Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '09

 
Kategori
Blog
 

Kötü Bir Blog Yazarı

Kötü Bir Blog Yazarı
 

Kötü yazar kıstası


Bugün bir ifşaatta bulunacağım.

Kötü bir blog yazarını açıklayacağım size.

Hem de imasız, dokundurmasız, açıktan açığa. Hiç çekinmesiz. Bütün sonuçlarına da katlanmaya hazırım.

Bu sayfalarda zaman zaman çeşitli öğütlere, öngörülere, kurallara rastlıyoruz. Çeşitli yazarlar iyi bir blog yazarı olabilmek ve fazla tıklanabilmek – ki bu iki kavram aynı kulvarda olabilir mi, tartışılır- için gerektiğini düşündükleri, inandıkları formülleri ortaya koyuyorlar.

" Gündemde olan bir konu bulun."

“ Anlaşılır yazın ama basit yazmayın.”

“ Giriş bölümünüzü merak uyandıracak biçimde tasarlayın.”

“ Çok uzun yazmayın.”

“ Yazınızı iyi seçilmiş resimlerle destekleyin.”

“ Ha, ilişkileri unutmayın, başka yazarlara yorum yazın.”

“ Başlığınızı iyi seçin. İçinde aktüaliteyi yakalayan sözcükler olsun.”

“ Bunun için mümkünse bir arama yapın ve en aktüel sözcüleri tesbit edin. Yazınızla uzaktan yakından bir ilgisi yoksa da zararı yok.”

“ Başlığınızda ve girişinizde hatta yeterli miktarda seks ve porno çağrıştıran kelimeler kullanın.”

(Bu aslında çok tıklanma kurallarına giriyor ama iyi blog yazarı olmakla bir ilgisi var mı, tartışılır.)

Bunlar bu arkadaşca ve ağabeyce/ablaca öğütlerden bazıları. Daha da var tabii. Yalnız içlerinde bir tanesi var ki, bunu uyguladığınız takdirde- ki uygulayabilirseniz tabii- iyi bir blog yazarı mı olursunuz , yoksa başka çaresi olmadığı için, aybaşında eline geçecek belli bir miktar karşılığında, günde sekiz saat sevmediği bir işi, sevmeyerek icra eden bir bordro mahkumundan farkınız kalmaz mı, işte bu da tartışılır. İşte bu öğüt:

"

Sık yazın. Ve en önemlisi belli aralıklarla yazın. "

Yani bu demek oluyor ki, canınız çektiği veya belli bir konu size ilham verdiği için değil, yazmak için yazın. İlginç olduğunu düşündüğünüz bir konuda yeterli araştırdığınıza kanaat getirip, konunun olgunlaştığını tesbit ederek klaviyeye dökmek yerine, vakti geldiği için yazın. Mutlaka haftada veya iki haftada bir, veya iki günde bir veya hergün yazın. Ne yazdığınız değil, yazdığınız önemli.

A

çın gazeteleri, girin çeşitli sitelere, artık gözünüze ne ilişir, kolayınıza hangisi gelirse, döktürün üç beş satır. Bir kaç da dikkat çekici resim. Doğru sayfaya. Yeter ki sayfanız, yazma ritminizi aşan bir zaman ölçüsüne ayni yazı ile taşmasın. Yeni bir şey koyun, okuyucuya yeni bir oyuncak uzatın. İçeriği, mesajı, kalitesi önemli değil.

Bunu yapamıyorsanız, bu öğütlere göre, iyi bir blog yazarı olmanız mümkün değil.

İşte mesele burada. Ben bunu yapamıyorum. Benim yazmam için, eskilerin “ilham perisi” dediği nazeninin beni burnumdan öpmesi veya yenilerin tabiriyle “esinlenmem” gerek. Herhangi bir konunun, herhangi bir olayın, içimde bazı kapıları açması, kafamda ve yüreğimde bazı rüzgarları estirmesi gerek.

Beynimin içinde o meşhur emrin bir başka türlüsünün çın çın çınlaması gerek: “Yaz!!”

Ancak bu çağrı beni klavye başına oturtabiliyor. Ve bu çağrının kendi ritmi var, kendi istediği bir zamanlaması var. Asidir de. Katiyen beni dinlemiyor.

Yok öyle, vakti geldiği için bir şeyler karalamak.

Ne olurs

a olsun, herhangi bir konuda üç beş satır sıralamak.

Her hangi bir gazeteden, her hangi bir haberi üç aşağı beş yukarı kopyalamak.

İşte bu sebeplerden anladım ki, bu ölçülere göre ben kötü bir blog yazarıyım!

Belli aralıklarla, sadece vakti geldiği için, ne olduğuna bakmadan, sadece yazmak için yazmama olanak yok. Bazen sık yazarım, bazen günlerce hatta haftalarca yazmam. İstikrar yok, aramayın.

Yazının başında sözünü ettiğim ifşaatı okumuş oldunuz böylece.

Kendimden söz etmiştim tabii ki.

Pardon, ya

siz ne zannetmiştiniz?

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..