Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Koşulsuz sevmek...

Koşulsuz sevmek...
 

Gecenin güne, ayın güneşe, aşkın aşka kavuşması gibi dönenir canlar...


Mevlanayı anlamak ?

Hiç şüphe yok ki; Batı’nın Nihlist yaklaşımı temellerini Doğu kültüründen almıştır, zira bunun en önemli kanıtı, ortaya atıldıkları yıllarda gizlidir. Hiç’lik ile Nihlizmin Nihl kavramları arasındaki farkı iyi irdelemek gerekir herşeyden önce bu iki yapıyı incelerken. Batı'nın Nihl kavramı Doğu’nun mistisizminin aksine daha faydaya ve daha maddeye dayalı bir anlayış içerir kökeninde.

Niçe’nin Nihlizmini alalım örnek olarak çünkü konuyu en iyi ayrıntıları ile burda inceliyebiliriz. Niçe; Nihlizmi anlatırken iki farklı öncül kullanır, bunlardan ilki “yığın” ikincisi ise “üstün varlık” kavramı yani “felezoftur”. O “felezofu” ortaya çıkan sonuç olarak görür; onun düşüncesine göre toplum bir mermer bloğu, “yığın” ise bu bloğa şekil verme eylemini sergilerken heykeltraşın etrafa saçtığı mermer kırıntılarıdır. Ortaya çıkan heykel; yani “eser” ise “felezoftur”, tam bu noktada Niçe’nin fikriyatının temelinde Doğu felsefesinin yattığını görebiliriz.

Zira Doğu felsefesine yani “Tasavvuf’a” göre Tanrı “Hiçlikten” varolmuş; daha sonra “hepliği” yani evreni yaratıp, onun üzerinde yaşayan her canlıya kendinden bir “pare” bahşedip onu hayata getirmiştir, yani canlandırmıştır. Mermer blok ile maddeye büründürülen hayat ve toplum, Doğu felsefesinde maneviyatın bir göstergesi olan ruhla can bulmuş, lakin her ikisinde de tüm canlıların özünde mükemmelliğin bir parçası bulunmaktadır.

Sufizm; yaradılanın özünde barındırdığı “hiç’liği” Tanrının varlık kaynağı olan “hiç’liğe” dayandırırken, Batı’nın Maddeci Nihlist anlayışı aslında ondan bir parça olarak etrafa saçılmış değersiz varlıklar olarak gösterir yaradılanı. Fakat işte tam bu noktada evrenselliğin kaybedildiği yahut yok sayıldığı Batı kültürü ile Doğu kültürü bir ikileme düşer. Çünkü Doğu felsefesinin esasında yatan şudur; evrende yaşayan tüm yaradılanlar içlerinde Tanrıdan bir parça taşıyan “hiç’ler iken ve sırf bu yüzden değerli iken, Batı’nın maddeci felsefesinde insan yani “yığının” mutlak üstünlük karşısında hiçbir değeri yoktur.

İki felsefe arasındaki bu minicik detay şu farkı doğurur. Mevlana ne der? Ne olursan ol gel! Putperest olsan da gel, Tevbe etmiş olsan da, Tevbeni yüzbin kere bozmuş olsan da! Türk isen de gel, Ermeni isen de, Arap isen de gel, Süryani isen de... Ben sana baktığımda bu sıfatları görmüyorum... Ben sana baktığım vakit; içinde Tanrıdan bir parça taşıyan bir “hiçlik” görüyorum. Yok bir artı değerin, bir değerinden, seni sevmem için gereken tek şey içinde var zaten. Ben sana baktığımda Tanrıyı görüyorum, seni bu kadar seviyor olmanın tek nedeni de bu zaten.

Doğu felsefesinin sırrı; yarattığı düşünce yapısından kaynaklanmakta ve fikriyatını evrensellikle birleştirip, yaradılını, yaradanına yaklaştırıp ona birey olarak değer katmaktadır. Her birey değerlidir ona göre, her birey Tanırıdan bir parça taşımasından ötürü, saygıyı, sevgiyi ve herşeyden önce Tanrıya duyulan aşkı güçlendirmektedir. Ne kadar çok insan severseniz, içinizdeki Tanrı sevgiside bir o kadar artacaktır, çünkü Tanrıya duyulan aşk koşulsuzdur ve ebedidir. Onun Dünya üzerindeki yansımaları olan bizler ise, onu koşulsuz sevmenin önünde duran zorlu bir sınavız.

Her insan her ne kadar Tanrıdan bir parça taşısa da içinde farklı yaradılıştadır. Çünkü Tanrı ona akıl ve mantık vermiştir, tıpkı verdiği erdemler ve zaaflar gibi. Zaaflarımız birey olarak bizim aşmamız gereken sınavlardır; aç gözlülüğümüzden, zayıflığımızdan, yalancılığımızdan vaz geçip onun önümüze koyduğu mutlak erdemlere ulaşmalıyız ama bunu yaparken “irade” bize aittir. Kabul etmek, yahut red edip onun yasaklarını ihlal etmek, insanı yani aslında içinde Tanrıdan bir parça taşıyan yavru “Tanrıyı” herşeye rağmen sevip onu kabul etmek ise en büyük erdemdir Sufizme göre.

Çünkü onu top yekün sevebilmenin yolu onun yarattıklarını eşit sayıp; onları taşıdıkları her sıfata yahut neşriyata rağmen kabul edip, “hepliğe” yeniden ulaşmaktan geçer, yani çok çetrefilli bir yoldur bu. O yüzden Mevlana Celeleddini Rumi çok değerli bir “hiçtir”, çünkü her yaptığına, her hatasına, her sivriliğine rağmen insan evladının içinde yine de “hiçliği” yani Tanrının varoluş kaynağını görüp, ona gönül vermiş bir insan evladıdır.

Egolardan sıyrılmayı gerektirir bu yol; senelerce çalışıp didinip bir yerlere gelmiş olmasınndan ötürü duyduğu gururu hiçe saymanı gerektirir. Bu yol herkesi Tanırının bir yansıması olarak görüp dinleme, anlama saymayı gerektirir. Bu yol kendini dahi unutup Tanrıya ulaşmak için herkesi sevmeyi gerektirir ne olursa olsun. Bu egoların savaşı değildir, bu variyetlerin, kazanımların, erdemlerin savaşı değildir, bu kim olduğunu gerçekten bilip, bir “hiç” olduğunu kabul edip, senden seviye ve altta olduğunu düşünsende, içlerinde Tanırıyı barındıkları için herkesi kendin gibi bir “hiç” görebilme sanatıdır.

O yüzden de bunca büyük bir erdeme ulaşabilme onuru aramızda yaşayagelmiş milyarlarca insan evladı içinde sadece bir kula nasip olmuştur ve onunla felsefi bir düşünce akımına dönüşmüş, peşi sıra akan milyonları doğurmuştur. Bir belgesel izledim geçenlerde; Avrupa'nın çeşitli ülkeleri ve şehirlerinde kurulmuş olan Mevlevi Dergahlarını anlatmaktaydı bu belgesel. Onlar Mevleviydi; baş koyup Mevlanın Tanrısına duyduğu aşka, insan sevgisini anlamaya çalışarak dönmekteydiler tıpkı gezegenlerinin güneşin etrafında döndüğü gibi her biri kardeş, herbiri eştti birbirine, tıpkı Mevlana'nın söylediği gibi.

Kendini bilmekten geçer Mevleviğin sırrı; kendini kazandıklarından, taşıdığı ünvandan, soyadından, sahip olduğu sıfatlardan sıyırıp, insan olmayı gerektirir. Tanrının varlığından bir parça taşıyan birer “hiç” olduğunu kabul etmeyi gerektirir, Neyzen’i dinlerken onun çaldığına “ıslık” muamelesi yapmaktansa, boynunda taşıdığı “hiç” levhasını anlamayı gerektirir. Sufizm insan olduğunu kabul edip; herkesi insan sayıp değer vermeyi, içimizde taşıdığımız Tanrının kaynağı “hiçliği” görüp, adam gibi “hiç” olmayı gerektirir...

 
Toplam blog
: 58
: 795
Kayıt tarihi
: 14.01.08
 
 

1978'de dünyaya gelmişim şirin bir anne babanın ilk erkek evladı olarak. Istanbul'a göçmüşüz sonra k..