Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '15

 
Kategori
Eğitim
 

Köy Enstitüleri

Köy Enstitüleri
 

Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü


1935 verilerine göre 16 milyon nüfusun 12 milyonu köyde yaşıyordu. Cumhuriyet’ten önce köylerde okuryazarlık oranı çok düşüktü.40 bin köyün 35 bininde öğretmen yoktu. Okuryazarlık eğitimine köyden başlanmalıydı. Ülkenin kalkınması, gelişmesi iyi yetişmiş insan gücüyle gerçekleşebilirdi

1924’te Türkiye’deeğitimle ilgili incelemeler yapan Amerikalı eğitimci John Dewey raporunda: Nüfusun çoğunluğunun yaşadığı köylülerin gereksinmeleri göz önünde bulundurularak tarıma önem veren öğretmen okullarının açılmasını öneriyordu. Daha da ileri giderek bölgelere, bölgenin koşullarına göre öğretmen yetiştirmenin daha yararlı olacağını ileri sürüyordu.

Köy Enstitülerini zorunlu kılan Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki okuma yazma durumuna göz atmak gerekir:

Cumhuriyet’in ilk yıllarında okuryazarlık oranı çok düşüktü; %10 bile değildi Türkiye, harf devriminin ardından başlatılan okuma yazma seferberlikleriyle okuryazar sayısını her geçen yıl artırdı. 1927'de %11 olan okuryazarlık oranı 1940'larda   %20 civarında. Bu oran, 1950'de % 33,6'ya, 1960'ta %39,5’e, 2008 yılında  %85.71’e, 2013’te%95.78'dir 

Okuryazarlık oranını yükseltmek için köy öğretmenine gereksinme vardı. O yıllarda, 5 yıllık ilkokulu bitiren köy çocukları, Köy Enstitüleri’nde 5 yıllık bir eğitim –öğretimden sonra köylere öğretmen olarak dağılmışlar; Anadolu’yu aydınlatmış, her konuda köylüye yardımcı olmuşlardır. Okuryazarlık oranının düşük olduğu o yıllarda öğretmen, köyün sorunlarına eğilmiş, gücü oranında çözmeye çalışmıştır. Sözgelimi, köylünün askerdeki oğluna, köylünün ağzından mektup yazmıştır.

İstatistiksel verilerde de görüldüğü gibi 1940’lı yılların zor koşullarında okuryazarlık oranı, Köy Enstitüleri’nin kapanışı olan 1950  ‘ye değin % 13,6 artmıştır. Bu artışta en önemli pay,Köy Enstitüleri’nde yetişen öğretmenlerindir.

Bu gelişmeyi yakından izleyen Şevket Gedik oğlu şöyle diyor:Bu gelişim çizgisi üstünde ve 1933’te eğitimi iş ve meslek açılarından ele alan iş okullarında, yeni okulun yeni öğretmeninden, üretici çiftçi sınıfının teknikle donatılmasından yana bir eğitimci belirmektedir.

Tonguç,”İş ve Meslek Terbiyesi”adlı kitabında,eğitim sistemimizin yetersizliğini, uydu bir eğitimle gençlerimizi eğittiğimizi söyleyerek, eğitimini, % 80 nüfusunu köyde barındıran bir ulusun okullaşması eğitimi ve öğretimi köye ve köylüye göre olmalıdır. Öyleyse okullar, iş okulu olmalıdır. İş eğitimine yer veren okullar, köylülerin üretimini artırarak ekonomik, politik yapısını geliştirecek şekilde olmalıdır.der.

Her konuda olduğu gibi eğitim ve bilim konusunda da Atatürk yolu, batıl, dogmatik, şeriatçı düşüncelerden uzak; aydınlık yoldur. KöyEnstitüleri’yle, bu yol açılmıştır. Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesi,28 Aralık 1938’de milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çalışmalarıyla uygulama alanına konulmuştur. Tonguç, 1935’te İlköğretim Genel Müdürü olunca düşüncelerini gerçekleştirmek için 1937’de ilk deneme okulunu İzmir Kızılçullu’ da açar.1939‘a dek okul sayısını üçe çıkarır. Denemelerin sonuç vermesiyle 17 Nisan 1940’da 3830 sayılı yasayla da ilköğretim seferberliğinin devletçe halka yayılmasını sağlar.

1940 yılından başlayarak, tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında Köy Enstitüleri açıldı. Türkiye'de seçilen şehirlerden uzak ancak tren yollarına yakın tarıma elverişli 21 bölgede köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmek üzere açılmıştı. Öğretmenler köylülere hem örgün eğitim verecek, okuma yazma ve temel bilgileri kazandıracak hem de modern bilimin tarım tekniklerini öğretecekti. Öğretmenler gittiği yörelerde bilinmeyen tarım türlerini de köylülere öğretecekti. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine iş için, iş içinde eğitim ilkesi uygulanıyordu. Her Köy Enstitüsü’nün kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin %50'lik bölümü temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Geri kalanı ise uygulamalı eğitimdi

1940-1946 arasında köy enstitülerinde 15.000 dönüm tarla tarıma elverişli hâle getirilmiş ve üretim yapılmıştı. Aynı dönemde 750.000 yeni fidan dikilmişti. Oluşturulan bağların miktarı ise 1.200 dönümdü. Ayrıca 150 büyük inşaat, 60 işlik, 210 öğretmen evi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santralı, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmıştı. Sulama kanalları oluşturularak enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftliklere sulama suyu, öğrenciler tarafından getirilmiştir.

Köy enstitü mezunu öğretmen, köyün öğretmeni olduğu kadar tarım, inşaat alanında da köye örnek, köylüye yardımcı olmuştur; çünkü bu okullarda öğrenci aynı zamanda iş eğitimi de alıyordu Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdürü, Rauf İnan anlatmıştı:Okul bitirme sınavlarında, öğrencilerin bir bölümüne “kümes yapma” görevi verilir. Gece, evimin zili çalındı. Bir öğrenci, diğer grup bizim çimentomuzu çalıyor, dedi. Görev bilincine ve sorumluluğa bakar mısınız? Bir grup öğrenci, daha iyi kümes yapmak için çimento çalıyor, diğer grup öğrenci de yapacakları kümesin başında nöbet tutuyor.

Öğretmenlik yaptığım Acıpayam’da da Köy Enstitülü öğretmenler vardı. Onlardan biri de Yaşar Çelikkın’ dı. Evini kendi yapmıştı. Bir bölümünü de öğretmenlere kiraya veriyordu.

Köy Enstitüleri’nde 1.308 kadın ve 15.943 erkek toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Fakir BaykurtÜmit KaftancıoğluTalip ApaydınMahmut MakalMehmet Başaran,Pakize TürkoğluHatun Birsen BaşaranAli DündarMehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir

Enstitüler, klasik öğretmen okulu mezunu vermeyeceklerdi. Mezunların yükleneceği görevi Köy Enstitülerinin mimarlarından dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel şu özlü sözleriyle ifade etmişti: “Biz, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verene dek, doğumundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hâkimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, köye devrimci düşüncenin adamını göndermeyi isteriz.

Yenilikçi, ilerici, çağdaş, bilimsel düşüncenin adamları, Köy Enstitülerinden yetiştirilecekti. Peki, bu düşüncenin adamları bunu nasıl başaracaktı? Bunun yolunu da, adı enstitülerle bütünleşen Tonguç şöyle özetliyordu:“Köylüye bir şey öğretebilmek için ondan birçok şey öğrenmek gerekir. Köylüyü anlayabilmek, duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lazımdır. Onun içtiği sudan içmek, yediği bulgurdan yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir.”Tonguç’un Köy Enstitüleri’nde yetiştirdiği öğretmen, köylüyü anlamaya çalışmış, onun yaptığı işlerde ona örnek ve yardımcı olmuştur.

Köy Enstitülerinden yetişeceklerin niteliği elbette bunlarla sınırlı değildi. Laik, ulusal, uygulamalı ve karma eğitim verilen bu kurumlarda, özgüveni yüksek, eleştirel düşünebilen, sorun çözebilen ve “Cumhuriyet için fedakâr olabilen” gençlerin yetiştirilmesi ana hedefler arasındaydı.

Köy Enstitüleri neden kapatıldı?

Bu soruya yanıt olabilecek en saydam açıklamalardan biri, dönemin CHP Milletvekili Kinyas Kartal’dan gelmişti. Aynı zamanda toprak ağası olan Kinyas Kartal, yıllar sonra, Köy Enstitülerinin neden kapatıldığına ilişkin soruya şu açıklamayı getirmişti:

Köy Enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık.”Kinyas Kartal’ın açıkça belirttiği gibi Köy Enstitülü öğretmenler köylüyü bilinçlendiriyordu. Köylünün bilinçlenmesiyle ağların, şeyhlerin, cemaatlerin egemenliği son bulacaktı

“ Köy Enstitüleri” 1940 da yasallaşarak Türk Eğitim tarihinde bir eğitim devrimi başlamıştı. 1942 de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılmış ve 1946 da sayıları 21 e ulaşmıştı. Kuruluşu üzerinden 6 yıl sonra programları ve dersleri değiştirilmiş, 1950 yılında da kapatılma sürecine giripHasan Ali Yücel'den sonra Milli Eğitim Bakanı Olan Reşat Şemsettin Sirer zamanında Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüştür. Bu okullar da Demokrat Parti döneminde 27 Ocak 1954'te kapatılmıştır.

Köy Enstitüleri kapatılmakla, “Devrimci düşüncenin adamını” yetiştiren kaynak kurutuldu. Böylece Türk aydınlanmasının, yurdun tüm kılcal damarlarına yayılması engellenmiş oldu. Sonrasında olanları zaten biliyor, konuşuyor, yazıyor ve yaşıyoruz. Köy Enstitüleri kapatılmakla Türkiye ne kaybetti? Bunun yanıtı, tartışılmayacak kadar açık. Bunun yanıtı, boşalan köylerde, cemaatlere teslim edilen varoşlarda. Bunun yanıtı, mahalle baskısının ve cemaatlerin gücünün hangi boyutlara ulaştığını gösteren araştırmalarda.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü eski müdürü Rauf İnan ve Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Köy Enstitülerinin kapatılmasının Atatürk Devrimleri karşıtlarınca başlatılan bir Karşı Devrim hareketi olduğunu söylemişlerdi.( Mülkiye Dergi, yetmişleş Yılın Hesabı;

12 Eylül Karşı-Devrim , Hıfzı Veldet Velidedeoğlu)

Köy Enstitülerine yöneltilen ve kapatılmaları ile sonuçlanan belli başlı eleştiriler birkaç ana başlık altında toplanabilir:

Enstitülerde öğrenciler tek tip üniforma giyiyordu. Bu ve benzeri nedenlerle enstitülere komünistlik suçlamaları yapılıyordu.

Kız öğrencilerin erkek öğrenciler ile karma eğitim görmesi, sonu gelmez dedikodulara neden oluyordu.

Köylülerin, okul ve enstitü inşaatlarına yardım yapma zorunlulukları vardı.

Köylere atanan öğretmenler yörenin toprak ağalarıyla sorunlar yaşıyorlardı. Toprak sahiplerinin durmaksızın Ankara'ya baskı yapmalarına neden oluyordu.

Öğrenciler yönetime katılıyorlardı.

Köy Enstitüleri kapatılmasaydı:

Eğitimimiz yazboz tahtasına çevrilmeyecek; araştıran, inceleyen kuşaklar yetişirdi

Köylümüz bilinçlenecek, sorunlarına pratik çözümler bulma becerisini kazanır, ağalık, şeyhlik, tarikatçılık tarihe karışırdı.

Tüketen değil, üreten toplum olurduk.

Soyut kavramlarla, ümmetçilikle toplum uyutulmaz; çağdaş, pozitif bilim yaygınlaşırdı.

İnsanlar, evlerindeki en küçük su, elektrik arızası için usta çağırma gereksinmesi duymazdı.

Okuma özürlü değil, okuma alışkanlığı olan bir toplum olurduk.

Daha çok kütüphanemiz olur;77 milyonluk ülkede kütüphanelerimizde kayıtlı 1 milyon okur değil; 10 milyon olurdu.

Demokratik, sosyal, hukuk devleti sözde değil, özde olurdu.

Paralı eğitim olmazdı.

Devlet üniversite gençliğine değer verir, sahip çıkar; üniversitelerimiz bilim yuvaları olurdu.

Bilinçli, özgüveni olan gençler yetişirdi

Köyden kente göç olmazdı.

İşlenmeyen toprak kalmazdı.

Tarım ürünleri ithal etmezdik.

Kıyılarımız, ormanlarımız, yer altı kaynaklarımız yağmalanmazdı.

HES için akarsularımıza el konulmazdı.

Akkuşu, atom enerjisi için Ruslara bırakılmazdı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..