Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '18

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Köylü Köyüne...

Köylü Köyüne...
 

Kırca Mahallesi Camii


(Eskinin çalışanı, Bugünün ev kadını)

Temmuz ayının sonu, Ağustos ayının başı sıcakların bunalttığı günler. Denizli’de hava çok sıcak ve rutubetli, boğulacak gibisin. Geçen hafta sonu Kırca köyündeki yeğenimi yardıma gittim. Malum yaz ayları tarla tapan varsa bizim oralarda iş güç eksik olmaz. Benimde asıl gitme sebebim yeğenim bu sene çok ekmiş dikmiş. Yalnız işlerin altından kalkamıyor, biraz faydam olsun yardım edeyim diye gittim...

Neyse bende köy işlerini meraklıyım... Eee bizde toz, toprak içinden geldik. Köy işlerine hani ne bileyim iyi gelir tozla toprakla, bahçeyle uğraşmak. Rahatlarım yani, insanın özünü bulması gibi bir şey derler ya işte öyle garip bir duygu benimki.

Sabahın alaca karanlığında yola çıktım sabah erkenden indim. Kırca köyü malum Acıpayam yolundan birkaç kilometre içerde. Sabahın ilk saatlerinde ortalık tenha. Etrafta ve yolda sabahın ılık biraz da serin havasında uçuşan birkaç serçe haricinde de kimseler yoktu. Boş tarlaların içinden tozlar yükseliyordu, ara ara esen sabah rüzgarıyla birlikte. Günün ilk saatleri olmasına rağmen sinekler vızıldıyor başının etrafında. Namussuzlar dokundukları yeri de yakıyorlar sanki. Köy tarafından belli belirsiz bir tezek kokusu geldi burun deliklerimi! Ha bu köy uyanmış dedim…

Yolda giderken yaşadığım eski yeni hayatları süzdüm kendimce. Biz eskiden, güneşin sabah kızıllığını dağların arkasından yüzünü göstermeye başladığında, ilk günaydınları horoz seslerine karışan hayvan seslerini duyar öyle uyanırdık. Horozların ve hayvanların bütün köyü saran o berrak, o inilti sesleri basardı yeni gün yaşamının düğmesine.

Kıpırdanışlar, günün telaşı ağır ağır sararken uyku mahmurluğundaki insanlar, ahırdaki hayvanların tepişmesiyle mecburen erken başlanırdı yeni güne. Köyümüzde Otobüsü kaçırmak, işe yetişememek gibi stresi ağır koşuşturmalarımız olmazdı.

Neyse fazla konuyu dağıtmadan esas hikâyemize dönelim. Köyde bir kadının kahvede oturduğunu yeni gördüm. Şehirde kahve çalıştıran ve kahvelerde bayanlar görmek alışık olduğumuz durum ama köylerde böyle keyfiyet henüz yok. Kahvehanede oturan Bayan, Rahmetli Kırcalı Ramazan eniştemin akrabalarındanmış. Halime Hanımın Eşi de emekliymiş.

Halime Hanım, dobra dobra bir kadındı. Onunla yaptığımız söyleyişi sizlerle paylaşmak istedim.

Çünkü o sıradan bir kadın değildi ve onun ağzından çıkan sözleri hayretler içerisinde dinledim ve ondan duyduklarımı kayıt ettim. Önce sözlerini erkeklere sataşarak başladı. Dedi ki, “özellikle şehirlerde O kadar alışmışlar ki kadın cinsiyetini her konuda aşağı görmeye, mevkice kendilerinden yüksek ya da meslek sahibi kadınlara da dayanamıyor bu erkekler” diye sözlerini başladı.

Halime Hanım şöyle devam etti; “Eşim emekli olduktan sonra çocukluğumun ve gençliğimin büyük bir bölümünün geçtiği kendi köyümde yaz aylarını geçiririm. Genç kızken köyden nefret ediyordum. Köylü olup da şehirde yaşayan veya köyle bağları devam eden insanların özel olarak, acilen yaşam yerlerini yeniden gözden geçirmelerini istiyorum!” diye sohbetini derinleştirmeyi başladı.

- Halime Hanım, "Benim hikâyem toprağı, doğayı sevmekten ve özel sektörde çok çalışıp yorulmaktan başlayan bir hikâye ile başladı” deyip şehrin gürültüsünden, standart iş hayatından, e-posta'lardan ve bilgisayardan kaçıp köyüne geldiğini anlattı samimi sohbetinde.

- Dedim ya Halime Hanımın, dobra dobra bir kadın olduğunu. “Köyde, ister bugün yap işleri, ister yarın. İki çift laf etmek istersen komşuya git, bir kahve iç. Ev daralttı mı seni, çek kapıyı git dolaş. Yok, olmadı erkeklerle kapak oyunu kâğıt oyna. İstanbul’da öyle bir özgürlük yok. Köyde kadınlarda yoruluyor elbet ama kıyaslamaya girince sadece köy kadınlığı; şehirde çalışan bir kadının hayatıyla kıyaslayınca rölantide giden araba gibi kalıyor” dedi.

Baktım laflarının sonu gelmeyecek sözünün arsına girdim.

- Sizin gibi kadınların sayıları artsın,

- Bu köydeki kadınların senin gibi olmasını çalışın dedim.

- Güneş batarken ışık saçmaya çalışan kadınlar olsun bu köyde diye ikimizin muhabbeti koyulaşınca kahvehanedeki üç beş erkeğin bizi dinledikleri gördüm… Hele birisinin terleyen anlından burnun üzerine inen yaşlarını bile silmeden bizi dikkatlice kulak vermesi önemliydi.

- Onları da! “Yollarından çekilin ki sizde ışıksız kalmayasınız dedim!…

- Bizim köyde çocukluğumda çok şahit oldum. Köyde çocuklar küfürleri, büyüklerden öğrenirler. Hatta para verirler çocuklara; "Oğlum, şu amcana bi küfür et!" diye. Sizler böyle yanlış yönlendirmeler yapmayın Köyde sürekli yaşayanlar olarak güzel ahlaklı, model alabileceğin çapta kişiler olun”! Dedim onları...

- Halime Hanım, yaşadığı köy hayatının güzelliklerini ve özelliklerini tekrar anlatmayı başladı. “Kalabalıklar içinde kendini yapayalnız hissetmek yerine, bütün köy de insanlar aynı yüzlere aşina. Herkes bilir birbirinin şeceresini. Şehirle, köyün iş başı dediğin şeylerin sıralaması farklı elbette; Köyde alt tarafı tarlaya gideceksin. Bilgisayarların başında çalıştığım şirketlerin ağır sorumlulukları yüzünden beynime karıncalar inerdi. Köyde ayaklarıma kara sular iniyor sadece. İstanbul’da ekmek kavgasının ağırlığından sırtım çok kamburlaştı. Ha şehirde, ha köyde bu kamburlaşma olacak ama köyde ahırlardaki, ağıllardaki hayvanları tımar etmek, şehirdekilerden daha kolaydı bazılarını tımar etmekten”. Diye biraz ağır konuşunca yanımızda oturanlardan biri öğretmenmiş. Lafa karıştı. Sataştı Halime hanıma.

Ali Rıza Öğretmen, “Elinde nasır, ayağında kara çizme, lastik kokusu burnuna gelince mi? öğrendin köylünün kaliteli olduğunu?... Köylü kadını köylü adamı oluverirdiniz. Yanakların her gün yediğin taze sütten sebzeden meyveden kıpkırmızı olunca mı? Hatırladın cefakâr köyüne? Şehirde sosyete özentileri olmayı çalıştınız olmadı, köyde hanım ağa olmayı çalışıyorsun yemezler ” dedi.

Halime Hanım, Ali Rıza öğretmeni döndü gözüme bak dedi ona. “Sen diyorsun ki, sende herkes gibi olmalıydın, itaatkâr ve sessiz, ancak herkes gibi olmak istemeyenlerde çıkıyor bak zaman zaman. Benim öyle olmadığımı, görüyorsun ve biliyorsun be öğretmen. Ve biliyorsun ki, ben bir Anadolu’yum hep var olacak ve asla pes etmeyeceğim. Horozlar her sabah ötüyor yüreğimde, çünkü aslımı biliyor inkâr etmiyorum. Soyumu sopumu biliyorum, atalarımdan miras kalan en büyük değerim çalışkanlığım ve dürüstlüğüm. Ben vefasızlığı bilmem. Dahası için mi! zaman sadece zaman… ” dedi ve güldü. Böyle söyledi Halime Hanım, Ali Rıza öğretmeni.

Halime Hanımın la yaptığımız kısa söyleşi de onun hayallerinin olduğunu, yarına dair umutların yaşadığı yerde köyünde bile, barınmayan özelliklerinin olduğunu, öğretmenin bile bu insandan kurtlandığını gördüm, öğrendim. Orada bunları yaşadım. Ne yapalım yani, her hayal ettiğine erişeceksin diye kural mı var, zaten.

Kendi kendime dedim ki, Köydeki erkeler onunla adam gibi, samimice İki laf edebilselerdi keşke.

Sıkılıyorsun...

Niye mi? Tabi ki bir öğretmenin bile ufkunun darlığını hazmetmek yutmak bunaltıyor insanı.

Derin bir off çekmek geliyor içinden.

Halime Hanım; Yaşamın kaynağı toprakla, yaşayan her canlıya hayat veren insanın halinden en iyi anlayan su gibi bir köylü kadınımız. Dahası mı? Alçakgönüllü bir hanım efendi... Doğanın içinde, çevreyle, tüm canlılarla barışık yaşamasını bilen harbi bir kadın; ben bunları onun için beynimde sıralarken bana dedi ki;

-“Sağlam bir gerçekçiliğin sahibiyim. Hiçbir şeyden korkmam. Mücadeleyi severim. Sevdiğim her şey için, en çok da özgürlüğüm için… Yeter ki haklı olduğumu bileyim. Ne çok ceza çeşidi var biz kadınlar için hayatta değil mi? Evliliğiniz de mutsuz musunuz? Kır dizini otur, annesin sen, mecbursun çekeceksin! der annen baban...

-Anadolu insanı olmaktan gurur duyuyorum ama insan olamayanların arasında bocalıyorsun. Biri bitip diğeri başlayan dertlerimden daha kendime gelemedim. Kendimi kabul ettirdim köyün kadınlarını ve erkelerini ama hayallerimi gerçekleştirmenin adımlarını atabilsem bi! Kurduğum hayallerin zipli file içinde sağa sola dönüp durduğunu görüyorum.

- O çokbilmiş şehir fakirlerinin arasından kurtuldum ya şükür ediyorum. Başını yastığa koyduğum anlarda düşündüğüm hayallerim belki bir gün Kırca köyünde gerçekleştiğini bende görürüm…” dedi

Son olarak, Ben de Halime hanıma; “köy sessiz, sakin değil. Hak bellediğin yoldan asla geri dönme kardeşim” dedim.

Bu yazıyla köylüleri suçlamıyorum. Köyde yaşamanın doğası bu. Çünkü toprak insanın düşüncesine hep saygı duyarım. İlk insan neyse son insan da aynı. Ben sürekli köyde yaşasam onlar gibi olup olmayacağımı bilmiyorum. Neyse, köylüleri köylerinde bırakıyorum.

Sevgi ile kalınız!

Recep ASLAN

 
Toplam blog
: 30
: 411
Kayıt tarihi
: 18.01.18
 
 

Denizli Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden emekli. Denizli'de Merkezde Yaşıyor. ..