Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mayıs '11

 
Kategori
Siyaset
 

Korkun kameraların gazabından!

Korkun kameraların gazabından!
 

MHP yöneticilerine yönelik ahlâksız baskıların, tartışılma şekillerine baktığımda, millî egemenliğin nasıl tartışılır hale getirildiğini de anlamaya başladım. 

Millî egemenlikle ahlâk arasında nasıl bir ilgi olabilir? 

Aslında yazıya başlarken niyetim bu ilgiyi kurmak da değildi ama son dönemki kaset sapkınlığını eleştirmeyen hatta bunu siyasi bir metot olarak benimsemeyen köşe yazarlarının, yarı okumuşların aynı zamanda Türk adına ve onun millî egemenliğine düşman kişiler olması herhalde tesadüf olamaz? 

Evet… gerçekten ahlâk ve millî egemenlik arasında nasıl bir ilgi kurulabilir? 

Millî egemenlik, bir milletin, belirli bir coğrafyada, toplumsal düzenin belirleyicisi olmak hakkını ve emniyet-adalet sağlayıcılığı meşru tekelini içinde barındıran bir kavramdır. Millî egemenlik, milletleşmeyi meydana getiren kurala tabi olmak rızasının/mutabakatının varlığıyla kayıtlı ve sınırlıdır. Millî egemenliği, milletleşmenin hukuksal temeline dayandırmazsak, milletleşmemizin gönüllülük, etkileşim süreçlerini baltalar ve en sonunda bütün hukuk sisteminin sıradan etnik kaprislerle, güce tapınıcılıkla dağılmasına sebep oluruz. 

Zaten şu anda Türk adının inkâr edilmesinin amacı da budur. Türk adı anlamsızlaştırılarak, onun belirlediği anlam dünyası, temin ettiği hukuk birliği vs ortadan kaldırılmak istenmektedir. Bunun için eli silâhlı bir takım yaratıkların varlıkları, millete meşru birer gerçekmişler gibi kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. 

Öte yandan gayri meşru görüntü kayıtlarıyla insanları rencide etmek, karalamak, toplumumuzda normal sayılır, oldu. 

Bir şekilde küçümsendiği düşünülen ve aslına sıradanlığında sayısız hikmet taşıdığı sanılan “sokaktaki adam” için artık başkasının namusuna göz dikilmesi ayıp sayılmıyor. 

Daha az önce seyrettiğim bir tartışma programında, ilgili siyasetçilerin yaptıklarının ahlâksızlık olduğu hükmüne varılarak artık açıklanmış şeylerin özel hayat sayılamayacağı gibi bir kanaat bile açıklandı. O halde ne biçimde olursa olsun, mahremiyetin her türlü ifşası, geçerli ve makbul olacaktır, öyle mi? 

Ahlâk , “Zarar vermemek iradesidir.” Zarar nedir? Çevremizdeki insanların temel haklarını ihlal etmek demektir. Hukukun ahlâktan neşet ettiği noktı da zaten burasıdır. Bundan dolayıdır ki bir delilin elde ediliş usulü, delilin kendisinden daha önemlidir. 

Bir suç şüphesini aydınlatmak için topladığımız deliller, usule aykırı şekilde toplanmışlarsa, içerikleri ne kadar önemli olursa olsun- normalde- mahkemelerce reddedilirler, reddedilmelidirler. Dolayısıyla mahremiyeti herhangi bir yolla ihlal eden kişinin işlediği suça dayanarak kimse, ne suçlanabilir ne de ahlâken mahkûm edilebilir. 

Ahlâkın sınırlarını bulandırmaya başladığınızda, hayatınızın, mahremiyetinizin, mülkiyetinizin korunmasını sağlayan siyasî sınırları da silikleştiriyorsunuz demektir. Çünkü “vatan” denen olgu, fizikî anlamda hukukî bütünleşmenin mekânı olduğu kadar, milletlerin paylaştığı ortak değerlerin bütününün kutsiyetini e temsil eden bir kavramdır. Vatan, millet bilincinin evidir. Bir evin korunması, öncelikle ahlâkî bir gerekliliktir. Salt faydacı açıdan hiçbir anlam ifade etmeyen pek çok şeyi bizim için bir değer haline getiren, toplumumuzda edindiğimiz ahlâktır, yani “zarar vermemek iradesidir.” 

Bu da insanların bazı davranışları gizlemesine yol açan utanma ve pişmanlık duygularının kaynağı olan ahlâkın, insanların gizlemek istediklerine saygılı olmayı gerektirmesi demektir. 

Mevcut durumda insanların gizli saklı yaparak içine düştükleri ahlâkî çelişki ve bundan kaynaklanan pişmanlığı istismar edilmektedir. Böylece “ahlâklı” olmak sorumluluğu yalnızca kamera kurbanlarına yüklenmekte, onları rencide etmek için gene onların sahiplendikleri değer yargıları kullanılmaktadır. Bu kayıtları yapanların bilinçaltını şöyle tercüme edebiliriz: “ Madem ahlâklı olmanın önemine inanıyorsun, öyleyse bunun bütün sorumluluğu senindir. Ben gücüm neye yetiyorsa onu yapacağım ve bir ahlâksız olduğum için zaten yaptıklarımın sonucuyla ilgilenmiyorum” Böylece gizli çekimleri yapanlar, kendilerinde aynı ahlâkî sorumluluğun yükünü hissetmemektedirler. Ahlâklı insanları kabahatlerinden dolayı vicdan azabıyla tehdit etmek demek, vicdan azabını yaşamıyor veya tanımıyor olmak anlamına gelir. Bu da açıkça değer yoksunluğuna ve ahlâk eksikliğine işaret eder. 

Şüphesiz her fiilin ahlâkilik testi yapılabilir ve yapılmalıdır da. Ama mesele odur ki bu testin sonuçlarını benimseyenlerle benimsemeyenlerin yargılanması aynı şekilde olmamalıdır. Fillerinde ahlâkî muhakemeyi gözetmelerine rağmen kabahat işleyenler, bilinir ki gene de toplumun devamlılığına inanan ahlâklı bireylerdir. Onlar pişmanlıklarından ve samimiyetlerinden dolayı hâlâ ahlâka bağlılıkları bilinen insanlardır ve bütün hafifletici sebeplerden faydalandırılarak cezalarını çeker ve topluma dönerler. 

Oysa istediğini elde etmek için haddi aşmakta mahzur görmeyenler, toplumun bir üyesi olmak hakkını kaybederler, kınanırlar uzaklaştırılırlar, dışlanırlar. Bu yüzdendir ki vatan kutsiyetine karşı suç işleyenlerin hukuk usullerinden faydalandırılması da abesle iştigaldir. 

Tasavvuf ehlinin “kusurları örtmek” fazileti, maalesef, ehli beytin mahremiyetine dil uzatan Emevi dinciliğine şimdilik yenik düşmüştür. 

Burada dikkat çeken çok önemli ve tiksindirici ayrıntı, mahremiyetin gayri meşru ihlalinden ortaya çıkarılan kayıtların sürekli “muhafazakâr” kesim tarafından ve adeta vahşi bir iştahla kullanılmasıdır. Dini “edeple” yani hadde riayetle tanımlayan bir dinin bazı mensuplarının, hiçbir vicdanî sınırlamayı umursamadan, sadece düşman kabul ettiklerini yıkabilmek amacıyla gayri meşru kayıtlardan yararlanması ve bunun üzerine hukuken gidilmiyor olması son derece üzücüdür. Oysa bahsi geçen kayıtların, o kayıtları servis eden yayın organlarına, nasıl ele geçirildiğinin sorulması, gerekmez mi? 

Dikkat çeken bir başka husus, bütün yaptıkları, gayri meşru birkaç kayıtta belgelenen, birkaç kabahatten ibaret olan insanlar, sürekli teşhir edilir ve siyasi kariyerleri bitirilmeye çalışılırken açıkça Anayasa suçu işleyen, kanunu ilga edilmesine rağmen ortadan kalkması mümkün olmayan “vatana ihanet suçunu” her gün ve alenen, etnik terör örgütü propagandasıyla, kışkırtmasıyla, tehdidiyle işleyen insanların, hukuk usullerinden sonuna kadar yararlandırılmasıdır. 

Hukuk ve ahlâk, ancak “sınırlara riayet” etmek iradesi ile ayakta kalabilirler. Eğer bütün meseleniz, “ne pahasına olursa olsun” rakibinizi yenmek olursa, bir müddet sonra çevrenizde kala kala sadece korku, nefret ve yalnızlık kalacaktır. 

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....