Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '11

 
Kategori
Tarih
 

Kral öldü; Yaşasın Kral!

Kral öldü; Yaşasın Kral!
 

“Muhteşem Yüzyıl” dizisini seyrediyorsanız eğer, Kanûnî’nin annesi Hafsa Sultan’ı görüyorsunuz ama ya babası?... Kız olsun, erkek olsun, her çocuğun bir de babası olması gerekmez mi? Biliyorum; diyorsunuz ki şimdi:

“-Canım efendim; elbet Kanûnî’nin de bir babası var da… Ölmüş olduğu için, söz edilmiyor ondan. Oysa annesi henüz hayatta… Yaşıyor.”

Haklısınız… Aynen katılıyorum görüşünüze. Benim demek istediğim şu: Formatı icabı, Kanûnî’nin babasından, sanırım, hiç söz edilmeyecek bu dizide. Oysa, bu yiğidin babasını da merak edenler olabilir. İşte böyle düşünüp baba Yavuz Sultan Selim’den söz etmek istiyorum bugün: Hemen şunu söyleyeyim ki baştan, Fatih’in oğlu II. Sultan Beyazıt’ın oğlu olan Selim, babasını zorla tahtan indirip yerine geçen bir padişahtır ki, başka bir örneği yoktur tarihimizde. “Nasıl olmuş bu?” diye merak edenler için, açalım bu konuyu biraz:

Şehzade Selim, babasının Amasya Sancakbeyliği sırasında 1467 yılında doğar. An-nesi, Dulkadiroğlu Beyi Alaüddevle’nin kızı Ayşe Hatun’dur. Selim, ilk eğitimini Amasya’da alır. Arapça, Farsça öğrenir. Binicilik ve atıcılıkta ustalaşır. 23 yaşındayken Trabzon Sancakbeyi olarak gönderilir ve bu görevi 22 yıl sürer. Selim, Kırımlı Hafsa Sultan’la evlenir ve 1494’te şehzade Süleyman doğar. Babası, Padişah II. Beyazıt 62 yaşında iken, Şehzade Selim de 42 yaşındadır. İki erkek kardeşi daha vardır Selim’in: Şehzade Ahmet ve Şehzade Korkut… (Şehzade Mahmut da var ama ondan zarar gelmez; ölmüştür çünkü o.) Kardeşlerinden birinin kendinden önce davranarak padişah olması demek, kendisinin de, oğlu Süleyman’ın da ölmesi demekti. Ve Trabzon İstanbul’a çok uzaktır. Öyleyse?.. Bile bile ölümü beklemektense, ne yapıp edip kardeşlerinden önce tahtı ele geçirme-liydi. Ayrıca 1510 yıllarında kardeşi Ahmet’in taht şansının arttığı haberleri tâ Trabzon’a kadar gelmektedir. Güya, II. Beyazıt: “Benim padişahlık yapacak mecalim kalmadı. Kendi isteğimle tahtı oğlum Ahmet’e verdim. Padişahınız odur.” diyesiymiş vezirlerine. Bunu duyan Selim, hemen Kırım’a geçip Kırım Hanı’ndan askerî destek alarak Rumeli’ye gelir. Topladığı yeni askerlerle ordusunu güçlendirip İstanbul’a doğru yürür. Çorlu dolaylarında yapılan savaşta, babasının gönderdiği orduya yenilerek Kırım’a döner. Ancak, Yeniçeriler Ahmet’in değil, Selim’in padişah olmasını isterler. Bu nedenle Ahmet’i destekleyen paşaların konaklarına saldırıp yağmalarlar. Bunun üzerine Üsküdar’a kadar gelen Ahmet, geri dönmek zorunda kalır. Şehzade Korkut da alamaz, Yeniçerilerin desteğini. Rüzgârın kendinden yana estiğini gören Selim, Rumeli’den topladığı yeni kuvvetler ve İstanbul’dan gelip ordusuna katılan Yeniçerilerle başkente yürür. Vezirler, baba ile oğul arasında mekik dokurlar. Padişah: “Mademki hayattayım ve sağlıklıyım; kimseye saltanat vermezem” diye epeyce diretirse de askerin, vezirlerin ve ileri gelen devlet adamlarının desteklediği Şehzade Selim, 1512’nin 24 Nisan’ında zafer alayı ile Topkapı Sarayı’na gelir. Zoru görüp başka çare kalmadığını anlayan Sultan Beyazıt, tahtını oğlu Selim’e devreder.

Selim’in, padişah olunca, ilk emri ne olmuştur; sizce? Kendinizi O’nun yerine koyup bir tahminde bulunun bakalım. Doğru mu tahmin etmişsiniz, yanlış mı, test edin şimdi: Yeni padişahın ilk emri, babasının İstanbul’dan uzaklaştırılması olur. Bir çöplükte iki horoz ötmez ya. Baba” bile olsa, eski bir padişahın ne işi var İstanbul’da? Dimetoka’ya gidip orda yaşasın; değil mi? Yanlış anlamayın sakın, aziz babası, havadar ve ılıman bir iklimi olan Dimetoka’da daha rahat yaşasın diye ister bunu Sultan Selim! Ve üstelik babasının bindiği arabanın ya-nında Edirnekapı’ya kadar yürüyerek uğurlar onu. (Görüyorsunuz, ne kadar saygılı babasına!) Baba tehlikesini kazasız belasız atlattığına göre, gelelim kardeşlere:

İstanbul’daki Şehzade Korkut’u, askerin tepki gösterebileceği kaygısıyla boğdurt-mayıp Manisa’ya gönderir. Kardeşi Ahmet, ölümü beklemek yerine, Konya’da; “Ya devlet başa, yaz kuzgun leşe!..” deyip padişahlığını ilan eder. Bursa-Yenişehir ovasında 1513’te yapılan savaşta galip gelen Sultan Selim olur. Ve “devletin bekâ”sı için şehzade Ahmet ile beş oğlu, hiç geciktirilmeden öteki dünyaya gönderiliverir. Şehzade Korkut ile daha önce ölmüş olan kardeşleri Mahmut’un oğlu Şehinşah ve Âlemşah’ın, her biri bir başka diyarda gizlenen oğulları da boğdurularak devlet ve millet, mikroplardan temizlenmiş olarak rahat bir nefes alır; yeni sultanımız! “Dâhilî bedhahlardan” (iç düşmanlar) temizlendiğine göre ülkemiz, dış düşmanlara gelir sıra. Önce, aynı dinden ve aynı soydan olan Şah İsmail’le savaşır ve yener onu. (Çaldıran, 1514) İstanbul’a dönüp ikinci vezir İskender Paşa ile ulemadan Tâcizâde Cafer Çelebi’yi idam ettirir. (Niye?.. Durup dururken değil tabiî canım, suçları vardır mutlaka! Kim belirler bunların suçunu? Bilen varsa, beri gelsin!) 1516’da Mısır seferine çıkarken, oğlu Süleyman’ı saltanat naibi bırakır. Halep’te Memluk ordusu bozguna uğratılır. Osmanlı Ordusu önemli bir engelle karşılaşmadan Kahire yakınlarına kadar ilerler. Memluk Sultanı Tomambay, Ridaniye’de Yavuz’a yenilir; yakalanarak idam edilir. (Hani, yenilene karşı, her zaman, merhametli ve anlayışlıydık biz? Malazgirt’te ve Dumlupınar’da böyle yapmamıştık nitekim.) Mısır seferinden yüklüce bir ganimet ve mukaddes emanetlerle dönerken, yolda âni bir kararla Sadrâzam Yunus Paşa’yı idam ettirip çağırttığı İstanbul Muhafızı Pîrî Paşa’ya verir mührü. (Neydi acaba suçu, Yunus Paşa’nın?.. Bilen varsa, söylesin de öğrenelim.) İstanbul’a dönüşte, yapılan bir törenle Abbasi Halifesi Müvekkil’den halifelik sanını devralır. Sekiz yıl saltanat süren Yavuz, 1520’de, 52 yaşında Edirne yönünde bir sefere çık-mışken, Çorlu yakınlarında ölür. Saruhan Sancakbeyi (Manisa Valisi) Şehzade Süleyman, haberi alır almaz, İstan-bul’da alır soluğu ve tahtın tek varisi olarak kolayca oturur makamına. O güne kadar Yavuz’un ölümünü gizleyen Sadrazam Pîrî Paşa, gerçeği açıklar. Ölen padişah için yas mı tutmak gerekir, yeni padişahı kutlayıp bayram yapmak mı? Her ikisi de… Ölü evinde ağlanır; düğün evinde gülünür; oynanır. Böyledir kanunu kahpe dünyanın! “Kral öldü, yaşasın kral’...” demekten başka çare yoktur.

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..