmen kendi inandığını haykırabilmektir; bunun nedeni onların vereceği cezaya karşı hissedilen pervasızlık değildir, asıl nedeni “neden ben de onlardan biri olarak mutlu bir hayat sürmüyorum?” sorusuna karşı sessiz isyanın somutlaşmasıdır o duruştaki.

Karanlıktan korkarız en çok, karanlık belirsizlik demektir, karanlık tehlike demektir, karanlık yokluk demektir. Yokluk kavramı öylesine ürkütür ki bizleri, o esnada hayali canavarlar, yaratıklar, inler-cinler yaratmak bile daha sıcak gelir zihnimize.

Korkmak bir ihtiyaçtır aynı zamanda; bir iş önemliyse bizim için, yapar ve gerçekleştiririz onu, korku duygusu ise o işi önemli hale getiren bir iksirdir. Bu tersine itkileme ile hazırlanırız çoğu defa bir sınava veya yerine getiririz bir ödevi. Seçimlerimizin çok azının bize ait olduğu bir hayatta korkmak çekilmezi çekilir yapmak için kullandığımız acınası bir kalkandır.

Korkuların en büyüğü ve en zor kabullenileni inandığımız kavramların yanlış olabileceğidir. İnancımız benliğimiz demektir, kendimizin fakir, çirkin veya sıska olduğunu kabullenebiliriz ancak aklımızın yanlış işleyerek inancımızı yanlış şekillendirebileceğini asla. En büyük cesaret kendine rağmen gerçeği kabullenebilmektir.

Korkunun da sesi vardır, şekli vardır, kokusu vardır. Sinsice yaklaşan bir yılanın çatallı dili, şeytani bakışlarını bize dikmiş olan bir sırtlanın sivri dişlerinden akan kan dolu salya veya üzerinde yüzlerce sineğin uçuştuğu, açıktaki dişleriyle zalimce sırıtan bir leş. Vahşet, dehşet, acı, çığlık… Cehennem, korkunun cennetidir.

Tüm bu şatafatına rağmen gerçek anlamda korkunç olanlar bu örnekler değildir. Bunlar doğanın birer parçasıdırlar zira. Çiftleşmek için eş arayan elmas derili bir çıngıraklı yılanın çatallı diliyle görkemini göstermesinden daha masum bir şey var mıdır aslında? Oysa masumiyetin arkasına sinsice gizlenmiş kötülüktür gerçekten korkunç olan. En çok korktuğunuz rüyaları bir düşünün: Tanıdığımızı ve sevdiğinizi düşündüğümüz birinin şeytani bakışlarında gerçek niyetini okumanız (bu sadece rüyada bile olsa bizim o insana karşı soğumamıza yetecek kadar güçlü bile olabilir) veya saflığının ışıltısından ilham almayı düşlediğiniz gülümseyen bir bebeğin ağzını açtığında birden çürümüş dişlerinden akan kanın sizin üzerinize bulaşması.

Diğer yandan aslında tüm diğer duygular gibi korkuyu da en saf ve katışıksız haliyle bebek yaştaki çocukların yüzlerinde okuruz. Aldığımız nefeslere anlam katan şeydir duygu. Tepkisiz bir makine olmaktansa korkmayı bin defa tercih ederim. Korku çaresizin en iddiasız sığınağıdır...

Aslında ne kadar gizlersek gizleyelim, en büyük korkumuz ölümdür. Hiçbir korku yaşlılıktan saçlarının ağardığını, kemiklerinin eridiğini, derisinin büzüldüğünü görmek kadar bir insanı derinden ürkütmez; çok sevdiğimiz yaşamın bizden göz göre göre çekilmesinin pervasız alaycılığıdır bizi yılgınlığa düşüren.

Tüm diğer duygular gibi korku duygusu da eğitilmelidir. Eğer siz onu denetim altına almazsanız, vesvese ve kuruntularıyla o sizi denetimi altına alacaktır. Güzelim hayat çekilmez bir hale gelecek ve tüm yetenekleriniz pısırık bir kişilik altında körelecektir. Bu aşırılığın öbür ucunda ise korkuya karşı duyarsızlık vardır, bu ise sorumsuzca davranışların en büyük kaynağıdır. Ne korku duygusuyla zavallılaşmak, ne de sahte bir emniyet duygusuyla azgınlaşmaktır; akılla korkuyu yönlendirerek hayattaki gerekli önlemleri almak ve huzur içinde yaşamaktır bilgelik yolu...

Korku, sevginin ta kendisidir bazen, kıyamamadır sevdiğine. Ona duygularını açıp kaldıramayacağın bir yükün altına girmektense, hiç açmayıp uzaktan sevmedir...

Korkunun kaynağı kendinden kopmadır, kendine karşı yabancılaşmadır bir açıdan. Yalandır bunun kaynağı, insanın bizzat kendisidir insanın en çok aldattığı. Kendine karşı güvenini kaybeden bir insan doğaldır ki artık hiçbir şeye karşı güven duyamaz, ister bu karanlık bir oda olsun, ister yeni doğan bir dostluğun belirsizlikleri.

Sevgisiz korku, korkusuz sevgi olmaz, öyle ki resim sanatında perspektifteki kaybolma noktası gibi ikisinin birleştiği özel bir konum vardır. Acı veya mutluluğun aynı olduğu sıfır boyutudur bu. Bu boyutta ruhunuz etki-tepki yasasının geçerli olduğu ayrılık dünyasının değil, ikinin bir olduğu bütünsellik dünyasının fizik yasalarına göre şekillenir. Evet, aynanın ötesinde sebep sonuç yoktur, sadece bilinç vardır ve o bilinç sizsinizdir. Bilincin bilgeliğinin ışığında ise sebep-sonuç bir bütündür, tepki etkiden daha az etkin değildir; artık her şey konuşan bir dil ve anlatan bir harften ibarettir. Tesadüf diye bir şey kalmamıştır. Tesadüfün olmadığı yerde ise korkunun yeri hiç kalmamıştır.

Sözün özü, acısız mutluluk yani melekûtun sırrı içinizdedir, dışta değildir. Cennet, zaman ötesi bilgeliğe ulaşanlar için zaten yaratılmıştır.

 

 
Toplam blog
: 72
: 1949
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Yazar 1975 Ankara doğumludur. Monterey Postgraduate School / California'da bilgisayar bilimi dalı..