Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Küçüğüm daha çok küçüğüm

Küçüğüm daha çok küçüğüm
 

Sözü ve müziği Sezen Aksu’ya ait bir şarkıdan bahsediyorum, evet. Şöyleydi o sözler:

“Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden bütün hatalarım…
Övünmem bu yüzden, bu yüzden kendimi özel, önemli zannetmem…
Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden bütün saçmalamam…
Yenilmem bu yüzden, bu yüzden kendime hala güvensizliğim…
Ne kadar az yol almışım, ne kadar az, yolun başındaymışım meğer…
Elimde yalandan kocaman rengârenk geçici oyuncak zaferler…
Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden bütün korkularım…
Gururum bu yüzden, bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım…
Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden sonsuz endişem…
Savunmam bu yüzden, bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem…”

Yine Sezen Aksu’dan başka bir şarkı:

“SARI ODALAR BEN SENİ ÇOK SEVDİM OĞLUM

Ben senin hayatından gittim oğlum,
Hadi yerime koy birini koyabilirsen!
Ben senin hayatından gittim oğlum,
Hadi dur o sarı odalarda durabilirsen!

Ben sen sen diye bittim oğlum,
Hadi bakalım unut unutabilirsen!
Ben seni yudum yudum içtim oğlum,
Hadi ol eskisi gibi olabilirsen!

Uzak benden aşk, uzak artık…
Kanun mudur bu yasaklık?
İnan içimde yok fesatlık!
Alırım başımı giderim efeler gibi hey!
Efeler gibi hey!”

Bakın bu da Sezen Aksu’dan:

“MASUM DEĞİLİZ

Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer,
Her gece,
Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna,
Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık,
Her şeye,
Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan,
Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış,
Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan,
İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır…
Eller günahkâr…
Diller günahkâr…
Bir çağ yangını bu, bütün
Dünya günahkâr…
Masum değiliz hiç birimiz…”

Sanırım bu sözleri okurken şarkıların sesi de geldi kulağınıza. Başka bir boyuta geçti bazılarınız. Kendinizle yüzleştiniz. Ne kadar küçük ve yalnız olduğunuzu düşündünüz yaşlı bedenlerinizde. Ne kadar yorgun ve içe kapalı olduğunuzu hatırladınız. İçteki odalara sarı rengini belki siz de yakıştırdınız. Aslında dostlarınızın bile bilmediği veya anlamadığı birisiniz siz, burkuldu yüreğiniz ve buruldu göğüs kafesiniz. Nefesiniz daraldı…

Sezen Hanım’a belki bambaşka bir gözle bakıyorsunuz artık! Sesi ve şarkılarıyla mutlu olduğunuz o insan şimdi biraz da hüzün mü veriyor size?

Ya Sarı Odalar? Sizinkiler ne zamandır kapalı? Ne zamandır havasız, nemli ve küflü? İçten içe boğuluyor gibi olmuyor musunuz hiç?

Ya insanlar? Bütün derdi ipe sapa gelmez laflar etmek olan, bir işe yaramayan, yaramaya çalışanları da sürekli eleştiren insanlar… Onlardan ne haber? Onlar böyle davranmakla yalnızlıklarını gizlemeye çalışıyor olabilirler mi? Peki, siz onlardan mısınız?

“Kalem sustu ve kelam sustu” diyordu yazar. Neden sussun kalem ve neden sussun kelam? Sarı Odalarda yasak mıdır konuşmak? Ya da hissetmek midir anlar gibi olmak? Her şeyi bilen aslında o içindeki çocuk mu yoksa? Çocuk… Üzerine binlerce kilit takılan bilge, nasıl yaşar orada veya nasıl oldu da yaşayabildi bunca yıl?

“Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna…”

Şu cümleye bakar mısınız? Yalnızlığın bir sevgili kadar yakın olması! Etrafınızda binlerce insan, çoğu hayran “siz”e, bir sürü para, ev, araba, evlat ve yalnızlık!

“Elimde yalandan kocaman, rengârenk, geçici oyuncak zaferler…”

“Çok şey başarmış sanıyorlar ama onların hepsi değersiz şeylerdir” diyebilmek veya demek zorunda kalmak! Bunca yıl nasıl da kandırabildiniz kendinizi? Siz onların da, sizin de bildiği insan değilsiniz ve siz kendinizden o kadar uzakta bir yapayalnızsınız! Üstelik bu sözleri bir şarkı ritmi ile söylerken siz, dinleyenler tepinip eğleniyor! Ne söylendiğini bir an bile anlamadan, anlamak istemeden, sarı odalarının üzerinde, içerdeki çocuğu ezercesine, tepesinde tepiniyorlar.

”Eller günahkâr…
Diller günahkâr…
Bir çağ yangını bu, bütün
Dünya günahkâr…
Masum değiliz hiç birimiz…”

Doğru bu, değil mi? Bu, doğru…

İlk şarkının sözlerine dönelim yeniden:

“Küçüğüm, daha çok küçüğüm, bu yüzden sonsuz endişem…
Savunmam bu yüzden, bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem…”

Sonsuz endişe… Didinmek, küçücük bir iz bırakmak için buna rağmen… Tedirginliklerle dolu bir hayatı, yerli yerine koyamadan hiçbir şeyi, ömrü “adam gibi yaşamadan” sürdürmek ve ama buna rağmen “bir iz” bırakmayı dilemek…

***

Şimdi söyleyin bakalım, kimsiniz?

Başlayamadan bitirecek olmak ürkütmüyor mu sizi?

Sizi hatırlatacak ve hayırla andıracak ne bırakıyorsunuz ardınızda?

Sizi gerçekten tanıyan kim kalacak geride, laf arasında hatırlayıp söz edecek?

Bu mudur yalan dünyanın yalancısı olmak?

Nereden geliyorsunuz ve bu gidiş nereye?

Yaşamaya hazır mısınız?

Çok mu geç?

***

Bu yazı burada biterdi. Bitmişti de. Ama hayat tecrübeler sunmaya devam ediyor. Az evvel Erdal Demirkıran’la birlikteydik. Haber7.com yazarlarından biri olan bu isim aynı zamanda 7 kitaba imza atmış. Demirkıran şu çok adı geçen kişisel uzmanlardan biri. İlginç şeyler anlattı. Değişik bir sistem kurmuş kafasında. Dolaylı mesajları doğrudan intibasıyla veriyor. Hedefleri enteresan, aldığı sonuçlar da öyle. Benim için keyif oldu onu anlamaya çalışmak. Ama ürettiğim sonuçları sizlerle paylaşmayı düşünmüyorum. Onun hakkında olumlu veya olumsuz bir cümle kullanmayacağım.

Bahsedeceğim şey genel anlamda bu tür konularda ortaya çıkan uzman sıfatlı kişiler ve görmezden gelinemez etkileri. Çoklu zekadan sonra işe NLP’yi, kişisel gelişimi vs de kattılar. İnsanı yeniden tanımlama gayretinden çok yeni bir insan prototipine inandırmak amaçlı bu gayretlerin tahribat boyutunu yazmak zorundayım.

Mesele insanı anlamak ve gereğini yapmaktır. Binlerce insanı, kelimeleri ve vücut dilini kullanarak programlamak, onları sevk ve idare etmek inanın çok kolay. Yeter ki yeterince tecrübeli ve yetenekli olun.

Belki siz de, hiç istemeyerek, böyle insanlar tarafından programlanıyor ve başkalarının uygun gördüğü rollere bürünerek özgürlük nutukları atıyorsunuz orda burada.

Hem de hiç utanmadan.

Onca bilgi kirliliği içinde gerçekten saf ve katıksız bilgiyi bulacak, onu gönlünüzde harmanlayacak ve kendinize mal edecek akla sahipsiniz. Zeka yönünden zaten sıkıntımız yok.

Öyleyse… Hala… Kendinize gelmenizin vakti gelmedi mi?

***

Bu yazı burada da bitmezdi. Ama baskıya girilecekmiş. O zaman biz çıkalım.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..