Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Hakan Karaduman (Akdenizli)

http://blog.milliyet.com.tr/akdenizli

17 Haziran '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Koruk

Koruk
 

sapından yakalayıp ilk ısırıkta


bırakır kendini iyot yüklü burukla


dilim uyuşur burnumda koruk tadı


kokusu damaklarımda


sarp kayaları deniz döverken sabahları


güneşte sereserpe yatar deniz buharı


yapraklarını yıkar tuzlu deniz yelleri


öğle güneşi denizden alır iyotlu buharı


kayalardan sarkar yaprakları


koruk su, koruk üzüm, koruk kaya;


kaya koruğu...


farkedilmeden önce deniz kayalarında


güneş yıkadı yapraklarını


***


Kaya koruğu balıkla süslenmiş Akdeniz mutfağının vazgeçilmezidir.

Genelde yemek pişirilen tv programlarında tadıcı sunucuların hiçbirinden "a-aa, enfes olmuş" dışında bir söylem bulamazsınız. Birisi de kalkıp "benim ağız tadıma uygun değil" veya "beğenmedim usta yaptığın yemeği, ne o, yahu çamur gibi tatsız bir yemek olmuş" dediğini duymadım. Gerçi kötü şeyler söylemek de hoş değil ama nedense tv ustaları hep inanılmaz yemek yaparlar.

Efendim, yemek kültürünü aslında insanın bir an soluklandığı, vücudunda endorfin salgılandığı ve keyif aldığı anlar olarak görürüm. Akşam yemeklerini, özellikle derin sohbetlerin yaşanacağı bir çeşit "neden" olarak görmek isterim. Ama bu yetmez tabi, sohbet edecek insanlar da gerekeceğinden herzaman bu şansı elde edemiyorsunuz. Bu konuda özellikle İngilizlerin akşam yemeklerine verdikleri önemi hep sevmişimdir. Bir Avustralyalı dostumuzun yemek daveti için lokantaya gittiğimizde saat tam sekizde orada olmamız gerektiğini düşünürken haklı olduğumu kadının bakımlı görünümü ve lokantaya önceden gidip hazırlıklara katılmasından anlamıştım. Doğu toplumlarının yemek kültüründe, nasıl güncel yaşamdaki biz erkeklere sunulan önceliklerdeki gibi, cins ayrımının yaşandığını görürsünüz. Önce erkeklerin karnı doyurulur. Esasen "karın doyurma" sözünü çok tehlikeli bulurum. Karın doyurma sözünde bir acelecilik, bir zorakilik vardır.

"Tanrı insanı açlıkla terbiye etmesin" denir Anadolu'da.

Derin söz. Herzaman söylediğim gibi, simit ve çay bile bir seramoniye dönüştürülerek yenebilir. İki yumurtayı kırıp pişirdiğinizde üzerine koyacağınız bir dal taze nanedir geçilecek aşama. Göçebe toplumlar tarım üretemeyeceğinden ayaküstü -atüstü- yeme alışkanlığı yemek kültürünü belirlemiş. Daha 30 yıl öncesine kadar yörüklerin sıkmalarında soğanın olmadığını anlatırlar eskiler. Çökelek ve soğansız; almayayım.

Pastırma ve yoğurdun bize ait olduğu kesin ama zeytinyağlıların Akdeniz mutfağı olduğu da. Pastırmanın şekline baktığınızda eyer ve atın gövdesi arasına konulmasından mütevellit olduğu görülecektir. Hem at sürüp hem de küçük parçalar koparıp yiyerek ilerleyen bir göçebe kültüründe oturup uzun uzadıya yemekler tüketilemeyecektir. Ama bu konunun önemli olduğunu, es geçilemeyeceğini söylerken, işi namus cinayetlerine kadar götürdüğümde "nereden nereye" diyeceksiniz. Biraraya gelip konuşmayan, biribirlerine zaman ayrımayan grupların, kızlar ve erkeklerin ayrı büyüdüğü birbirine yasaklı toplumların önyargılı ve saldırganlığa açık olmaları normal algılanmalı. Aile örneğin, kızkardeşini namus adına öldüren anlayışa "patolojik iletişim biçimi "derim.

Ulu Önderin yemek kültürünün, daha doğrusu sofra kültürünün olmasının temel amacı sağlıklı iletişimdi bence. Yeni fikirlerin uzun uzadıya tartışıldığı nezih ortamlar olmalı o sofralar. Keşke sayın İnönü de asker yönünden sıyrılıp daha çok sofra kültürüne katılmış olsaydı. İşte şimdiki CHP'nin hali. Sevgili babamın biricik aşkı CHP'ye eleştirileri olurdu o yıllarda da. Yaşam böyle ve birbirinden bağımsız gelişmiyor tüm olaylar. Eğer ülkeyi yöneten lideriniz içki kültürüne önyargılıysa rakı aşırı derece pahalı oluyor ve "tv koliklerin" sayısı artıyor. Rakı ve yemek kültürünün arasındaki sohbet uyumu tv'lerin kapanmasına ve grubun kendine dönmesine katkı yapabilir. En azından haftada birkez. Ülkemizde alkollü içeçeceklerin pahalı olması gençleri uyuşturuculara ittiğini söylemek pek de yalan olmayacaktır. İçkilerin mutlaka tükeltimesini önermiyorum ancak koca bir dünya kültürü olduğunu da söylemeliyim. Tasavvufta şöyle bir söz vardır: "Meyhanedeki mey insanı iki kişi gösterir ancak 35 yudumluk divanda iki kişiyi bir gösterir" denir. Baykara mesclisinde örneğin.

Konuşacak birşeyleri olmayanların oluşturduğu bir toplamda yaşamak, grileşmekten başka bireşey değildir. Herşey bir sonrakinin izleriyle dolu, heyecansız, öğreticisiz ve sıradan günler. Aslında tüm yöneticiler böyle bir toplumu arzularlar: Toplum konuşmasın, eleştirmesin, hatta sürüden başını çıkaran olursa anında kellesini uçurmak gibi hazır ve nazır olunsun. Yolsuzlukları halkın arasında ayyuka çıkmış, hatta "yamyam" veya "zübük" adıyla anılan biri hakkında aylarca uyarmamıza rağmen, aynı kişiyi kesin seçilecek sıralara koyan lider tavrının amacı ne olabilir? İşte bugünlerde kafa yorduğum konulardan biri. Yola çıkış biçimi samimiyetsizliklerle yüklü ve korkunç kayıplar beklemekte onları. Ama en büyük zararı Ulu Önderin fikirlerine vereceklerini bilmezler mi? demeyin; bal gibi.

"İşte" diyecekler "bunların gücü bu kadar!"


***


Bizler konuşmuyoruz aslında. Güncel yaşamımızda kelimelerle pek işimiz olmuyor. "Şey, olur, tamam, abi, alo, geldim, gittim, aç, televizyon, bilgisayar, parti, kadın, meme, popo, patron, sekreter, git, al, ver" gibi kelimeleri çok kullanırız. Ama "felsefe, üretmek, haklar, demokrasi, söz, eleştiri, ek" gibi kelimeler ise pek yoktur yaşamımızda.

"Selamın aleyküm" hergün dillerdedir ama en babasına sorsanız anlamını bilmez. Deneyin lütfen, ne anlama geldiğini sorun. Size verecekleri yanıt şu olacaktır: "Tanrı'nın selamı üzerinize olsun!" Düzenli Tanrı katına çıkıp oradan selamlar getiren bir adam düşünün. Olur mu öyle şey...

Herzaman söylerim, Kemalist devrim aslında bir İslam devrimidir. İslam'ın özüne döndüğü, üzerinden nemalananlara karşı uyaran bir harekettir. İslam'ın Türkçeleşmesi ve anlaşılabilir hale gelmesidir. "İlim kendin bilmektir"; değil midir?

Selamın aleyküm cümlesi Arapların 3000 yıllık selamlaşma biçimi. Çölde karşılaşan insanların birbirlerine zarar vermeyeceklerine tahahüt etmelerinin ifadesi olarak söyledikler bir selamlaşma biçimi: Barış(huzur) üzerine olsun- benden sana zarar gelmez anlamında-

Madem dünyaya soru sormaya geldim tabiki soracağım ve öğrenebildiğim kadar öğreneceğim. Size de tavsiye ederim.


***


Neyse, lafımı bitirirken kuşatmanın neferlerinden bir iki söz etmeden olmaz tabi.

Sarışın mavi gözlü cosmokızını izliyorum bir meyve kanalında. "Kendine güçlü" güvenin yanısıra hayata tek gözlükle bakmasının verdiği sıkıcı dünyasını saymazsak takdir ederim onu. Şöyle diyor:

-Herkes kendi yastığında yatsın.

-Kırkından sonra işi kariyeri olan bir erkek bekarsa hıyardır.

-Çocuk yapmak için evlenmeye gerek yok ama maalesef bir hıyara ihtiyaç var.

Doğal saçlı usta magazin gazetecisi:

-Bakkalına sordum, çöpüne baktım, komşularına sordum "bu kadının oğlu nasıl?" diye ("bu kadın" dediği "sanatçı" diye isimlendirdikleri nota bilmez şarkıcı bir bayan. Sanatçının(?) oğluyla arasındaki kavgalar hakkında bilgi edinmek adına verdiği mücadeleden bahsediyor. Ah dedim içimden "yahu bu kadın politika yazarı bir gazeteci olsaydı ne muhteşem olurdu". Büyük kayıp!)


***


Sorular soracağınız dertli günler öneriyorum size. Ama ne olursa olsun sağlığınız yerinde olsun. Dert insanı adam eder. Adam, edım değil, insan anlamındadır.

sağlıcakla kalın.

Not: En güzel sohbetleri yaptığım arkadaşım, can dostum babamı kaybeli beş oldu. Balık ve rakıyı çok severdi, bense onun derin sohbetlerini. Mekanın cennet, biliyorum.

 
Toplam blog
: 470
: 551
Kayıt tarihi
: 28.08.06
 
 

Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye" benzer hayatımız. Mutlaka mavi gökyüzü görünecektir. Gid..