Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Haziran '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kuantum gerçeği 3 – kara delikler’i anlamak

Kuantum gerçeği 3 – kara delikler’i anlamak
 

...varlık ve yokluk üzerine bir söyleşi...


Dostlar, buyurun buz gibi karpuza. Çay şekeri çay. Bu da nerden çıktı diyenler. Önceki bloğu okumadan mı geldiniz? Sırayı bozmayın lütfen. 1-2-3 olsun. Okuyup geldiğinizde, bu karpuz da içine çöküp “kara delik” olacak zaten.

Evreni ve maddeyi duyularımızla algılarız değil mi? Beş duyumuzdan biri de gözlerimiz. Peki, nasıl çalışıyor da objeyi algılamamızı sağlıyorlar? Her obje, farklı frekans ve dalga boyunda elektromanyetik dalgalar yayıyor. Bu dalgalar gözümüze ulaştığında hemen beynimize farklı kodlardaki sinyaller olarak gönderiliyor. Beynimiz de bir decoder gibi çalışıp bu sinyalleri çözümleyerek zihnimizde bir görüntü oluşturuyor.

Farkında mısınız, objeye (yani madde) daha şimdiden dalga demeye başladık. İşte kuantum da bunu demiyor muydu? İşin ilginç tarafı görme sisteminin böyle çalıştığını çok öncelerinde keşfetmişti bilim. Peki, o halde şunu diyebilir miyiz hemen? Kuantum teorisi, yeni bir buluş değil sadece yeni bir yorumdur. Evet, aynen öyledir! Ama yabana atılamayacak kadar sıkı bir yorumdur. Der ki, “baktığımızda obje olarak algılama refleksiyle şartlandığımız her şey, bakmadığımızda yokluktur.” Ne gıcık değil mi? “Nasıl olur da yokluk olur ya” deyip baktığında zaten obje oluyor. Yani onu yokluk olarak görme şansımız yok. Peki, hiç bakmazsak ne olur? Hımm. Nasıl yani ölü gibi mi? Bilmem hiç ölmedim ki? Hayır, Hayır. Bu soruya vereceğim cevabın bununla kalacağını düşünürseniz yanılırsınız. Sadece henüz erken olduğunu söyledim…

Dostlar, bakın aklıma ne geldi şimdi. Bir sohbette parçacık fiziği hocamız anlatmıştı. Engizisyon dönemi fizikçilerinden biri (maalesef doğru olmayabilir ama, Galileo olarak kalmış aklımda. Bilen varsa lütfen düzeltsin.) yine o dönemim genç matematikçilerinden biriyle aynı hücrede giyotini beklerken, diyor ki, “Dostum, kellem ayrıldığında sen de orda olacaksın. Gözümü kırpmaya çalışacağım ben. Bak bakalım becerebilecek miyim bunu.” Bu bilgi daha sonra genç matematikçinin hatıratında tarihe geçiyordu.

Görme sistemi, göz, algılama derken konu bir bilim adamının gözüyle dünyayı algılamasına kadar geldi. Herhalde o alim kişi hücresinde beklerken sıranın ölümü anlamaya geldiğini çoktan düşünmeye başlamıştı. O yüzden giderken hayata o kadar kolay göz kırpabiliyordu. Ne dersiniz?

Bu günlerde “beni yakın, küllerimi savurun” diyenlerin sayısında belirgin bir artış olmakla birlikte genel inanış odur ki, hepimiz bir gün kara toprak olacağız. Topraktan geldik, toprağa döneceğiz derseniz anlarım da, döneceğimiz toprak neden karadır bilir misiniz?

Konuyu nereye getirmeye çalıştığımı anlamışsınızdır. “Kara Delikler”. Karanlığın fizikteki tanımı ışığın hapsolduğu bölgedir. Yani, az önce bahsettiğimiz objeyi algılama koşulu olan elektromanyetik dalga neşriyatının olmadığı bölge. Evrenin doğal ışık kaynakları yıldızlardır malum. Yıldızların ise tanımlanmış dört yaşam evresi mevcuttur. Tıpkı canlıların yaşam süreçlerinde olduğu gibi yıldızlarda doğar, gelişir, yaşlanır ve ölürler. İşte bir yıldızın ölmüş haline kara delik deniyor. Neden “Kara”? Çünkü artık ışık neşredemiyor. Peki, neden “Delik”? Çünkü etrafındaki bütün objeleri kendine çekip yutuyor. Hatta şöyle düşünebilirsiniz. Vaktiyle gönderdiği ve kendisini bir yıldız olarak algılamamızı sağlayan ışık partiküllerini (fotonlar) dahi artık kendisi yutuyor. Peki, bunu neden yapıyor? Kütle çekim kuvveti. Evrendeki yine dört temel kuvvetten biridir. Bir kara delik, yaşadığı içine çökme neticesinde öylesine yoğunlaşmış bir kütledir ki, etrafında çok büyük bir kütle çekim alanı oluşturarak her şeyi kendine çekmeye başlar.

Dostlar, kısacası evrendeki algılayamadığımız bölgelerin adı kara deliktir. O bölgelerden bize hiçbir sinyal ulaşamaz. Baksak da onları göremeyiz, algılayamayız. Hani, objeler biz bakmıyorken yokluk halini (enerji boyutu) baktığımızda ise obje halini (madde boyutu) alıyorlardı ya. Kara delikler bu illüzyona dahil olmayan objelerdir. Baktığımızda da obje halini alamazlar. İşte yokluğu gördük derseniz de yanılırsınız. Zira yutulur, yok olursunuz. Buna karşın, bu algılanamayan bölgelerde muazzam bir enerji yığılması vardır.

Bütün bu anlattıklarımdan ortaya şu sonuç çıkmıyor mu? Maddenin görünmeyen halinin adı “Enerji”dir.

Fiziğin en temel yasası “Enerjinin Korunumu” yasasıdır ve der ki, “Evrendeki toplam enerji miktarı sabittir, değiştirilemez.” Hani hepimizin bildiği “vardan yok olmaz, yoktan var olmaz” deyimi. O halde, vaktiyle var olduğunu bildiğimiz bir madde, sonrasında sırra kadem basmışsa yok oldu diyemeyiz. Bileceğiz ki o artık enerji boyutunda yaşıyor. Peki, ne menem bir boyuttur bu?

Şimdi bu soruyu pozitif bilime soruyorsak orada bir duracağız. Hatta “sen onu bi geçceksin” desem yeridir.

Bir arkadaşınızla kumsalda kovalamaca oynuyorsunuz. Ayaklarınız da çıplak tabi. Romantizm yapalım. Yakalayabilmeniz için ondan daha hızlı koşmanız gerekir değil mi? Onun kadar hızlı bile olsanız aranızdaki mesafe kapanmaz. Ondan daha hızlı olmak zorundasınızdır. Aklıma yine bir şey geldi. Anlatmazsam olmaz.

Hani belki bilirsiniz, ormandaki leopar ile iki avcı hikayesi. Bu hikayenin aslının, bilim bu çetin tartışmaları Kopenhag buluşmalarında yaşarken Bohr ile Einstein arasında geçtiği rivayet edilir. Einstein, birazdan anlatacağım ölçme ve algılama problemini anlatmaya çalışırken böyle bir örnek veriyor ve Bohr’a soruyor. Leopardan hızlı koşabilir misin? Bohr çaresiz kaldığını hissedince ancak bir espri ile cevaplayabiliyor. Hayır, koşamam ama senden daha hızlı koşabilirim ve sen yem olursun. Salon gülmekten kırılıyor…

Ölçme ve algılama problemi dedim değil mi? Kumsalda kovalıyorduk hatta. Bakın ölçmeye çalıştığımız şey maddenin enerji boyutundaki hali ile ilgili ise işiniz zor. Hatta onu unutun. Tabiatta bütün ilişkiler alışveriş temeli ile işler ve bu alışveriş atom altı parçacıkların gidip gelmesidir aslında. Ölçme, ölçeceğimiz şeyle ilişkiye girmedir. Ölçeceğimiz şey evrendeki bilinen son hız olan ışık hızı ile hareket ediyorsa eğer, onu yakalayıp da nasıl ölçebilirsiniz?

Maddenin görünmez hali ya da bir diğer anlatımla ona bakmadığımızdaki hali enerji idi. Burada “bakmak” eylemini, bilim dilinde “gözle ölçüm yapmak” anlamında düşünmeliyiz. Bu durumda ortaya nasıl bir sonuç çıkıyor. Maddenin enerji boyutunu pozitif bilim ölçemez.

“Olmadı şimdi!” demeyin lütfen. İkinci bölümün başında demedim mi size “kuantum meselesinde bir terslik çıkabilir” diye? İşte çıktı. Pozitif bilimin sınırları maddenin enerji halini ölçemeye yetersizdir. Sebepse çok anlaşılır ve hak vermek durumundasınız. Maddenin enerji halinin simgesi ışıktan daha hızlı bilimsel bir ölçüm düzeneği yok henüz. Ama hayal kırıklığına kapılmayın hemen. Bir şeyler yapacağız elbette.

Dostlar, beş duyumuz var dedik ya. Yanılıyorduk. Altıncısı da vardı değil mi? Nasıl unuttuk onu. Şimdi işimiz düştü. “Altıncı his” deriz. Yanlış bir anlatımdır aslında. Böyle dendiğinde, herkese nasip olmayan gelecekte olacakları önceden sezme becerisi olarak dar bir anlamda kalır. Hayır, hepimizde var olan bir duyudur. Altıncı duyumuzdur. “Düşünme” duyusu. Varlığı algılamak için beş duyu, yokluğu algılamak için bir duyu daha. Etti altı. İşte şimdi bize o lazım. Zira karşımızdaki problem, yokluğu algılama problemi…

Ama ben diyorum ki, karpuz soğukken yenir. Arkadan gelenler de yetiştiler bize. Hep birlikte bir mola verelim. Buraya kadar konuşulanları tartışıp hazmederken;

Buyurun, karpuzu çökertelim.

Görüşmek üzere,

 
Toplam blog
: 36
: 1267
Kayıt tarihi
: 25.05.08
 
 

İstanbul'da doğdu. Teknik Lise Elektronik Bölümünde okurken rakamlara olan ilgisini de keşfetti. ..