Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Küba gezi notları ( Vinales )

Küba gezi notları  ( Vinales )
 

vinales vadisinin tütün tarlaları


2017  (  PİNAR DEL RİO – VİNALES )

 

Meraklısı için; Konaklama; Casa Pepito y Santy  Calle Rafael Trejo # 39  Tel. 005348793371 ( 20 CUC )

                         Yemek; Calle Rafael Trejo 18   ( iki kişi yaklaşık ( TABİİ Bucanero bira ile 7-8 CUC )

Pinar del Rio’ya bir gün, daha doğrusu bir gece ayırmıştım. Bugün, Vinales’e geçeceğiz. Vinales’in çok pahalı okudum sürekli. Elzem olan malzemeleri buradan alalım diyoruz. Bugün Pazartesi, dükkanların daha büyük bir iştiha ile açılması gerekirken, caddelerde bunca insan sel gibi işlerine akarken hâlâ dükkanlar kapalı.

Bu arada Viazul Terminaline gidiyor ve Vinales’ten Havana’ya dönüşümüz için, 14.00’de hareket edecek otobüs için bilet alıyorum ( 12x2=24 CUC ). Şimdiye kadar Viazul seyahatlerindeki biletleri İstanbul’da internet üzerinden almış ve çok da rahat etmiştim. Ancak, Vinales dönüşünü açık bırakmıştım, Havana’da konaklamadan Jose Marti havaalanında geceleyip, Moskova uçağına bineceğiz.

Giderek daha da hareketleniyor Pinar del Rio caddeleri, araç trafiği yolları kapatıyor. İnsanlarla dolu caddelere, pencerelerden müzik sesleri akıyor. Buranın meşhure Pazar yerine gidelim diyoruz, Mercado Agropecuario sabah 08.00’de açılıyor, off-line haritam maps.me’nin pe3şine takılıp dünyanın yolunu yürüyoruz. Karşımıza geniş bir demir kapı arkasında bomboş bir alan çıkıyor. Civardaki sorgulamalardan anladığım kadarı ile artık açılmıyormuş. Bunca ünlü bir yerin kapanmasına inanmasam da şu an kapalı olduğu için çaresiz geri dönüyoruz.

 Aslında Pinar del Rio fotoğraf için iki gün ayrılacak kadar zengin bir kent. Ne var ki; tüm gezi kitapları ağız birliği etmişler gibi buranın turistik bir yer olmadığınbı yazıyorlar. Turist, hele hele paketlenmiş turist deniz, güneş ve eğlence sac aytağında harmanlandığı için, böylesi güzellikler rağbet görmüyor.

Neysei dükkanlar açılmış, biz Pazar yerine gidip gelirken, devletin işlettiği pasaklılığından belli olan bir markete giriyoruz. Dün aldığımız paketteki galetalar hoşumuza gitmişti. Raflarda görünce tekrar almak azmiyle sokuluyoruz. Yandaki kadın ilgilenmiyor bile. İşaret edip alacağımız şeyleri gösteriyorum, hafifçe omuzunu silkip bekle dergibi hareketler yapıyor. Bu arada yanımıza bir sürü insan geliyor.

Sonunda bir genç geliyor, yanında bir torba bozuk para var. Tezgâhın üzerine döküp, aheste onları saymaya başlıyor. Onbeş dakika süren para sayımından sonra, el,ndek, poşetteki ürünleri reyonlara yerleştirirken, başında bekleyen onbeş kişiden habersiz gibi davranıyor. Elimde 25 CUP, sık sık “ amigo “ diye sesleniyorum, hiç tınmıyor. Sonunda iki kez bağırınca yanımda duran kadınlar korkuyor, adam kafasını dönüp bana bakıyor. Paraytı uzatıp, sert bir hareketle karşımda duran galetaları gösteriyorum. Parayı olup, galeta torbasaını uzatıyor.

Kısa da olsa, Pinar del Rio’dan geçti yolumuz, beğenilmeyen bu kâdim kenti biz çok beğendik eşimle. Gider ayak hakkında kısaca bir şeyler anlatmazsak saygısızlık etmiş olurum kanımca; Dünyaca ünlü tütün plantasyonlarının bulunduğu be kent 1774 yılında kurulmuş. Pinar del Rio’nun Havana’ya uzaklığı 164 kilometre olduğundan Havana’nın çılgın gecelerinden uzaklaşmak istemeyenler buraya günübirlik turlarla da gelebilirler, hatta Vinales vadisine kadar uzanabilirler. Tabii, bu bir kentin ruhunu nasıl kavradıkları ile ilgili biraz da. Bir kaç, ünlü yerde fotoğraf çektirip, selfie yapma derdinde olanlar için bu süre elbette yeterli olacaktır.

Kentin, kolonyal mimarisi ile şaşırtan binalar özlerini yitirten, bir başka anlamda bunları şirinleştiren rengarenk boyalarla doyumsuz şölenler sunuyor. Palas de Guash ( 1909 ),  1892 den beri ayakta duran Casa Garay, Museo de Ciencias Naturales Sadalio de Noda oarak adlandırılan ( Küba’da ne hikmetse müze isimleri hep böyle uzun oluyor. ) Doğal Bilimler Müzesi, Museo Provincial de Historia yani Kent Tarihi Müzesi bu mimari mirastan bir kaçı.

 Şair Jacinto Milanes’in adını taşıyan tiyatro binası, 1845 yılına tarihleniyor, 540 koltuğu ile. The Fabrica de Tabacos Francisco Donatien şimdelerde teşhire açık bir puro fabrikası iken geçmişinde hastane olarak görev yapmış.

Biz gece alemini pek sevmediğimiz için takılmasak da, Rumayor Kabaresinin, Afro-Küba orijinli güzel bir seyirlik olduğunu biliyorum.

Kaldığımız Hostal Janti Santaya’dan çantalarımızı alıp Viazul Terminali’ne geliyoruz. Yakınlarda Vinales’e giden carro’lar ( taksi dolmuş ) varmış. Hiç de tarif edildiği gibi bir yer bulamayınca, Omnibus’un terminaline yöneliyoruz. Belinde uzun bir ahşap jop taşıyan güvenlik görevlisine, dilim döndüğünce Vinales’e gideceğimizi anlatıyor. Adam durup durup “ vah vah “ diyor. Gariptir, ben de bu adamın bizim halimize üzüldüğünü, ters köşe olduğumuzu zannediyorum. Neden sonra jeton düşüyor. Küba’da halk otobüslerine “ Gua Gua “ deniyor, anlaşılan “ vah vah “ şeklinde telâffuz ediliyor ve adam bize bu araçlara binmemiz gerektiğini anlatıyor.

Terminalin arkasında civar köylere kalkan gua gua’ların peronlarına geliyoruz. Hiçbirinin üzerinde Vinales yazmıyor, ortalıkta dolaşan bir adama soruyorum, gidip içeriden öğreniyor. 10.20’de buradan kalkacakmış. Adam şoförlük yaptığı “ camion “u gösteriyor. Küba’da üzeri kapatılıp, basit oturaklar yapılmış kamyonlar yerellerin çok kullandığı ekonomik ulaşım aracı.

Ortalıkta kimselerin olmayışının sırrını neden sonra çözüyoruz; nmeğer terminal yolcu girişi ön tarafta imiş ve her gidilecek yer için kalabalık kuyruklar var kapıların önünde bekleyen görevli kimseleri bırakmıyor. Perona bekledikleri araç girip de görevli kapalı kapıyı açınca hışım gibi yer kapmaya koşuyorlar. Biz araca binene kadar, elimizde çantalarımızla ezileceğiz anlaşılan. Kamyon şoförüne söylüyorum; “ ben soföre söylerim, kuyruğa girmeden önce sizi bindiririm “ diyerek sahip çıkıyor ve Vinales’e gitmek için ödeyeceğimiz ücretin sadece 2 CUP (  yaklaşık 32 kuruş ) olduğunu söylüyor. Viazul’e ödediğimiz bedellerin yanında neredeyse bedava, ama; çantalarımızla hele eşim yanımdayken gua gua macerasına hiç girmemiştim şu ana dek.

 Çok geçmeden beklediğimiz araç geliyor, önce biz binip,  soföre 4 CUP uzatıyorum,arka koltuklara oturuyoruz, çantalara da kuytu bir köşe buluyoruz, beli ki, araç çok dolu olacak. Bir görevli gelip bizi kaldırmak istiyor, soförü gösteriyorum, bir şeyler konuşuyorlar, çekip gidiyor adam. Küba’da tuvaletlere verdiğimiz 1 CUP’tan sonra ödediğimiz en küçük bedel bu araca oldu, sadece 64 kuruşa Vinales’e gidiyoruz.

Araç ağzına kadar doluyor, hiç bir kargaşa yok, sadece Küba geleneğinden olan yükses sesle konuşma ve sohbetler yayılıyor aracın içine.Ardından soför güzel bir müzik çalmaya başlıyor.

 Yamaçları, virajları Viazul otobüslerinden çok daha konforlu alıyor gua guamız, hiç teklemeden tırmanıyor rampaları. Güzel panoramalar, tütün depoları ve tütün tarlalarının görselliği içerisinde ilerleyen gua gua 11.10’da Vinales’e giriyor.

Son durakta iniyoruz. Vinales’in iki caddesi var topu topu, birisi Salvador Cisneros diğeri Elena’nın bizim için rezervasyon yaptığı Rafael Treja caddesi. Bizim gideceğimiz casa particular’ın kapı nosu 5 A, caddeye girdiğimizde kapı noları 150’den başlıyor. Tam tombala, caddeyi sonuna kadar yürüyeceğiz anlaşılan.  Neden sonra 5 noyu görüyoruz, ama 5 A yok. Daha ileride başlayan toprak bir yol üzerindeymiş, genç bir kızdan aldığım cevaba göre. Yağan yağmurlardan yol çamur olmuş, girsek çantalarımızla üstümüz başımız batacak. Tam geri dönecekken, Casa particuların sahibesi Yuyu geliyor yanımıza. Sinirden önce Türkçe sonra İngilizce olarak; “ dünyanın yolunu yürüttün, bir de çamurun içine giremem “ diye söyleniyorum, o da garip garip bakıyor.

Geldiğimiz onca yolu geri yürümeye başlıyoruz, Göçzümüz, üzerinde “ avaliable “ yani müsait yazılı casalarda. Zaten cadde boyu, rengarenk, tek katlı, minik bahçeleri ile casalar dizilmiş yanyana.

Sonunda iyi bir ailenin yanında temiz bir oda buluyoruz, kadın 25 cuc diyor ama fazla direnmeyerek fiyatı indiriyor. ( 20 CUC). Casa Pepito y Santy  Calle Rafael Trejo # 39  Tel. 005348793371

İlk girdiğimde karşılaştığım, kucağında çocuğunla oturan genç kadına, yanındaki annesi ve komşusuna İstanbul’dan getirdiğim taş bilekliklerden birer tane, babasına da pusulalı bir anahtarlık  hediye ediyorum şaşırıp defalarca “ gracias “ diyorlar.

Az sonra Vinales sokaklarındayız. Salvador Cisneros daha çok turizme dönük acentalar, kafeler ve hediyelik eşyaları dükkanları ile dolu. Bizim bulunduğumuz  Rafael Trejo isae fotoğrafik görünümü ile rengarenk tek katlı villalar ve casalar ile donanmış durumda. Güzel, ferah ve iç açıcı bir yerleşim Vinales, sevdik burayı. Bugün sadece Vinales içinde dolaşmayı yeğliyoruz, ara sokaklar da muhteşem görsel zenginlik barındırıyor. Sokaklar caddeler boyunca, minicik casaların önündeki yine minik teraslarındaki sallanan sandalyelerin zerafetini fotoğraflıyorum.

 Huzur ve sükûnet akıyor Vinales’in sokaklarından. Bu arada devlet marketlerinden Caracol’un Vinales’de iki mağazası olduğunu görüyorum, Küba gezim ile özdeşleşen Havana Club olmadan akşamlarım rahat geçmez oldu. 3 yıllık romlardan bir 50 cl’lik ve portakal suyu alıyorum. Ülkeme dönünce çok özleyeceğim Havana Club’u.

Kaldığımız Casa Pepito y Santy, Rafgael Trejo caddesinin en güzel yerinde. Salvador Cicneros ile bu cadde arasındaki tam karşımıza düşen sokakta gün boyu yoğunluk var, zira, oldukça özgün hediyelik eşya standları var burada.

Vinales’te her evin önünde, terasında bir çirt sallanan koltuk bulunuyor. Biz de akşam üzeri, casamızın terasında sallanan koltuklara kurulup, Granma Gazetesinin fotoğrafları arasında dinleniyor, caddeden geçen araç ve insan trafiğini izliyoruz.

Sonra, akşam yemeği için temiz bir paladar ( restoran ) aramak için, şirin caddelerde sokaklarda arşınlamaya başlıyoruz. Yurt dışı gezilerinde restoran için tek kıstasım, yabancıların, özellikle backpackerların ( yani sırt çantalıların ) yoğun olduğu restoranlardır. Zira, onların güncel yerleri, reytingi olan yerleri tercih etmeleri her zaman yardımcı olmuştur bana. Yanılmıyoruz, casamızın bulunduğu caddenin sonlarına doğru, köşede açıktaki masaları dolu olan bir paladar görüyorum. Aslında bizim seyyar köftecileri andırıyor ama, rom hattâ dondurma satacak kadar çok çeşit barındırıyor. Paladar La Esquinita,  Cale Rafael Trejo No.18.   Yanda yanan mangaldan et ve tavuk kokuları dumanları yükseliyor, tavuk ızgaraya yazılıyoruz, Bucanero ile daha da güzelleşiyor masamız, bol salata ve sosla zenginleşiyor. Beklentimizin çok üzerinde bir lezzetle karşılaşıyoruz La Esquinita’da.

Cisneros caddesinde, tur şirketlerinin önünde yoğunluk var. Küba’da ilk kez Batı kentlerini andıran bir turistik destinasyon olarak düşünüyorum Vinales’i. Batılı demem, çevrenin ve turistik alt yapının zenginliğinden ötürü.

Odamıza daha doğrusu odamızın önündeki minik bahçemizin masasına  yerleşiyor, önceden alıp buzdolabında soğumaya bıraktığım Havana Club’ı karşıma alıyor ve hasbıhal etmeye başlıyoruz.

Yarın, Vinales vadisinde zorlu bir yürüyüşümüz olacak. Biraz Vinales’i tanıyalım;

Vinales tam bir cennet. Küba’ya gelip buraya uğramadan dönerseniz kesinlikle pişman olursunuz. Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi‘nde yer alan verimli topraklara sahip Vinales Vadisi’nde en iyi Küba tütünleri üretiliyor. Burada yüzlerce yıl öncesine ait geleneksel tarım metodları kullanılarak tütünün yanı sıra birçok meyve ve sebzenin üretimi de yapılıyor. Bu şekilde üretimin yapılması kalitenin ve lezzetin artmasını sağlıyormuş. Havası çok nemli, bu da yapılan tarıma oldukça büyük fayda sağlıyor ve her yerin yemyeşil olmasına yarıyor.

31  OCAK  2017   (  VİNALES   )

Güneşli bir Vinales sabahı günaydın diyor gözlerimi açtığımda. Kırağı düşmüş otların üzerine, yağmur yağmış gibi ıslak.

 Kahvaltı öncesai kısa bir tur yapıyorum. Yan taraftaki huzur evinde hemşire, yaşlıların tek tek tansiyonunu ölçüyor güler yüzle. Gözüm yine huzurevinin önündeki küçücük Jose Marti heykeline takılırken, kendi mısraları geliyor vaklıma; “ yeryüzünün tüm şöhretleri bir mısır tanesine sığar.

Keyifli bir kahvaltıdan sonra Viazul’un karşısında Transtur’un organize ettiği hop on- hop off otobüse binmek için geliyoruz ( 5 CUC / kişi ). Büyük otellerden yolcu toplamaya devam ediyor ilerledsikçe. Los Jazminas oldukça lüks bir otel, önündeki seyir terasından Vinales vadisinin büyük kısmını görmek mümkün.

Sonra, Mural Prehistoria’ya geliyor ki, burası Vinales ile özdeşleşmiş adeta. Ben kestirmeden yazdım ama asıl adı El Mural de la Prehistoria, yerleşim yerinden 3-4 kilometre içerisinde vadinin tam içerisinde yer alıyor. El Mural de la Prehistoria insan yapımı en büyük yağlıboya tablo olarak biliniyor. 1961 yılında Leovigildo Gonzalez tarafından yapılmış çalışma vadinin kenarında sarp bir kayanın üzerine çizilmiş. Bu dev duvar resminin boyutları 120 metre yükseklik ve 180 metre genişliğinde, anlattığı konu ise evrim teorisi.

Otobüs daha çok Vinales’in önemli ziyaret yerlerinden Cuevo del İndio ( Kızılderili Mağarası ) gidenlerle dolou. Burasının abartılmış bir turistik yer olduğu yolunda o kadar çok şey okudum ki, açıkçası gitmek gelmedi içimde. Filipinler’de Puerto Princesa’daki yeraltı nehrini barındıran mağarayı gördükten sonra da kolay kolay tatmin olabileceğimi zannetmiyorum. Bu durakta herkesle berabar biz de indik. Rotada ileride bir durak daha var, sonra ring yaparak geri dönecek otobüs.

Geldiğimiz yolu gerisin geri yürümeye başlıyoruz. Öyle güzel bir doku var ki etrafımızda, tek tük araç geçen daracık yolda yürümek büyük keyif veriyor. Gruplar halinde bisikletli yabancılarla karşılaşıp selamlaşıyoruz yol boyunca.

Solda, pastayı andıran minik evinin bahçesini işleyen bir köylü görünce yaklaşıyorum, selam verip fotoğraf için izin istiyorum. Memnun oluyor ve çift öküzün  çektiği döğenin üzerindev kahkahalar atarak, bir yandan da keyifle haykırıyor; “ no petrol, no stres.”

Arkadaki evin verandasında yine bir çift sallanan koltuk yerleştirilmiş. Eşi olacak genç bir kadın kucağında bebeği ile bana el sallıyor ve inci gibi dişleriyle gülümsüyor. Gülerek, Küba’nın patates türevlerinden bir Yuca uzatıyor.  Küba gezimden muhtemelen en çok hatırlayacağım enstantane bu olacak.

Estanco del Tabaco 2 durağına kadar keyifli panoramalar ve insan manzaraları eşliğinde yürüyoruz. Üç dakika sonra, tam  zamanında otobüs geliyor. Eşimi bindiriyor, sabah aldığım gün boyu geçerlibilet cebimde olduğu halde, bu muhteşem rotayı Vinales’e kadar yürümeye karar veriyorum.

Önünde yine Jose Marti’nin minicik heykellerinin bulunduğu ilk okullardan geçerken, tertemiz giysileri ile bahçede oynayan, belki de dünyanın en iyi eğitimini alan çocuklarla selamlaşıyor, hello diyerek bahçe çitlerinden minik ellerini uzatıyorlar bana.

 Tabii, bunca güzelliğin içinden, hatırladıkça hüzünler de sızıyor zaman zaman; Afrika’dan getirilen köleler, sonradan özgürlüğüne kavuşmuş zenciler, İspanyollar bu yörenin halklarını oluşturuyorlar. Ama, Küba’nın gerçek yerlileri olan Taino’lardan bugünlere genetik bir iz kalmamış. Vadide bolca bulunan mağaralar da, kölelikten kaçıp, yakalanıp öldürülene kadar saklandıkları mekanlar olmuş yıllarca  Afrika yerlilerinin.

Kolay unutamayacağım bir yoldaki yürüyüşüm gördüğüm pek çok manzara ve çektiğim fotoğraflarla bitiyor, yaklaşık 7.5 kilometrelik yürüyüşüm kanter içinde biterek Vinales’e kaldığımız odaya dönüyorum.

Saat 15.00’de yine Vinales’in şirin sokaklarındayız. Bu arada buzdolabında soğuttuğum Havana Club ile muhteşem anlar yaşıyorum. Paladar La Esquinita’dayız yine, öğle saatinin yoğunluğu azalmış, sırt çantalılar patikalarına doğru yola çıkmış, masalar boşalmış. Birer Küba gelenekseli Ropa Vieja ( sebzeli biftek ) ve iki President bira ile keyfimiz daha da artıyor( 10 CUC ).

Paladarın bulunduğu kavşak, Vinales günlük yaşamı izlemek için mükemmel bir yer. Turizm sektöründen pay alamamış köylüler, minik iki tekerlekli arabaları ile tarlalarından dönüyor, arabalarının yanında mutlaka dili iki karış dışarıda köpekleri de oluyor. Hemen hepsi,nin belinde kınından kabzası görünen iri pala veya bıçakları ihtiyaçtan mı, yoksa bir statü gereği mi pek kestiremiyorum.

Sonra, Hop on hop off otobüsün hareket ettiği Park Vinales’in de bulunduğu Vinales Kilise’sinin önündeyiz. Los Jazmines tesislerinin önündeki harika seyir terasından aşağıda uzanan Vinales Vadisi yeşil magoteleri ile çok güzel fotoğraf veriyor. Kireçtaşı kayalıkların oluştuğu kayalıklara magote deniyor ve sürekli yeşil bir örtüsü ile kaplı.

Fotoğraf faslından sonra bu kez Vinales çıkışından dün geldiğimiz Pinar del Rio yönünde orman yolunda yürüyoruz. Yine pastoral panoramalar içinde dört kilometre kadar yürüdükten sonra dönüyoruz hava kararmaya yüz tutttuğunda.

Rafael Trejo caddesinde, bu saatlerde yoğuynlaşmış insan trafiğini seyrediyorum. Sanırım, Havana, Trinidad’dan sonra Küba’nın en fazla turist alan destinasyonu burası.

 Güneş ortalığı kızıla boyayarak battı bu akşam da magotelerin arasından. Casa lobisinden, sahibi Pepita rom şişesini önüne almış, tv seyrediyor, Tom Jones Delilah’ı söylüyor. Belli çakır keyif olmuş, ayak üstü vücut diliyle gençliğimizden dem vuruyoruz, sonra beni özendirdiği rom şişesini alıp odamızın önündeki masaya çöküyorum.

Bir geziyi daha bitiriyoruz, yarın Vinales’ten Viazul ile Havana’ya geçeceğiz. 17.40’da Havana Viazul terminalinde olacağız, buradan taksi ilev Jose Marti havaalanına geçeceğiz. Bundan sonrası biraz zahmetli olacak, ertesi gün saat 14.40’a kadar havaalanındaki koltukları mesken tutacağız. Ardından onüç saatlik Havana – Moskova uçuşu, sonra üçsaatlik Moskova – İstanbul derken bir rüyadan, gözlerimizi tekrar kaos’a açacağız.

Havana Club ile hemhal hallerinde geçen muhteşem anlardan sonra, uyku sakallarımdan yakalayıp yatağa götürüyor beni.

 

01  ŞUBAT  2017      (  VİNALES  -  HAVANA  -  JOSE MARTİ HAVA ALANI  )

Sabah, gün doğmadan kalkıyoruz, çantaların toparlanma faslı başlıyor. Ağırlıklar kontrol ediliyor. Havaalanında geçireceğimiz uzun saatlerde bize eşlik edecek kumanyalarımız paketleniyor. Ardından, kapımızın önündeki pembe terasta son kez harika bir kahvaltı yapıyoruz. Aldığımız organik domatesi kestiğimde etrafa yayılan o muhteşem koku çocukluğumu hatırlatıyor.

Odamızı boşaltıyor, çantalarımızı casa sahibesi Santy’e emanet edip, son kez ara sokaklarında Vinales’in sokaklarına atıyoruz kendimizi, rengarenk evlerinde, teraslarındaki sallanan sandalyelerinde kaybolmak için.

 Devletin işlettiği Caracol mağazasının önünden geçerken şeytan dürtüyor ve 2 şişe 35’lik Havana Club alıyorum ( 8 CUC ). Kasada oluşan kuyruğa dahil oluyorum, o arada yazar kasa bozuluyor, mağazanın içi içki şişelerine piranhalar gibi saldıran Amerikalı’larla dolu. Kırkbeş dakikalık bir bekleyişten sonra ödememizi yapıyor ve sokaklara taşmış kuyruktakilerden yol isteyerek temiz havaya çıkıyoruz.

Bir ara üzerinde ay yıldızlı bayrağımızın olduğu kırmızı tişörtlü bir genç görüyorum. Gerçi pek Türk’e de benzemiyor ama önce Türkçe, sonra İngilizce soruyorum. Türk değilmiş, hatta Türkiye asdını ilk defa duymuş gibi saf saf bakıyor yüzüme, ilerliyorum.

 Vinales Kilisesinin yanındaki salon Kültür Merkezi olarak kullanılıyor. Resaim sergisini ziyaret ediyorum. Küba’yı betimleyen çok güzel resimler var.

Bugün, ne hikmetse daha fazla köylü dolaşıyor Vinales’te, giysileri ve sağ taraflarına taktıkları iri bıçakları ile hemen belli oluyorlar.

Son kez yemeğimizi yine Paladar La Esquinita’da alıyoruz. Küba’ya ülkenin geleneksel yemeği Ropa Vieja ( sebzeli biftek ) ile veda etmek, anılarımızı daha canlı tutacağa benziyor.

 Dün almış olduğum olduğum Viazul rezervasyon fişini, elektronik bilete çevirerek Vinales Kilisesinin de içinde yer aldığı Plaza Vinales’de bizi Havana’ya götürecek olan otobüsün hareket saati olan 14.00’e kadar bekliyoruz.

Nihayet 14.15’de şoförlere kürdanla dişlerini karıştırarak yemekten geliyorlar. Otobüsün tamamı yabancı, Unesco Dünya Kültür Listesi’ndeki Vinales gerilerde kalıyor ve dün yürüdüğümüz yollardan geçerek 27 kilometre ilerideki Pinar del Rio’ya ilerliyoruz.

Çabuk geliyoruz renklerin şehri                Pinar del Rio’ya, aslında burası İspanya sömürgesi döneminde çok daha zengin bir kentmiş. Kolonyal binaların zenginliği bu konuda hayli ip ucu veriyor. Ne yazık ki;güzelim kolonyal binalar ( sempatik görünmelerinin yanında ) rengarenk boyanarak ruhlarını yitirmişler.

 Küba’da dikkatimi çeken şu oldu; Havana, Pinar del Rio, Camaguey gibi kentlerin çok bakımsız olmasına karşın,  Vinales, Trinidad Santa Clara gibi daha küçük ama turistin daha fazla uğradığı kentlerin evleri daha bakımlı.

Pinar del Rio’dan sonra buranın tabiri ile auto pista2ya yani otoyol’a giriyoruz. Havana’ya 137 kilometre yolumuz var. Şoförler, yol kenarındaki köy evlerinde duruyor, bildik yerlerden tavuk, un v.s alıyorlar. Hem de öyle rahat davranıyorlar ki, yolcuların beklemeleri onları hiç rahatsız etmiyor.

Havana’ya ilerledikçe trafik yoğunlaşıyor. Kamyon otobüslerin kasaları insan dolu.  Küçücük at arabaları ve bisikletler bastıran yağmur sıcağının içinde bezgin ilerliyorlar.

Muhtemelen işlerinden veya yakınlarının yanından evlerine dönmekte olan insanlar güneşin insafsızlığında üst geçit köprülerin altındaki gölgelere sığınmışlar, gelecek gua gua ( halk dilinde halk otobüsü ) larını bekliyorlar.

Viazullerde, öndeki dört koltuk ne hikmetse şoförlere ait, buralara ya ceplerine attıkları parayı vereni oturtuyorlar, ya da bugün sürekli karşılaştığım gibi  tanıdık veya akrabalarını.

Candeleria, okuduğum kadarı ile Küba gezginlerinin yorgunluk attıkları bir belde, işaret levhaları daha sonra Las Terrazas’ı göstermeye başlıyor. Asalında burayı çok görmek istiyordum, ancak 22 günlük programda buraya yer kalmamıştı. Mucize bir şekilde otobüs Las Terrazas kavşağına giriyor, 8 kilometre var Las Terrazas’a. Dünyanın önemli biyosfer rezervlerinden birisi burası, Küba Devrinmi’nden sonra bu civarda 8 milyon ağaç dikilmiş. Sömürge şirketlerinin maden aramaları esnasında delik deşik edilmiş arazide oluşturulan yapay göl bölgeye hayat vermiş. Şu anda civarda bin kişi yaşıyor.

Las Terrazas’ta yabancıların kalabileceği küçük konaklama tesisleri var. Otobüsün bunca yolu gelme nedeni, buradan Viazul’a rezervasyon yapmış iki yabancıyı almak içinmiş. Yemyeşil bir dokuda, orman içinde dar bir yoldan ilerliyoruz. Keşke diyorum, insem de bir kaç gün geçirsem burada.

Çok geçmeden Coronela Gölü kıyısından geçiyoruz. Sporun her türlüsünün, devlet tarafından olabildiğine desteklendiği Küba’da kürek sporcuları antrenman yapıyorlar gölün durgun sularında.

Gölün kıyısında mola veriyor, aşağıda hayranlıkta baktığım sularının yanına iniyorum hemen. Sekiz milyon ağaçtan göl kıyısına inebilenlerin suyla buluşması muhteşem bir görsel şölen oluşturuyor.

 Yoğun bir yağış altında 18.00’de Havana’ya giriyoruz. Turistlere eziyet edercesine kentin dışına konulan, üstelik taksiden başka bir araçla ulaşımın mümkün olmadığı Viazul otobüs terminaline girdiğimizde etrafımı taksiciler sarıyor. 15 CUC’a anlaştığım masum yüzlü birisi, terminal dışında bekleyen ekmeğini çoktan yemiş bir korsan taksinin soförüne teslim ediyor bizi.

Giderek yoğunlaşan akşam trafiğinde, Havaalanına varana kadar, bindiğimiz araç bozulmaz, kaportası dağılmaz diye dualar ederek yarım saatte Jose Marti Havaalanına gelebiliyoruz.

Eğer geceyi Havana’da geçirmek isteseydik, aşırı yoğunluk olduğundan yer aramak durumunda kalacaktık ve en az 30-35 CUC  ödeyecektik, terminalden Havana’ya 10 CUC, ertesi sabah Havana’dan Jose Marti Havaalanı’na en az 20 CUC ödeyecek yani toplamda 250 TL üzerinde bir harcamamız olacaktı. Havana’nın sürprizlere açık konaklama imkanı yerine, geceyi Jose Marti Havaalanında geçirmeye karar veriyoruz, bu parayla burada Havana Club, İstanbul Free Shop’ta da rakı alacağım.

Müthiş bir yoğunluk var Havaalanında, 3 nolu terminale geçerek, oturduğumuz banklardan yolcu kargaşasını izliyoruz bir müddet. Neyse ki, saat 24.00’den sonra uçuşlar bitiyor, havaalanı sessizliğe bürünüyor. Koca terminalde bizden başka iki kişi kalıyor, klimanın soğuğu içimize işlemeye başlayınca maskelerimizi takıp, banklarda pozisyon alıp uyku moduna giriyoruz.

Sabah 05.00’den sonra Caracas aktarmalı Kanada ve A.B.D uçuşları başlayınca terminalde yoğunluk artmaya başlıyor. Gün ağarıyor dışarıda uzanan palmiyeler üzerinde pembe bir güneş giderek yükseliyor, Küba’nın pamuk şekeri bulutları kaymaya başlıyor yeniden gökyüzünde.

 

02  ŞUBAT  2017  ( JOSE MARTİ HAVAALANI   )

Herşey gibi onsekiz saatlik bekleyişimiz bitiyor. Check in, güvenlik derken B9 kapısının önündeki salonda mevzileniyoruz. Free Shop’tan iki tane kiloluk Havana Club alıyorum ( 16.90 CUC ). Elimde kalan son CUC’ları da havaalnı döviz bürosunda geri verip yerine 50 € alıyorum. Anı olarak yanımda Jose Marti’nin resimleri olan bir kaç pezo kalıyor.

Yakın zamana kadar, Küba’dan ayrılırken 25 CUC çıkış harcı alındığını okuyordum. Neyseki kalkmış artık. Uçağa geçiyoruz. Whatsapp’dan damadımın check in yapmasını istemiştim, ikişer kişilik sırada rahat bir şekilde 11.30 saatlik uçuşumuza hazırız artık.

15.15’de havalanıyoruz, Miramar’ın, Vedado’nun gökdelenlerinin, Casablanca’daki dev İsa heykelinin üzerinden geçiyoruz. Sonra, Küba ile aramıza bulutlar giriyor.

Amerika ve Kanada’nın doğu sahilleri boyunca Boston, Montreal semalarından geçerek ilerliyoruz. Bu kez zamanın akışında değil, zamanın üzerine ilerliyoruz.

 

03  ŞUBAT  2017   (  HAVANA  -  MOSKOVA  )

Yine üzerimize güneş doğuyor. Gece bitip tükenmeyen uyanıp uyumalarla geçiyor. Grönland’ın güneyinden geçerken eşim uyandırıyor. Pencereden bakınca muhteşem kutup ışıkları görüyor heyecanlanıyorum. Öylesine heyecanlanıyor ki, fotoğraf makinemi manuel odaklamaya almayı akıl edemediğimden, uçak penceresi doğru pozlamayı engelliyor ve tümü flu çıkan fotoğraflarım için kahroluyorum. Ele geçmeyecek harika bir fırsat heba olup gidiyor böylece.

07.55, İskandinavya semalarındayız. Sonunda saatinde Moskova’nın Sheremetyeya Havaalanına iniyoruz. Şeytan bu ya, Rusların, kendilerini yöneten Türk asıllı hakanların güvenini kazanarak, sonra da onları kandırıp silahlanarak ilk Rus devletini kurdukları düşüyor aklıma, D Terminalinden F Terminaline uzanan yirmi iki dakikalık yürüyüş süresince.

Belli ki, Moskova müthiş bir kış yaşıyor, her yer karlarla kaplı. Ama, havaalnı zemini yerden ısıtılıyor olmalı ne uçaklarda ve havaalanı ulaşımında bir aksama yok.

Sheretveya Havaalanının 11 saatlik isteksiz misafiri olacağız ister istemez. Allaftan wi-fi ücretsiz. Küba’da giremediğimiz internete burada sarılıyoruz, hem vakit geçiyor hem de dünyada yirmi iki gün neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum.

21.00’de uçağa alıyorlar, 21.45’de İstanbul’a doğru havalanıyoruz. Pencereden bakıyorum Moskova’da yoğun bir kar yağışı başlıyor.

 

 

 

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..