Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '10

     
    Kategori
    Öykü
     

    Koş anne tut elimi

    KOŞ ANNE TUT ELİMİ “Biliyorsun, annenle uzunca bir zamandır anlaşamıyoruz. Son zamanlarda birbirimizi incitmeye ve kırıcı olmaya başladık. Aramızdaki sorunlarla, ayrılma kararımızla, kavgalarımızla, ilgili, senin, hiçbir sorumluluğun yok.” Bir yandan konuşuyor, bir yandan da minik yüzündeki tepkileri ölçmeye çalışıyordum. “Ayrılmaya mı karar verdiniz?” dedi, sapsarı suratıyla. Bildiği bir gerçeği kabul etmek istemiyor gibiydi. Salondaki büyük kanepedeydik. Çağla’yla benim aramda oturuyordu. “Evet, babanla birlikte karar verdik. Senin hissettiklerini de duymak istiyoruz. Duygularını bizimle paylaşırsan seviniriz.” Benim kaldığım yerden, annesi devam etti. “Evlerimizi ayıracağız, yani ayrılacağız. Ben, başka bir eve taşınacağım; sen, babanla burada oturmaya devam edeceksin. Hafta içi babanla, (baban ısrarla öyle olmasını istedi) hafta sonu ve tatillerde benimle kalacaksın.” Ortamızda büzüldükçe büzülmüş, küçücük kalmıştı. Köşeye kıstırılmış vahşi bir hayvan gibi anlamsız bakıyor; olan biteni anlamaya çalışıyordu. Haziran ayının son haftasıydı. Doğaç’la konuşmak için okulların kapandığı bu günü beklemiştik. Yarın da annesiyle tatile gidecekti. Ayrılığımızı, daha kolay atlatır, okullar açılıncaya kadar kendine gelir, diye düşünmüştük. “Tatil süresince annenle olacaksın. Sömestr tatili bitmeden hemen önce, belki ikimiz de kısa bir tatil yaparız.” Direksiyona yeniden ben geçmiştim. “Yaşamında en ufak bir değişiklik olmayacak. Aynı okula gideceksin. Tüm ihtiyaçların, (eskiden olduğu gibi) eksiksiz karşılanacak. Senin özel günlerinde (doğum günün, karne ve mezuniyet zamanları, senin için önemli etkinlikler…) annenle beraber yanında olacağız. Ayrılıyor olsak da anne ve baban olarak, ömrümüzün sonuna kadar hep seninle olacağız. Seni çok seviyoruz. Sen bizim biricik oğlumuzsun. Herkesle (dedelerin, anneannen, babaannen…) görüşmeye devam edeceksin. Elimizden geldiği kadar tüm ihtiyaçlarını karşılayacağız.” Yüzü, yağmur toplayan bulutlar gibi, kirli gri bir renk almıştı. “Babanla verdiğimiz bu karar, her halde hepimiz için en iyisi olacak.” Çağla, kırık bir ses tonuyla araya girdi; suratı da karmakarışıktı, benim suratım gibi. “Tamam mı, bitti mi?” diye, ikimize birden sordu; yüzümüze küfreder gibi bakıyordu. “Bizim başka söyleyecek bir şeyimiz yok. Söylediklerimizle ilgili senin öğrenmek istediğin bir şey varsa sorabilirsin, ” diye yanıtladı, Çağla. Bir yandan da Doğaç’a sıkı sıkı sarılmış yanaklarını, saçlarını, öpüyordu. “Kalkmak istiyorum, ” dedi. Yanıtımızı beklemeden annesinin kolları arasından sıyrıldı; koşar adım odasına gitti. Kapının çarpılma sesini duyunca, ikimiz birden irkildik. Çağla’nın gözlerinden akan yaşlar, yanaklarından aşağı doğru iniyordu. Kavga ettiklerini duyduğum zaman yatağımın derinliklerine iyice sokuluyor, yorganı kafama çekip, kulaklarımı kapatıyordum. Babamın bağırmalarını da, annemin tiz çığlıklarını da, duymak istemiyordum. Neyi bölüşemediklerini de çok anlamıyordum. Güzel güzel konuşurken aniden kapışıyorlardı. Şimdi de, sanki bebekmişim gibi, birkaç süslü sözle beni, kandıracaklarını sanıyorlardı. Her zaman yanımda olacaklarmış. Çok da inandım! O zaman niye ayrılıyorlar? Beni çok seviyorlarmış, sanki o masala da inandım! Çok şanssız bir çocuğum. Çok üzülüyorum. Çevremde annesi babası boşanmış bir sürü arkadaşım var; ben farklıyım diye seviniyordum. Meğer değilmişim. Onları seviyor muyum (annemle babamı) çok emin değilim. Çünkü onlar benim farkımda değil; benim duygularımın farkında değil. Korkuyorum, çok korkuyorum. Suratıma tokat yemiş gibi hissediyorum. Kafamdaki bazı sorulara yanıt arıyorum: Neden, annemle kalmıyorum? Babam neden ısrarla onunla kalmamı istedi? Neden benim düşüncemi hiç sormadılar? Ergenlik dönemi içinde olduğum için mi babamla kalıyorum? Geçen yıl babamla yaptığım konuşmayı hatırladım: “Artık, tam anlamıyla erkek oluyorsun. Çok dikkatli ol; kız arkadaşınla (arkadaşlarınla demeliydi) çok ileri gitme…” Çok ciddi havalarda (benim bilmediğimi zannettiği) başka bir sürü şey daha anlattı. “Neler zırvalıyor bu adam? Milattan önceki cinsellik böyleymiş her halde, ” diye düşünmüş, yalnız kaldığım anda kahkahayı basmıştım. Ne kadar zorlasam, neşem yerine gelmiyordu. Annemle yalnızca hafta sonları mı bir arada olacağım? Başka zaman onu görmek istesem göremeyecek miyim? Ayrılmalarına ben sebep oldum! Notlarım daha iyi olsaydı, daha uslu olsaydım, acaba ayrılmazlar mıydı? “Öööff, ” canım sıkılıyor, bunalıyorum. Soyundum, yatağa girdim. Yorganı kafama iyice çektim. İlaçlama uçakları gibi küçük iki kişilik bir uçaktayız. Babam, pilot koltuğunda, ben, arkada oturuyorum. Kocaman ağaçların olduğu büyük bir ormanın yanındaki çim pistin üzerinde ilerliyoruz. Arkamdan, uçağın motor gürültüsüne karışan bir ses geliyor. Birisi bağırıyor, fakat anlaşılır gibi değil. Koltuğum çok dar, emniyet kemeriyle deli bağlar gibi bağlanmışım, kafamda kocaman bir kask var. Değil arkama dönmek, yerimden kımıldayamıyorum bile. Ses şimdi, daha yakından geliyor: “Doğan… Doğaç… Beni bekleyin…” Annemin sesi bu, sanırım peşimizden koşuyor. “Beni de alın… Bırakmayın…” Ellerimi arkaya doğru uzatıyorum. “Koş anne… Tut elimi… Tut…” Avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Sesim motor gürültüsünde kayboluyor. Biz giderek hızlanıyoruz; annemin sesi giderek zayıflıyor, duyulmaz oluyor. Heyecan ve korkuyla uyandım. Henüz uyuyalı iki saat olmuş; sabaha çok var. Bu rüyayı üçüncü görüşüm. Kalbim güm güm çarpıyor. Koşarak yanına gidip annemi öpmek istiyorum. Sıkı sıkı sarılıp, kollarının arasında (eskiden olduğu gibi) sıcaklığını hissederek uyumak istiyorum. Uykum kaçtı; gözlerim Şeytan gözü gibi açık, yatağın üstünde oturuyorum. Önümüzdeki yıl sekizinci sınıfa gideceğim. Kendimi bildim bileli çok hareketliyim. Hiç yerimde duramam. Yıllarca psikiyatrlara, psikologlara taşındık. İkinci sınıfa giderken hiper aktivite ve dikkat eksikliği tanısı koydular. O günden beri ilaç içiyorum. Ve artık her şey canımı sıkıyor. Sabah yedide uyanıp, akşam ona kadar ders çalışmaktan bıktım. Özellikle okulda, kıyafetle ilgili katı kurallardan, okul müdüründen, müdür yardımcısından, geçen sene mezun olup, bizim okula gelmiş İngilizce öğretmeni, çıtkırıldım Beyza’dan, bıktım. Annesi ile babası iki yıl önce ayrılmış, sulu göz Nalân’dan, “Sen de bizim kulübe üye oldun” diye sırıtan, ağır sıklet, Damla’dan, her gün içmek zorunda kaldığım (kırmızı reçeteyle alınan) ilaçlardan, annemle babamın kavgalarından, nefret ediyorum. Yeter artık dayanamıyorum. Yeter… Yeter… Kendimle kavga ederken uyumuşum. Sabah kızarmış ekmek kokusuyla uyandım. Annemle, babam, (geceyi ayrı odalarda geçirdiklerine emindim) mutfakta karınca gibi çalışıyorlardı. Yumurtalar pişiyor, sucuk kızarıyor, çay demlenmiş, beni bekliyorlar. “Günaydın Doğaç, ” dedi annem. Sesi mutlu bir anne sesi gibi çıkıyordu. Babam da, “Günaydın Doğaç, ” dedi, gülümsüyor, dünyanın en iyi babası rolünü oynuyordu. Ayaklarımı sürüyerek banyoya giderken, ikisine de yarım yamalak “Günaydın” dedim. Masallardaki peri karşıma çıkıp, yıldız uçlu sopasını omzuma değdirirken, “Dile benden, ne dilersen, ” deseydi. “Beni, anne babaların, borusunun ötmediği, çocukların düşüncelerinin de önemsendiği bir dünyaya gönder, ” derdim. Hizmet yarışına girmiş gibiydiler. Kendimi Osmanlı tahtına aday veliaht gibi hissettim. “Hadi biraz daha sucuk ye, ” diye babam, gözlerimin içine bakıyor. “Bak senin için hazırladım, bu reçelli dilimi, ” diye annem durmadan sıkıştırıyordu. Oysa bu çabalar, benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. İkisine de çok kızgındım. Artık birlikte bowling oynamaya gidemeyecektik. Annemin iyi geceler öpücüğünü unutmalıydım. Babamla yemek işi nasıl olacaktı? Yemek pişirmeyi bilmiyordu ki. Düşündükçe boğulur gibi oluyordum. Çok canım sıkılıyordu; çok… “Hadi Doğaç, karnını iyice doyur. Birazdan yola çıkacağız. Uçağı kaçırmayalım, ” dedi, annem. Antalya’ya tatile gidecektik. Sevinmeli miydim, üzülmeli miydim, bilmiyordum. Bizi hava alanına babam götürdü. Biniş kartlarımızı aldık. İç bölüme geçmeden önce babam beni kucağına aldı. Sıkı sıkı sarıldı. Daha fazla dayanamadım ben de ona sarıldım. “Canım oğlum seni çok özleyeceğim. İyi tatiller, her zaman ara beni, konuşalım. Seni çok seviyorum, ” dedi, yanaklarımı defalarca öperken. “Ben de seni …” derken, gözümden oluk gibi yaşlar boşandı; hıçkırmaya başladım. Annem, “Bebeğim, oğlum, ” diye yanımıza koştu; boynuma sarıldı. Bir an, ikisinin arasında kendimi çok mutlu hissettim. Üçümüz de ağlıyorduk. Uçak, önce yerinde kaykılır gibi oldu; sonra yavaşça hareketlendi. Cam kenarında oturmuş, bakar kör gibi dışarıyı inceliyordum. Annem yanıma iyice sokulmuş, kulağıma sevgi sözcükleri fısıldıyor; öpüp kokluyordu beni. Pist başında durduk. Sonra yeniden hareketlendik; düzgün bir şekilde ilerlemeye devam ediyorduk. Gözlerimi kapattım. Babam, (annemi gördüğüm düşte olduğu gibi) sanki uçağın arkasından koşuyor. Bir yandan da, “Doğaç… Çağla… Beni bekleyin…” diye bağırıyordu. Ellerimi arkaya doğru uzattım. “Koş baba… Tut elimi… Tut…” Avazım çıktığı kadar bağırdım. Oda ne? Sesim çıkmıyordu. Gözlerimi kocaman açtım. Bir kez daha denedim. Herkesin beni duyduğunu zannediyorum, oysa sesim çıkmıyor. Biz giderek hızlanıyoruz; babamın sesi giderek zayıflıyor, duyulmaz oluyor… Yusuf Uzunyol Mayıs 2010

     
    Toplam blog
    : 1
    : 418
    Kayıt tarihi
    : 31.08.10
     
     

    Yaşam sevdalısı, hiperaktif derecede sosyal, sinema, tiyatro, kitap, müzik, dans, spor gibi hobileri..