Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

KT 164: Mahmud “Abla”ya Sorar, "Kocan Var mı Madam Fatma, Neden Yok?"

02:09: Uyku bu kez belki... Dışarıdan gece sesleri eşliğinde gecenin serinliği süzülürken, “abla” bir kez daha denemek üzere yatağına gider.

00:25: Uyku çok uzak bir ülke! Direnmenin faydasızlığını gören “abla” kıvranarak kördüğüm olduğu pikeden sıyrılır, salona geçer, bilgisayarını açar, yazmaya başlar.

23:17: Bir duş alsam, belki uykuya kavuşurum düşüncesiyle banyoya seğirten “abla” güzelce kurulanır, kız kardeşlerinin "nohut üstünde prenses"* diyerek kendisiyle dalga geçtikleri meşhur eylemi, kuruyup da uykusunu bölmesin diye ayaklarını iyice kremleyip ardından, uykuya kavuşmayı dener.

22:05: İzlediği siyah beyaz dedektif filminin katilin açıklandığı sahnesini sızmış olduğundan kıl payı kaçıran “abla”, paralı kanalın kendi reklamını kapatır, dişlerini fırçalar, yatmaya gider; birkaç pozisyon dener, filmi izlerken yediği yaklaşık bir kilo karadutla ilgisi olabilir şişkinlik yüzünden uykusunu kırılan yerinden ekleyemez. Bir ara tam dalacak gibiyken, sivrisinek mücadele aracı tepesinde yanar döner lambalarıyla, uykusu ortasından fosurdayarak geçer.

20:05: Kızı mercimek yesin diye yapıp bir porsiyon da “abla”ya getirdiği mercimek köftesi, oracıkta, gözü önünde tüketilirken komşusu, Eskişehir’e düğüne gideceğini bildirip kızına göz kulak olması yönünde bir talepte bulunacak olur. Hızı, "ben, kızım evli olmasa hayatta bırakıp buralara gelemezdim, İstanbul’da kız evlât başıboş mu bırakılır, oturup başını beklerdim" diyen “abla” tarafından kesilir.

18:45: Temmuz'un ilk günlerinde içeriyi bürüyen otlar biçilip, oturanı üzerinden atan rahatsız sandalyeleri yerleştirilip hizmete giren açık hava sinemasının aracından yayılan "Boleyn Kızı, dı adır boleyn, erik bana, natali pormın, sıkarlet conson! bu akşam ikinci ve son gösterim olarak saat yirmiikideeee Işık Sineması’nda, Boleyn Kızı…" anonsu, akşam saatlerinin değişmez menüsü mangalda et kokusuna karışır.

16:15: Tepsiye koyduğu sabahtan kalma simit, yağsız sürme peynir ve yarım kavundan ibaret geç öğlen yemeği kucağında “abla”, paralı kanalda beklediği Agahta Christie uyarlamasını daha önce izlemiş olduğundan tanır, canı sıkılır.

15:25: Pazardan kan ter içinde gelip, iki koskoca torba otu buzdolabına tıkıştıran “abla” mayosunu giyer, denize gider. En tenha olduğundan favorisi iskelede, hırpanî bir adam ayaklarını denize sokmuş oturmakta. “Abla”nın "balık avlıyorsanız…" diyerek yaklaştığını görüp ayağa fırlar, yanı başındaki eski terlikleri telâşla giyer, kıyıya park ettiği damacana dolu römorku göstererek "ben" der, "su dağıtıyorum," dönüp sudaki kafayı işaret ederek, özür diler gibi "oğlan denize girmek istedi." Mayoyla tedirgin, tanımadığı bir adamla ahbaplığın sınırlarını belirlemeye çalışan “abla” adamla çocuğun iskeledeki eğretiliğinin yarattığı acı veren hüzün duygusuyla, "çok iyi etmişsiniz" der, "çocuk denize girmeden olur mu?"

Havlusunu katlayıp iskele yanına koyarken adamla göz göze gelmemeye, merhametten maraza yol açmamaya çalışarak usulca denize girer. Aklında; Mısır’a giderken aldıkları rehber kitaptaki, -kadınlar için- "Arap erkekleriyle göz göze gelmemeye çalışmalısınız! "uyarısı ve deve sürücüsü 9 yaşındaki Mahmud’un, deve üzerinde zorbela durmaya çabalayan “abla”ya, "kocan var mı madam Fatma, neden yok?" sorgusu.

14:25: Burhaniye Garajı’nda servisi bekleyen aynı yön yolcusu hanımlarla söyleşirken “abla”nın karşısında kış servis şoförü Halil Ağabey. "Hükümet Konağı’nın çay ocağını işletiyorum Fatoş Hanım, gel buyur, bi çayımı iç." Şehirlilerin yazlığa gelirken yanları sıra getirdikleri “hız” arasında, ayaküstü üç beş lâf edip ayrılırlarken “abla” seslenir, "sizi gördüğüme çok sevindim Halil Ağabey!"

12:35: Sitenin, yazlıkçı nüfusuna ulaştığı varsayıldığından servis saatleri saate bir’e çıkmış. “Abla”nın yanında, Konsomasyon Taburesi’nde bir avukat hanım; “abla”nın tasarımcı grafiker olduğunu duyunca, çalıştığı özel üniversitedeki iş yaşamında olanaklar sağlayan seminerleri tanıtıp, katılıma davet eder. "Türk insanının özel yaşamı yok, kendine ait bir odası, kendisini geliştirecek bir hobisi yok, böyle olunca ne oluyor, birileri onun yerine kararlar alınca kendi seçimlerini yapamıyor, alternatifsizlikten körelip gidiyor…" Babasının subay olduğunu anlatan, sözünü ettiği özel yaşam yoksunluğundan ağır yaralar almışa benzeyen hanımın hiç aralıksız sürdürdüğü konuşması, ancak Burhaniye’de “abla”nın ineceği durakta kesilir.

10:15: Tepeden kıyıya inen “abla”nın, adının Âşıklar Yolu olduğunu öğrendiğinde, "bunca yıldır buradan geçerim tek sevgilim olmadı" diyerek dalga geçtiği toprak yola atılmış boş pet su, bira şişeleri, çerez, sigara paketlerinden oluşmuş çöpe verdiği, eski, öfke tepkisini aşalı epey zaman olmuş. Yıllarla da olsa, bilincinin geçirdiği aşamaları ilgiyle izlerken gördüğü bir sonraki tepki, ilgisizlik. En yeni tepki ise, sırt çantasında taşıdığı torbaya topladığı çöpü en yakın konteynere dek taşımak/sorumluluk. Yine de, iki sene önce aynı yolda rastladığı, elbette ki, yolun kıyısına, ayağıyla dahi iteklemeyi midesi kaldırmadığından, bir yaz boyu oradan her geçişinde sinirlerini tepesine çıkaran, ucundaki çıkıntısı sıvı dolu, kullanılmış prezervatif türünden bir vakayla karşılaştığında ne yapacağını kestirmek zor.

06:15: Havalar ısındıkça, tepeye çıkmakta zorlandığından evden çıkma saatini öne alan “abla” uyanır; hareketli, çok renkli rüyalarla delik deşik uykusunun, onu gerisin geri çektiği yataktan sürünerek çıkar.


*Bir kızın gerçek bir prenses olup olmadığının, yedi kat şilte altına konan bir adet nohutla sınandığı Nohut Üstünde Prenses masalına atıfla…

 
Toplam blog
: 591
: 63
Kayıt tarihi
: 27.07.15
 
 

İstanbul'da 20 yıldan fazla, tasarımcı grafiker olarak çalışırken bir kız çocuğu da yetiştiren "a..