Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Nisan '22

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Koşulsuz Sevgi...

       Bu günkü algoritmamız, koşulsuz sevginin ‘kendimce’ ne olduğunu irdelemek olacak. Kendimce deme sebebim, herkesin hayat ölçüsü farklıdır. Aynısının kopyala yapıştır yapılmaması adına küçük bir hatırlama ve hatırlatma babında ifade ettim. 
   
   Şimdi, gelelim asıl meseleye. Bir insanın bir insanı sevmesi neden hep bir protokolü de beraberinde getirir? Bunu hep merak etmişimdir. Daha çocukken başlar: "Oyuncaklarını toplarsan istediğin şeyi alabilirsin." Veya "sözümü dinlersen sana çikolata alacağım."
 
-Peki, ya dinlemezsem?
 
    İşte ben onu diyen bir çocuktum. Neden birilerinin istediği gibi olmadığında, gözden çıkarılır, yani sevmekten vaz geçilir insan!  Aslında hayatımıza giren her kişi, özünde ilk gün tanıdığımız gibidir. Sadece yaşam alanına dâhil olduğunda onu yaşamaya başlarsın. Zaman zaman farklı yansımaları ile karşılaşınca da, hemen yaftayı yapıştırıp hoooop kapının önüne koyarsın. Artık senin gözünde toz zerresi kadar bile değeri olmaz. 
 
  Bir hamlede siler atarsın onca yaşanmışlıkları ve yeni kurbanını seçmeye koyulursun. Öyle ya, istediğin gibi olmayınca yüz çevirmek çünkü en doğal hakkındır. 
 
    Özgürsündür. 
   
    Hatta ara ara içinde sürekli konuşan bir ses belirir: "Sen haklıydın, o haksızdı yapılacak şeyin en doğrusu buydu." Evet, karmalar dünyasına hoş geldin dostum.
 Zira hayatına aynı türden insanları çekme yeteneğini daha bebekken içine koyan bir düzende yetiştin. Artık hakkını veriyorsundur. Kökten uca hep aynı sorunları yaşamaktan muhtemelen kırklı yaşlara varınca nur topu gibi, birbirinden enteresan hastalıklarla giriş yapacak ve asla nedenini anlayamayacaksın. 
   
  Spor yapsan sağlıklı beslensen ve hatta hayalindeki gibi bir yaşama ulaşsan da, sürekli içinde bir eksiklik duygusu sürekli tamamlanamaz olmak. Bu güne kadar sindirdiğin yüzleşmekten kaçtığın hangi duygun varsa gelir oturur karşına. Kovsan da gitmez, muhkemdir artık sende..
 
  Tamam, tamam çok berbat bir senaryo idi itiraf ediyorum. 
 
     Peki, taa çocukluk bebeklikten gelen duygu akıntılarının tersine yüzmeyi denesek! Yol yakınken, sanıyorum çok daha kolay olurdu. Yanş hayatı ve dahil olanları, gözlemciye geçerek fark ederek ve bu farkındalıkla beraber, insanlarla koşul şart beklentisi gütmeden sevgiyi deneyimlemek. 
 
  Diyelim bir haksızlık yapıldı. Yani kime göre neye göre o da tartışılır. Kabul ediyorum, haksızlığa uğramak çok rahatsız edici bir duygudur. Acaba yapan, neden yapmıştı? Neydi ondaki o zalım kısmını (aktive eden) ruhunu üfleyen şey? Neydi bu fitili ateşleyen dinamo?  Bir anda melek yüzlü dostunu sevgilini veya tanıdığını ya da alanın içinde bulunan herhangi birini ‘Neron’a çeviren silsile! 
 
     O kadar kendimize odaklı yaşıyoruz ki. "Çok ta fifi" diyenleri duyuyorum haberiniz ola. 
     
    Sana ta anne karnından itibaren öğretilen meşhur sınırlarda bulunan dikenli tellerle, karşındakinin sınırlarındaki dikenli teller..Karşıdan batan dikenlerin varlığını hissettiğin anda bil ki senin de ona dikenlerin batıyordur. Demek ki, birbirinizi rahatsız edecek derecede alanlarınıza girdiniz ve yaklaşılmaması gereken yönleriniz var. Yani o anki noktada. 
 
Normalde bu asla genele yayılan ve kesip atacak kadar büyük bir özellik değildir. Çünkü tüm insanlar gözlerindeki ışıkla bakıyor hayata. 
 
En kör diye bildiklerimiz bile ışıl ışıl bakar. Kendine has güzellikleri ile hizmete hazırdır. Tabi koşullandırılmadan sıkıştırılmadan sevilirse. Bazısı "kabul ederiz ama her kabul ettğimizi sevmek zorunda değiliz" gibi cümlelere rastlıyorum. Tam da konumuz buydu işte zorunluluk hissetmeksizin oluşur halis sevgi. Doğal olarak seversin. Doğal olarak sevince de kabule geçersin. Burda kendimize şunu sormak elzemdir;
 
"Neyi niçin seviyorum?"
 
     Yani cancağızım diyeceğim o ki, acaba sen ailenden öğretildiği gibi mi seviyorsun arkadaşlarını çevreni. Senin istediğin ve bildiğin doğruları yapmadığında yokluğunla cezalandırıyor. Onun kendisi gibi olmasını senin için terk etmesini isteyerek! Zorbalıkla mı?
 
   İçimizde infaz bandosu her an aynı ölüm marşını çalarak yaşıyor hayatını adeta. Hayat ille bizim istediğimiz şekilde davrananlarla geçecek. Başka türlü olmaz. Diğerlerinin;  “Vur boynunu!” Gün gelecek güya hayatımızdan çıkardığımız yarım  yaşanmışlıklar yamalı bir bohça misali dökülecek önümüze. 
  
    İnsan evladı belli bir tekâmülde gelir gider bu yaşamdan. Kendi tercihlerini kullanabilen hayatının kumandasını eline alabilen ve en mühimi, duygularını karşılık bekleme prensibine bağlamadan yaşayabilen, cesur yürekler mis gibi yasar hayatı.
 
  Daima daha dinçtir, daha zeki ve atılgandır..  Velhasıl azizim, o kızıp küstüğün her birey aslında kendindir. Sana yansıyan hoşuna gitmeyen yanın. Aynada görmeyi sevemediğin kabul edemediğin sensindir. Ve sen de çareyi, görevi sana seni yansıtmak olan zavallı aynayı kırmakta bulursun ki, başlar bir saçma kovalamaca. 
 
  Halbuki hoşlanmadığımız tavırlar görünce deniz gibi davransak ve herkesin her an değişik duygularda olduğunu kendi tekamül yolculuğunda olduğunu ve buna göre inişler çıkışlar yaşadığını. 
  
      İşte dostuz ya hani, iyi günde iyiydi, peki kötü gününde? Sana göre kötü olsa bile yanında olmak. Burada bahsedilen, safça edilgen olmak değildir. Altını çizmek isterim. Alanını belirlemek sınır çizmek bir ağaç gibi de yapılabilir. Sessiz güçlü kararlıdır. Ağaç nasıl alanını belirler sessiz sedasız, kökleriyle tutunurken toprağa kollarını da göğe uzatır.
Peki ya gök gürültüsü? Ortalığı ayağa kaldırır sanırsın dünya yıkılıyor. Fakat beş dakika sonra unutulur gider. Ne alanı bellidir ne sınırı ne de şekli. Fevridir, kararsızdır ve yakıcıdır.
 
Velhasıl kelam tercihler bize aittir. 
 
Özgürce irademizi kullanabilir veyahut da hazırda bulunan veriler üzerinde tepiniriz.
 
    -Ama unutmayalım ki, her tercih, hayat bahçemizde bir tohumdur ekilen. Uzaklaşmak hayattan çıkarmak kaçışmak güya kendimi koruyorum derken kendi ellerinle kazdığın kuyuya yeniden düşüp, düşüp çıkmak için seneler harcamak çok mu güzel? 
    Düşünmek güzeldir. Ama en çok da altını, çünkü üstünü herkes görür. Ama altını fark etmek için üstünü kabul etmek gerekir. Gereklilik denilenler yol kenarındaki işaretler gibidir. Yola devam ettikçe gerekli olanlar da değişir.
 
Şimdilik 'kendimce sokağından' selamlar koşulsuz sevgiyle kalın...
 
VESSELAM..
 
MERYEM KADIOĞLU
 
 
Toplam blog
: 42
: 672
Kayıt tarihi
: 07.02.17
 
 

İstanbul'da doğdu. İstanbul'da yaşıyor. Evli, ev hanımı ve çocuklarının annesi. Aklına estikçe yaza..