Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Şubat '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Köy tavuğu musunuz, makine tavuğu mu?

Köy tavuğu musunuz, makine tavuğu mu?
 

Köy tavuğu olmak özgürlüktür..:)


Bugün bir Hava Kargo Taşımacılık firmasına gittiğimde güzel bir şirketle karşılaşıyorum. Kapısında güzel bir  logosu olan. Biraz beni bekletiyorlar sonra şirket sahibi olan beyefendi ile beni şirketin en üst kısmında, kendi için ayırdığı belli olan ofisinde(ofisten çok kartal yuvası hissi veren kartallar yüksek uçar sözünü biliyor olmalı gibi saçmasapan bir düşünceyi de aklıma getirterek bana) nerdeyse pijamaya benzer bir eşofman ve kazak eşliğinde karşılanıyorum. Gerçi bu fiziki durumu bu kartalın uçuşunu inişe geçiriyor kafamda…

Biraz tedirgin oturuyorum bana gösterilen koltuğa. Samimiymiş tarzında adetten olan halhatır sorulup bizim yayınımızla ilgili bilgi veriyorum. Adam sürekli esniyor karşımda, yayıldıkça yayılıyor koltuğunda. Elindeki tesbihle kurtlar vadisini çok seyretmiş olmalı ki oradaki baron havalarında tarzı.  Masanın üstünde koca bir ünlü parfüm markasının çantası ve çantasından çıkarılmış en büyük boy o parfüm. Rahatsız oluyorum bu rahatlığından adamın ve uykudan mı uyandırdım, afedersiniz demek istiyorum ama diyemiyorum nezaketsizlik etmemek için. Biraz bilgi veriyorum yayınımızla ilgili. Çıkardığımız kitabı görmek isteyip, alıp, inceliyor. Sonra bir telefon geliyor. Konuşuyorlar bir süre ve karşıdaki sese ’’babacım,tamam sen kıl namazını ben seni aldırayım’’ cümlesiyle telefonu kapatıp , sağı solu arıyor telaşeyle. (Bana pardon falan demek yok bu arada, büyük patronumuz adamlarını arıyor, telaşesi varsaydığı büyük işadamlığından da büyük.) ’’Ö.S.gelecek benim Range Rover’ı alın’ emrini veriyor  adamlarına ancak sanırım araba meşgul olduğundan ’’o zaman benim bmw’i çıkarın garajdan, gidin alın oğlum bekletmeyelim o şimdi hazır olur’ diyor ve 15-20 dksı telefonda geçiyor, Ben kedi gibi koltuğumda sessizce bekliyorum sabrederek filmin sonunu pijamalı,tesbihli zat-ı muhterem karşısında…

Aslında bizim yayınevi bu randevunun zamanı  ile ilgili hatalı davranmış, randevu saati erken verilmiş ve bana geç haber verilip saat hatası nedeniyle özür dileyerek birkaç saat sonraya bu randevuyu almışlar bana. Yani adamı saatler öncesinde bekletmişiz geleceğimizi söyleyerek belki de gıcıklığına böyle beni umursamaz davranıyor, Ben de son derece hoşgörülü ve aslında sabırlı olmaya çalışıyorum adamın davranışları karşısında. İçimdeki ses ‘’siz yoğunsunuz biz başka zamana erteleyelim bu görüşmeyi,müsadenizle’’ demek istiyor. Ama kusurlu bahanesiyle mazlumu oynuyorum bu görgüsüzlük ve tepeden bakan,umursamaz tavrı karşısında büyük patronumuzun.

 Birçok kişinin kendini önemli kılmak için nedendir bilinmez toplantı tabir ettiği, benim görüşme dediğim bu  zaman dilimine girer girmez ben telefonumu kapatırım yada sessize alırım karşımdakine saygımdan.İç sesim susmuyor:’’Kendi geldiğimden beri zırzır çalan telefonlarına bakarak ne kadar meşgul bir işadamı olduğunumu bana ispat etmek istiyor acaba? Benim kendine gelene kadar ne koca koca patronlarla, ünlülerle görüştüğümden habersiz belli ki’’diye düşünüp egomu şişiriyorum tahammülümü arttırmak için olan bitene. Kendime ve sabrıma kızıyorum ve beni hangi tavırla,nasıl savacağını da görmek istiyorum sabırla. Bazı durumlarda oyunculardan biri de olsam, oyunun sonunu merak ederim interaktif bir oyuna katılmanın verdiği heyecanla…Sonra  beni bekletmenin hazzıyla baklayı çıkarıyor ağzından… önceden sizi reddetmiş bir sevgilinin geri dönüşüyle intikamınızı alıp onu ortada bırakmanın sonsuz rahatlığı ve huzuru  var adamın tavrında…

‘’Ben bu yayında olmayı düşünmüyorum’’diyor.’’Neden acaba’’diye tüm kibarlığımla açıklama bekliyorum, olan biteni de görmemiş aptal sarışınlığıma vermesini dileyerek.. ’’Bu benim tercihim’’’diyor. ’’Keşke buna sizden randevu aldığımızda karar verseydiniz, biz randevuya yayına almak üzere geliyoruz,bilgi vermek için değil’’diyorum. ’’Üzülmenize gerek yok ben yayında olma taahhütü vermedim size, talep sizden geldi, bu benim kararım’diyor. Bu kişiyle lafı uzatmanın manası varmıdır? Yaptığı saygısızlığın üstüne yenilerini eklemek dışında ve gelecek misafirini düşünmesi dışında adamdan benim gönlümü almasını mı bekleyeceğim? Ya da canına değecek  iki çift laf etsem, anlar mı o dilden böyle bir adam? ’’Peki, bana zaman ayırdınız’’’diyorum alay edercesine bir kibarlıkla. Ama oralı bile değil zaten,beni uğurluyor. Birgün belki öğrenir diyorum…Elinde tesbihi, misafirinin namaz saatini bile düşünüp, namazını kıldıktan sonra misafirinin ayağına hangi marka arabasını göndereceğini şaşıran kişilerin ayağına kadar randevu ile gelmiş misafirlerinin kim olursa olsun karşılanma adabını birgün öğrenebileceklerini umut ediyorum..

Canım eve girdiğimden beri sıkkın… Bugünkü saygısız tavır sanırım buna neden..Onca görüştüğüm değerli, ünlü kişinin beni karşılama adabı tersine çıkardığımız seçkin kişiler biyografi ansiklopedisinde, kitapta yayında olmayı bile hak etmeyen birinin hadsizliği, davranış bozukluğu beni incitiyor, kötü davranış kişiye aittir diye kendimi teselli etmeye çalışıyorum, bir saatlik görüşmede karşındakine adam olma dersi mi vereceksin diyorum kendime kızarak..Bunları düşünürken tv karşısında. uyuyup kalmışım,…

Sonra  gecenin bir yarısı bilgisayarımda yazılarımı yazarken bir arkadaşım sohbet penceresinden sanki ruh durumumu hissetmiş gibi  seninle bir şey paylaşabilirmiyim diyor   ve Sn .Üstün Dökmen’in  aşağıdaki bir alıntısını yazıyor:

 "iki tür tavuk vardır: birincisi köy tavuğu… köy tavuğu olmak biraz risklidir ama eğlencelidir. Sizi kedi kovalayabilir, aç kalabilirsiniz  ama aynı zamanda özgürsünüzdür, günleriniz keyifli geçer, sağda solda dolanıp durursunuz…

Bir de makine tavuğu vardır. makinede, annenizin tüyleri altında değil, lambaların ışıltısı altında gözlerinizi açarsınız dünyaya, kardeşlerinizle birlikte peşinden gidebileceğiniz bir anneniz yoktur.çok sıkışık bir düzen içinde hızla büyümeye başlarsınız, yiyecek sorunuz yoktur, sahibiniz sizi iyi   beslemektedir, kişisel gelişiminize önem verilmektedir; Ancak bu sıkışık ortamda size özgürlük de yoktur, piliç dolu alanın öteki ucuna gidip yeni arkadaşlarla tanışamazsanız, tek dostunuz, sürekli kanat kanata durduğunuz çevrenizdeki birkaç piliçtir.’’

 Çok hoşuma gidiyor bu benzetme…sonra bana soruyor: sen hangisisin? diye. Hiç düşünmeden ‘’köy tavuğuyum’’ diyorum düşünmeden ’’İşte ben köy tavuğuyum ama kedi de kovalayabilir, aç da kalabilirim,risk almadan olmaz, eğleniyor muyum arada evet, ya özgürlüğüm? Evet özgürüm,insanlar aklıyla onayladığı şeyleri yapıyorlarsa özgürdürler,o zaman şikayet etmeyeceksin’’ diyorum kendime. Kendime ve işime küskünlüğüm geçiyor barışıyoruz birden. Önemli olmaktan çok, değerli olmanız dileği ile…

 
Toplam blog
: 8
: 318
Kayıt tarihi
: 03.03.12
 
 

Düşün, üret, paylaş... Küçük bir sahil kasabasında büyümüş, farklı ülkelerde, mesleklerde, ortaml..