Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '11

 
Kategori
Eğitim
 

Köy Enstitüleri

Köy Enstitüleri
 

Köy Enstitüleri kapatıldı ne oldu?
06/03/2011 

Duyduğumuz, üstün körü okuduğumuz bilgilerin, olayların içine girmeden baktığımızda onun bizdeki etkisi de sıradan oluyor haliyle.
Geçen hafta bir arkadaşımın da teşvikiyle bir belgesel izlemeye gittik.
Belgeselin adı “Hasanoğlan Onurumuzdur” belgeselin sonunda ve çeşitli yerlerinde gözyaşlarıma mani olamadığımı söylersem sanırım bu çok da abartı sayılmaz.
Köy enstitüleri geçtiğimiz günlerde çok sık eleştirmeye başladığım eğitim sistemimize yönelik olarak bana ilaç gibi gelmişti diyebilirim.
Aradığım eğitim ruhu işte buydu. Ezberciliğe dayanan öğrencinin başarısız olmasının ölçütü aslında sistemin kendisinden kaynaklanan eksikliklerden kaynaklandığını değil öğrencinin yaratıcılığını baskı altına alan ortaya çıkarmayan bir sistemin kurbanları gün geçtikçe çoğalmaya devam ediyordu. Bu kurumlardan sayısal yönü iyi olan öğrenciler ‘başarılı’ diğerleri diye tanımlanan sağ lobları gelişmiş kişilerin çoğu dişlilerin arasında kaybolup gidiyorlardı. Onlara uygun bir öğrenme ve uygulama imkânı olsa kim bilir ne çok sanatçıya kucak açmış olacaktık onları öldürmeden önce.
O gün yani belgeseli izlediğimiz gün bir grup arkadaşla beraber güzel keyifli bir yemek eşliğinde şahane bir sohbeti de ekleyerek ‘o an’ geleceğe anlam ve önem damgasını basmıştı.
Belgeselle yetinmeyip bir kitap da okumaya başladım bu arada.
Kitap köy enstitüsünü bitiren bir öğretmenin kendi kaleminden anlattığı anılarını içeriyordu. (Arif Baş’ın kaleminden “Köy Enstitülü Yıllarımla Anılarım” Martı Yayınları)
Gerek belgeseli seyrederken gerekse kitabı okurken iç benliğimi mutlu kılan azim ve hiç yoktan yaratırken, yılmamanın inanılmaz gücü kendimle özdeşleştirdiğim yaşama gücüyle aynı hızda gitmesi beni konunun kenarında değil içinde olmaya yönlendirdi.
Eğer elinizde yeterince imkân varsa bunu bir şekilde değerlendirir ve başarılı hatta başarısız dahi olabilirsiniz.
Hiç yoktan hem de tam ağaç yaşken eğilir denilen bir zamanda yatılı bir okula gelip okulunun inşaatında bilek gücünü de kullanıp çalıştığın bir yerde okumak çok az insana nasip olur.
Bunu tabi yerenlerde vardır kuşkusuz bir öğrenci okulun yapımında çalışırsa bu bir şans mı diyebilir siniz? Bir öğrenci ektiğini, biçtiğini yiyor. Bizzat uygulama bahçesinde tarımla uğraşarak bir zanaat edinerek ve bu arada kültür dersleri ile de donanarak kendi kişiliğini, benliğini buluyor desem itiraz edenler de olabilecektir.
Öğrenci iş içinde eğitimi yaşayarak öğreniyorlardı.
Yüzde 25 teknik dersler; kızlar, biçki-dikiş erkekler, marangozculuk, demircilik yöreye uygunsa balıkçılık, arıcılık gibi çeşitli zirai teknikleri bilen öğretmenler yetiştiren bir yapı.
Savaş yıllarıydı ve ekmek gramla veriliyordu.
Öğrenciler bütün gün yorgunluğun üzerine gramla verilen ekmek, nohut ve bulgur pilavı ile karınlarını doyurmadan sofradan kalkıyorlardı. Mutluydular hayatta bir yerleri vardı. Onlar geleceğin eğitimli öğretici kadrosuydu. Bu kurumlarda tam bir adalet ve eşitlikçi ruhla yetiştiriliyorlardı.
Hatta buna güzel bir örnek var. Bir gün okulu ziyarete gelen üst düzey bir yetkiliye farklı yemek çıkarılmasını öğrencilerin bazı olayları müzakere etmek için rutin toplandıkları bir oturumda dile getirirler.
Yetkili müdür söz alıp gelen konuğumuz şeker hastasıydı onun için ona farklı yemek sunuldu. Sizin arkadaşlarınızda hasta olunca onlara farklı yemek çıkarttığımız gibi karşılığını verince sesler ve tepkiler cevap bulmuş böylece.
Şimdiki koşullarımızı gözümün önüne getirince pısırık, sesini yükseltmeye cesaret bulamayan bırakın öğrencileri koca insanlar bile hakkını savunamaz bir zihniyet içersindeler. Ne kadar ileriymişiz bu konuda o zamanlar demekten kendimi alamıyorum.
Tabi bu işleyişin oluşumunda; eğitimbilimci, Köy Enstitülerinin mimarı ve dönemin İlköğretim Genel Müdürü; İsmail Hakkı Tonguç, nam-ı diğer TONGUÇ BABA’dan başkası değildir.
Yayınladığı genelgelerin birini okuyunca donup kaldım şu anda bile böyle bir muameleye ters binlerce örneği okuyup duyarken o diyordu ki “ Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, kötü söz söyleyemez. Eğer bu eylemlerden bir tanesini dahi yaparsa öğrencinin de aynı şekilde mukavele etmesi hakkıdır”
Bilgiyi teorik olarak okuyup geçmeye dayanmıyordu. Şimdi sorarım size hangi öğrenci 25 klasik eseri okuyor. Tarım dersi eğitimin yüzde 25 ini kapsıyor öğrenci bizzat çalışarak, uygulayarak öğreniyor.
Serbest okuma, tartışma saatleri, hele de her öğrencinin bir müzik aleti çalması beni inanılmaz etkiledi.
* * *
Olacak şey değildi artık bu kadarı da fazlaydı. Bu başarıdan rahatsız olan çevreler zehirli mantar misali bitiyordu bir yerlerden. Bir takım güç dengelerini ellerinde bulundurmak isteyen içimizden birileri ya da ötekiler ya da dış güçler hepsinin aleyhineydi bu muhteşem yenilikçi ve çığır açan ruh…
Ne yani köylüler okuyacak, onlar köy ağalarının rızkını kesecek kabul edilir yenilir yutulur bir şey değildi. Önce mal mülktü. Gerisi kılıfa kalmış…
Bir kesim diyordu ki; bu yuvalarda erkek- kız yatılı olmaz. Geleneklerimize ters. Hâlbuki köyün paylaşım ve imececi yönüne de tamamen ters bir yaklaşımdı. Köyde gençler bir grup olarak daha uzak yerlere gider ekip- biçme yada hasat toplamada onlar kız-erkek olarak düşünülmez tek bilek olarak düşünülürdü.
Kimi dedi ki- milliyetçilik ruhuna uyumuyor. Soruyorum oralardan mezun kaç öğretmen vatan haini çıkmıştır.
Bir diğer kesim de sözüm ona sosyal adalet içersinde öğrencileri ağır işlerde çalıştırarak bu sistemi bir çeşit köleliğe benzetiyorlardı.
Asıl sorulması gereken yani enstitüden mezun olan kişilerin nasıl ülkeye aydınlık bir ışık olarak yayılan gencecik öğretmenlerdi.
Onların da kuşkusuz bu bağlamda söyleyecek iki çift lafları vardı. Hatta öyle ki, bu sözleri, konuşmaları da aşarak kitaplar haline dönüşecekti.
Belgeseller çekilecekti.
O belgesellerde denecekti ki- biz köyümüzde de çalışacaktık.
O okullardan mezun olarak kültürlü, üretken kendimize ve milletimize faydalı birer genç olarak yetiştik. İzleyenlerden bazıları gözyaşlarını tutamayıp dışarı bazıları da içlerine akıtacaktı.
Köylünün her şartta gelişmemesi, geri kalması gerekiyordu. Bu da birçok çıkar sahibi çevrelerin işine geliyordu. Dış taraftan destekli kesimin her halükarda işine gelirdi de orayı anladım da. Peki, ülkemizin kalkınması, ilerlemesinin önüne set çekmek hangi ideoloji ye sığıyordu. En önemli şey vatanın ve milletin çıkarları, gelişmesi kalkınması değil miydi?
Ezberci bir eğitim sisteminden çıkan ben neler söylüyordum. Köy enstitülerini okuyarak, araştırarak zihnim açıldı sanırım affetsin çıkar sahiplerim… 


e-mail:belginturan@gmail.com 

http://www.haber24.com/BELGIN-TURAN/3-322/Koy-Enstituleri-kapatildi-ne-oldu.html 

http://www.urfapress.com/haberoku.php?id=22213 

 
Toplam blog
: 439
: 512
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Lisansını Anadolu Üniversitesi/ İşletme Bölümü ve Anadolu Üniversitesi/ Sosyoloji Bölümlerinde “O..