Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Koyunpazarı, Atpazarı, Samanpazarı: Ankara..

Koyunpazarı, Atpazarı, Samanpazarı: Ankara..
 

Memleketim, Ankara'yı ziyâretlerimde, ilk fırsatta, özlem duyduğum; çocukluğumun geçtiği eski semtlere koşarım... İzmir'de ikâmet etmeseydim;belki bu kadar özlem duymayabilirdim oralara...

Hatta, son zamanlarda rüyâlarıma bile girmekteydi o güzelim semtler...

Bu sefer de öyle yaptım...Soğuk ve yağışlı havaya aldırmadan;biraz ticaret, biraz ziyaret amacıyla Ankara'mızın meşhur klâsik üçlüsü: ''At, Saman ve Koyun Pazarı '' Semtlerini ziyâret ettim...

Oraya gidişimizin öncelikli nedeni: ''Davulcu '' aramaktı...

Evet...''Davul-Zurna Ekibi '' !.. ''

''Neden ?..'' derseniz...Orta Anadolu insanımızın, en sevinçli günlerinde, düğünde, dernekte; bir açılış töreninde mutlaka davul-zurna ekibini görmek istemelerindendi. Bir yakınımın açacağı ticarî kurumun açılış töreninde de böyle davul-zurnalı coşkulu açılış töreni düzenlemek istemiştik...

Geçen yazın, oğlumun düğününde de mahallemizde ve Hisar'daki ''Kına gecesinde, ''çifte davul çaldırmamın'' nedeni de bu ''şerefli ve keyifli '' taleptendi...Bu isteğimizi zevkle yerine getirmiştik ve içimizde bir ukde kalmamıştı...Ayrıca Otel Düğünü de cabasıydı...

Bol Pazar'lı bu antik semte gidişimin ikinci nedeni de benim ayrılmaz bir parçam haline gelen EBRU çalışmalarım için otantik EBRU malzemelerimi ancak oradan tedarik edebilmemdendi...

Davulcularımızı bulmuştuk ve randevulaşmıştık...Ebru malzemelerim de tamamdı...Şimdi sıra bu güzelim yerleri doyasıya gezmeye gelmişti.

İlk işimiz, At Pazarı ile Aslanhane Camii arasında yer alan ve çocukluk anılarımda çok önemli yeri olan bir bakkal dükkanını aramak olmuştu. ''Çolak Yusuf Amca'nın Bakkalı ''...

Rahmetlik, Yusuf Amcamızın bir eli sakat olduğundan ''Çolak '' lakabıyla anılırdı...Dükkanında kahvaltı yaparken bir eliyle rafadan yumurtasını tutarken, diğer eliyle ekmeği koparmaya çalışırdı. Tabi ekmeği sıkarken yumurtasını da sıktığından, rafadan yumurta kırılır ve bileğinden aşağı akardı.

Bizler bu duruma çok gülerken O, çok sinirlenirdi...Gazozumuzu aldığımız gibi dışarı kaçardık. Yusuf Amca 'nın , büyük oğlu, okul arkadaşımdı. O, şimdi ünlü bir tıp profesörü...

Küçük oğlu ise, sonradan , çok genç yaşta, Türkiye gündeminde çok yer alan ünlü bir, ''.....Hoca '' olmuştu !..

Şimdi, o şirin bakkal dükkânının yerinde, ''yeller esiyordu''...Bulunduğu yere, koca bir banka binası yapılmıştı...

Zaman tüneline girmiş gibi, gezintimize devam ediyorduk...
......

Ankara'nın önemli ve eski yerlerindendir Samanpazarı. Her Ankaralı'nın bildiği Çıkrıkçılar Yokuşu, Atpazarı ve Konya Sokak bu bölgede bulunur. Çıkrıkçılar Yokuşu kumaş, giyim, ev eşyaları başta olmak üzere her çeşit ürünün satıldığı dükkanların olduğu, daha çok dar gelirli halka hitabeden, Ankara'nın ticari merkezlerindendir.

Samanpazarındaki, Neşet Ertaş'ın ''Saz Evi '' de yerinde yoktu...Yerinde, çirkin bir apartman dikilmişti...Lise öğrencisiyken Neşet Usta'nın yanına uğrardık.

Bize lahmâcun ısmarlardı ;meşhur türkülerinden ''Çığırırdı ''...

Güçlü'' tezenesine'' ;sesine, sazına hayran kalırdık...Yaşça büyük olmasına rağmen bizlerle her türlü sırrını paylaşırdı...O günkü yakın akrabalarından yakınırdı ve Almanya'ya gideceğini söylerdi. Nitekim, kısa süre sonra da gitmişti...

Koca Neşet 'ten dilimizde nameleri kalmıştı :

''Cahildim dünyanın zevkine gandım
Hayale aldandım, boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım

Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin...''


Atpazarı baharat, bakliyat gibi ürünlerin ağırlıkla satıldığı, kale girişindeki bölgedir. Konya Sokak ise elektronik eşya alım satımı yapılan, ev eşyası, çanta gibi ürünlerin toptancılarının bulunduğu merkezdir.

Çıkrıkçılar Yokuşu'nun hemen yanıbaşında Anadolu Medeniyetleri Müzesi, inişinde tarihi Suluhan bulunur. Ankara Kalesine de yakın olan bölge turistik bölge niteliği taşıdığı için hediyelik eşya, antika, halı kilim, bakır ürünler, çeşitli kumaşlar satan yerler mevcuttur.

Buradan Ulus meydanına da rahatça yürüyerek ulaşılıp, eski meclis binaları ve Ankara Palas'ın (devlet konukevi) olduğu caddede (Cumhuriyet Caddesi) bulunan metro istasyonundan ulaşım sağlanabilir. Heykelin bulunduğu meydandan otobüsle de Kızılay'a gidip gelinebilir.

Tarihî At Pazarı'nı, meşhur, Hüdayda Ankara Oyun Havası 'nın bestecisi:Sadullah şeref Erdoğdu, şâirane duygularıyla şöyle anlatır :

''Nalbantlarla çevrilmiş dört yanı
Ağam çek kıratı ahıra
Koca nalbant nallasın
Kayarını düzgün vurup parlatsın
Yelesin sağdan—sola,
Kız gibi atarken kırat
Keklik gibi seksin oynasın...''

Elli'li yıllarının sonlarına kadar Ankara, Kale ve çevresidir bir bakıma... Birkaç uygarlığın izlerini bir arada, barış içinde taşıyabilen eski Ankara’nın simgesi Kale’ninse açıldığı en zengin mekan, Atpazarı’dır. Dörtyolun düğümlendiği Ulus’tan, Anafartalar’a, oradan Samanpazarı’na ve nihayet Atpazarı’na ulaşılır.

Burası, Kale’nin 1080’lerden kalma saat kulesinin baktığı bir meydana açılır. Kuledeki saat, günde iki kez doğruyu gösterir lakin, Atpazarı esnafı, Prinç sokaktaki Ahî Elvan’dan, Hacı Bayram—ı Veli’ye; oradan Yesevi’ye ulaşan geleneğe bağlı olduğundan her adımını doğru bir yere atmaya çalışır.

Atpazarı’ndan, Hisar tepesinin yüksek kısmına, bu tepenin orta yamaçlarından başlayarak ovaya doğru yayılan mahallelerden inilerek Eski Ankara’yı oluşturan dar, dolambaçlı sokaklarında kaybolmak da mümkündür.

1950’lere kadar şehrin ağırlık merkezi burasıdır. Kent nüfusunun yarısından fazlası burada ikamet eder. Çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu gayri müslimler, ahalinin dörtte birine yakınını teşkil etmektedir ve çoğu esnaftır. Tarihi yapıların da çoğu Eski Ankara’da yükselir. Bugün birkaçı dışında hemen tümü, kaderlerine terkedilmiş bir haldedir.

Atpazarı meydanındaki Çengel Hanı hicri 939 yılda inşâ edilmiştir. Girişinde Çiçekdağ'lı dönerci Fehmi Usta’nın eski kilim ve halılarla bezenmiş mütevazı ama en leziz közde dönerinin sunulduğu lokantası yer alıyor. Çengel Hanı'nda , bir zamanlar Vehbi Koç’un ticari faaliyet yürüttüğü söylenmektedir.

İki katlıdır Çengel Hanı, ortada büyükçe bir avlusu ve avluya açılan onlarca odası bulunmaktadır. Dönerci Fehmi Usta, hanın restorasyonu için, bir yıl kadar önce Altındağ Belediyesinin ihale açtığını, yetmişbeş milyarlık ihaleye pek ilgi olmadığını, durumun sürüncemede olduğunu belirtiyor.

Bir harabeye dönen Çengel Hanının görkemli giriş kapısında, büyük, sade bir kapı tokmağı yer alıyor. İçeri süzüldüğümüzde, bizi, yüzyıllarca burada ticaret yapan, dinlenen, konaklayan insanların hatıralarından örülü bir rüzgar karşılıyor.

İçeri adım atar atmaz girdiğimiz tarihsel koridorda, sıvası dökülmüş duvarlarda, aşınmış ahşap merdivenlerde, erimiş zemin taşlarında, ya kırılgan bir yüz, gülümseyen bir ruh veya yüzündeki çizgilerle, alnında incileşmiş alın teriyle canlı bir tarihle karşılaşıyoruz.

Fehmi Usta, işi gereği girip çıkıyor avluya. Objektifimize takılan bir görüntü, sanki yüzyıllar öncesinden canlı bir hatırayı bugün temsil ediyormuşcasına canayakın, canlı ve uçucu bir resim veriyor.

Fehmi Ustanın köklü müşterileri var çok sayıda ve bunların çoğu, onun ifadesiyle, ‘Sıhhiye’den sonraki semtlerden’ geliyor. Leziz dönerinin yanısıra, otuz yıllık esnaflık tecrübesini de katıyor yemeklere.

Kırşehir’in Çiçekdağı’ndan, Neşet Ertaşların, Çekiç Ali'lerin, Toklumen'li Âşık Sait'lerin, Hacı Taşan'ların ikliminden geliyor. Neşet’ten söz edince gözleri ışıldıyor. ‘Niçin gitmez Çiçekdağı dumanın’ı' dinlerken yandaki çay ocağından dumanı üzerinde çaylarımız geliveriyor.

Fehmi Usta'dan ayrılıp aşağı inerken gözümüze ilk çarpan, çoğu iki katlı ahşap ve toprak evler oluyor.

Öteki Anadolu illerindeki gibi, bugün de Ankara’nın eski evleri hızla azalıyor. Yerine, biçimsiz betonarme yapıların yükseldiği bu güzelim evlere, tavan ve saçaklarında, birbirinden ilginç işlemelerin, çarkıfeleklerin yer aldığı yapıların tavanları kubbeli, sofaları geniş ve renkli ağaç kakmalarla bezeli.

Tarihçiler, onyedinci yüzyılda, şehrin hisar içinde altıyüz; dışında altıbin ahşap—kerpiç yapının varlığından söz ediyorlar. Çengel Hanı, Atpazarı’nda, toprak ve ahşap yapıların en görkemlilerinden biri.

Deri ve tiftik esnafına uzun süre evsahipliği yapmış. Ankara’nın simgesi haline gelmiş olan Ankara Tiftik Keçisi’nin beyaz ve parlak tüyünden, bir zamanlar sof ve şali denilen kıymetli kumaşlar dokuyan esnaftan bugüne kimse kalmamış.

Birkaç debbağ (derici ) , Atpazarı’nın kıyısında işini sürdürmeye çalışıyor. Daha çok Mısır’a ve çeşitli Avrupa ülkelerine ihraç edilen bu değerli kumaşlardan da eser yok artık. 19. yüzyıl başlarında 10 bin dokumacının yer aldığı Ankara çarşılarına, Buldan’dan, Rize’den ve Tokat’tan elişi dokuma ürünleri geliyor.

Atpazarı meydanındaki Kale burcunda antik saat, yüzyıllar öncesinden haberler verirken, altındaki Kale Taksi'nin şoförleri, kendilerine özgü sözlerle, Ergenekon'u tartışıyorlar.

Taksi durağının yanından itibaren surların dibinde Altındağ Belediyesine ait dükkanlarda kayısı, erik, vişne, üzüm kuruları, türlü yemişler satılıyor.

Dönerci Fehmi Ustanın altmışsekizden beri yaptığı köz dönerden yiyen yemiş satıcısı çocuk, yaklaşan müşterileri ilgiyle karşılıyor. Kış mevsiminin kuru soğuğunu umursamayan Alman turist de karışıyor dükkanlara. Aşağılarda daha çok, baharatçı, kumaşçı, sepetçi, davulcu ve antikacılara rastlıyoruz.

Sakinlerini, Şereflikoçhisar, Kızılcahamam, Güdül, Mucur, Kırşehir ve Çubukluların oluşturduğu esnaf zor günler yaşıyor. ''Ekomonik gıriz canımıza okudu.'' diyorlar...

Bakliyatçılar ve mutfak araç gereçleri satanlarda kısmi bir hareketlilik gözleniyor. Ihlamur, papatya, safran, zahter, hisbüsküs, püren, susam, defne ve reyhan satan Ali Rıza Bey’in dükkanına dalıyoruz.

Altmışa merdiven dayamış bu Ankaralı baharatçı da Atpazarı’nın ruhunu taşıyanlardan. Çarşının belki de tek davul imalatçısı Süleyman Doğan içeri buyur ediyor bizi. Ceviz ve gürgenden yapılmış, taze koyun derisi gerilmiş dizi dizi davullar var rafta.

Onunla ayaküstü söyleşiyoruz. Onbeş yıldır bu işi yapıyor Süleyman. ‘Çamaşır makinasının merdanesi gibi presten geçirilir’ diyor davul kasnağının nasıl yapıldığını sorduğumuzda bize. Fiyatları merak ediyoruz. ‘Elliden başlar’ diyor.

Bize ünlü davulcu ustalarının telefonlarını veriyor...''Yılana bile göbek attırır bu ustalar '' diye ekliyor...

Koyunpazarı sokağa giden yolun kavşağı burası. Aşağı doğru göz alabildiğine bir dizi dükkan ve alışverişe çıkmış insan kalabalığı oynaşıyor. Buradan Samanpazarı’na iniliyor. Ahi Elvan Camii de erken devir Osmanlı eseri. Karşısındaki Pirinç Hanı antikacılara ev sahipliği yapıyor. Kürklü kadınlar dolaşıyor ortalıkta.

Eski evlerin işlemeli ahşap kapı ve pencereleri, Mardin işi mangallar, sehpalar, bakır kaplar, sandıklar, gardıroplar, Çorum taşından yapılmış haşhaş havanları, Antepli ustaların elinden çıkma sürahi ve tabaklar, sandalyeler, oturma grupları, sedef işlemeli kıraat sehpaları, kilim ve heybeler, halılar, ahşap resim çerçeveleri, cam eşyalar ve daha nice ince işlenmiş güzellik ve aşk dolu eserler arasından geçiyoruz...

Yeni demlenmiş karanfilli birer çay içmek üzere çay salonuna gidiyoruz.

Atpazarı, bir adımda Ankara tepesinden başlayıp, Can Sokak'ta bitiyor ve bittiği yerde yerini başka insanlara bırakıyor. Zaman tünelinden içimiz burkularak geri dönüş yapıyoruz.

Yapılarla birlikte insanlar da değişiyor...Hatta ne gariptir ki iklimin bile değiştiğine tanık oluyoruz...Kirli, soluk, sisli bir şehir havası;soğuk renkli devlet binalarıyla bize çok resmî bakıyor...

Tarihî bir devir—teslim töreni yaşıyoruz...

Tarihi kucaklamak yerine ;tarihi kovan zihniyete öfkeleniyoruz... 

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..