Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '09

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Kriz: Kapitalizmin alternatifi var mı?

Kriz: Kapitalizmin alternatifi var mı?
 

Amish topluluğundan... Güneş gözlüğü de olmasa tam olacaktı ama!


Sosyalizm tehdidine, yaklaşık her on yılda bir yaşadığı dönemsel krizlerine, derin çelişkilerine rağmen kapitalizm niçin çökmedi, sosyalizm niçin tutunamadı? Marksizm’in hatası neredeydi?

Acaba ipucu şurada mı: “Bir toplumsal oluşum, içerebileceği bütün üretici güçler yeteri kadar gelişmeden önce asla yok olmaz; yeni, daha yüksek üretim ilişkileri, maddi varlık koşulları eski toplumun bağrında olgunlaşmadan önce eskilerinin yerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar; çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da oluşmakta olduğu yerde ortaya çıkar.”<ı> (Karl Marx- Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, s. 24- Çev. Sevim Belli- Sol Yayınları)

Yani, kapitalizm henüz gelişimini tamamlamadığı için mi çökmüyor? Bir “erken doğum” olarak nitelenebilecek Sovyetler Birliği ve öteki sosyalist kamp ülkelerindeki sosyalizm denemeleri esasında bu yüzden mi başarısızlığa uğradı? Bu bir cevap olabilir ama bence yeterli olmaz. Cevabı başka yerlerde de aramak lazım.

Marksizm’in yanılgısı geleceğe ilişkin öngörülerinin yanlış çıkmasından ibaret değildir. Temel yanılgı tarihsel materyalizm anlayışındaydı. Feodalizm, kapitalizm, sosyalizm gibi birbirinden kesin çizgilerle ayrılabilen, birbirinin zıddı olan üretim tarzlarının birbiri ardına sıralanması biçiminde bir gelişme yasası olmayabilir. Bunlar birer dönem adı olarak kullanılabilir ama “kapitalizm bütün kötülüklerin anasıdır, sosyalizm iyidir, komünizm ise ondan da iyidir, komünizme geçilince bütün sorunlar çözülecek” biçiminde bir yaklaşım doğru değildir.

Aslında bir tek sosyoekonomik sistem var: insanın ihtiyaçlarını karşılama sistemi… Akıl ve irade sahibi bir canlı olarak insan, yeme – içme, barınma, güvenlik, sağlık vs gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tam olarak bilinemeyen çok eski çağlardan beri üretim yapıyor. Hayatını sürdürebilmek için hayvandan farklı olarak, çevresinde hazır bulduklarını değil tabiattaki bir nesneyi değiştirerek kullanmayı akıl eden insan ilk üretici olmalı. Birkaç taşı üst üste koyarak ilkel bir sığınak mı yaptı, bir hayvanı avlamak için bir ağaç dalını koparıp ucunu mu sivriltti, hem avlanmak hem de savaşmak için bir taşı silah olarak mı kullandı? Artık her ne yaptıysa, hangisini hangisinden önce ya da sonra yaptıysa bir daha asla geri dönülemeyecek ve insan türü var oldukça sonu gelmeyecek bir süreci başlatmış oldu. Halen hepimiz o ilk aleti yapıp kullanan insanın yaptığı şeyi yapıyoruz; bugün bizim yaptığımız üretim de temelde onunkinden farklı bir şey değil. Tarımı bulan, piramitleri inşa eden ya da aya insan gönderen uygarlıkların yaptığı da aynı şey…

İnsanoğlu bu yolda tabiatı kullanıyor. Çevresindeki toprağı, suyu, madeni, ormanı, denizi bir şekilde kendi yararı için işliyor. Ekiyor, biçiyor, topluyor, stokluyor, paylaşıyor, mübadele ediyor. Bu işlemleri gerçekleştirirken de birbiriyle işbirliği yapıyor, birbirinden yararlanıyor; kendi çıkarı uğrunda öteki üzerinde tahakküm kuruyor; öteki insanlarla çatışıyor, savaşıyor. Bir tek birey olarak kendini, daha sonra kendi ailesini, kabilesini, soyunu ve toplumunu ayakta tutabilmek için egemenlik alanını genişletmek istiyor. Üretim teknik ve biçimleri sürekli gelişip değişiyor ancak insanın varoluş mücadelesindeki temel motif bu… Bu hep aynı kalıyor, kalacak da… İnsanoğlu yeryüzünde var oldukça hayatta kalabilmek için üretim yapacak, bunun için çeşitli teknikler geliştirecek, yeni ilişki biçimleri ortaya çıkaracaktır. Ucu açık ve hiçbir zaman sonu gelmeyecek bir üretim ve tüketim sürecidir bu…

19. yüzyılın vahşi kapitalizm şartlarında doğan Marksizm, kapitalizm var oldukça o andaki sömürü düzeninin artarak süreceği ve bunun bir noktada kendi iç gerilimine dayanamayarak çöküp yerini daha adil ve insancıl bir sisteme bırakacağı varsayımı üzerine kurulmuştu. Ancak sömürü kapitalizmin sadece bir boyutuydu ve kapitalizm sırf sömüren-sömürülen ilişkisinden ibaret bir sistem değildi. İnsanlığın üretimde kullandığı bütün bilgi ve teknoloji birikiminin o andaki cisimleşmiş haliydi. Evet, yoğun bir emek sömürüsü vardı ancak öte yandan tüm bilim tarihi aslında üretimde insan emeğine bağımlı olmaktan kurtulma çabasıydı. Kapitalizm bu sömürüyü en verimli ve yoğun biçimde gerçekleştirirken bir yandan da paradoksal biçimde üretimde makineleşme yoluyla insan emeği faktörünü en az düzeye indirmişti. Toplum, öyle Marksizm'in öngördüğü gibi çıkarları birbiriyle uzlaşmaz biçimde çelişen “burjuva” ve “proletarya” sınıfı olarak iki karşıt kampa bölünmemişti. Kendi sermayesi ve emeğiyle çalışan geniş bir orta sınıf mevcuttu. Ayrıca kapitalizm gelişip toplumun refahı arttıkça bu refahtan kısıtlı da olsa alt sınıfların da yararlanması imkânı doğmuştu. Üretim tarihte o ana kadar hiç görülmedik ölçüde artmıştı.

Kapitalizmin en geliştiği ülkeler aynı zamanda en büyük sömürgecilerdi. Sömürgeleştirilmiş topraklardan yağmalanan servetler metropol ülkelere transfer ediliyor, buralarda artan toplam millî gelirden alt sınıflar da şu ya da bu şekilde faydalanıyordu. Yani Marx’ın yukarıdaki sözünü hatırlayacak olursak, kapitalizmin en son aşamasına ulaşmış, sosyalizm için en olgunlaşmış toplumlar aynı zamanda kendi iç sınıfsal çelişkilerini görece en alt düzeye indirmiş toplumlar oluyordu! Yani burjuvaziyle proletarya arasında uzlaşmaz çıkarlar nedeniyle patlayacağı öngörülen o nihai hesaplaşmanın en önemli sebebi ortadan kalkmış oluyordu! Yani proletarya devriminin önü kesilmişti.

Feodal/kapitalistleşememiş toplumlarda bir proletarya devrimi zaten olamayacağından bu durumda sosyalist devrimler ancak spesifik ve kural dışı biçimde beklenmedik yerlerde, hiç hesapta olmayan ülkelerde gerçekleşebilirdi. Nitekim öyle oldu. Marksist teoriye göre, sosyalist devrimler, İngiltere’de, Fransa’da, Hollanda’da vs. olması gerekirken Rusya gibi nispeten geri bir ülkede oldu. Lenin önderliğindeki Bolşevikler Rusya’da Çar’ı devirip heyecanla sosyalizmi inşa etmeye giriştiler ancak bu işin öyle sanıldığı gibi kolay olmadığı görüldü. Kapitalizmden birden bire radikal biçimde sosyalizme geçilemeyeceği anlaşıldı. NEP (Novaya Ekonomicheskaya Politika) denen bir ara yol bulundu. Küçük işletmelerin kapitalist kâr mantığıyla çalışmasına izin verildi. Hatta bu üretim tarzı “NEP men” denen yeni bir asalak sınıf ortaya çıkardı!

Sovyetler Birliği’nde “sosyalizm” diye inşa edilen sistem ise aslında bir devlet kapitalizmiydi. Sermaye devlette birikiyor, devlet memuru teknokratlar hangi alanda nasıl yatırım yapılması gerektiğini tespit ediyor, devleti yöneten Komünist Parti de bir çeşit anonim şirket yönetim kurulu gibi son kararı veriyordu. Yine çalışan işçiler vardı, yine karar veren ama fiilen kol gücüyle çalışmayan sınıflar vardı, yine devlet vardı, yine zorunlu askerlik vardı, yine imtiyazlılar vardı (Nomenklatura), teknoloji yine gelişmeye devam ediyordu. Özetle, kapitalizmin alternatifi olarak sunulan şey bilinen klasik kapitalizmden sadece formel anlamda farklı bir üretim tarzıydı. Sovyetler Birliği bunu “gizli kapitalist” olduğu için yapmadı. Üretimin başka bir yolu yoktu. Bu çağda ancak bu üretim araçlarıyla, bu teknikle, bu yöntemlerle üretim yapılabilirdi. Kapitalizmin alternatifi sosyalizm değil, teknolojik gelişmeyi reddeden ABD’deki Amish topluluğunun yaşam tarzı gibi bir şey olabilirdi ancak... Hiçbir sosyalistin de öyle bir niyeti yoktu!

Yani amiyane tabirle, Marksizmin evdeki hesabı çarşıya uymadı. Yanlışlık Marksizm’in sınıfsız, sömürüsüz, daha iyi bir dünyada yaşayabilme idealinde değildi. Yanlışlık bu idealin gerçekleşmesi kaçınılmaz bir tarihsel dönüşümün doğal sonucu olarak teorize edilmesindeydi.

Şimdi buradan küresel mali krize geçebiliriz.

.........

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..