Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Küçük Abla

Küçük Abla
 

sorumlu doğmak ...


Daha 3 yaşındaydı abla olduğunda. Ablalık kavramının ne anlama geldiğini bile kim bilir kaç yıl sonra idrak edebilecekti. Bütün lüksü bitmişti evdeki, artık yeni bir dönem başlıyordu. Kendisinde ebeveynliği öğrenen ailesi, kardeşine karşı aynı yanlışları yapmamak için büyük bir uğraş verecekti.
Aradan yıllar geçti ve küçük abla artık ilkokul yolundaydı. Okulun ilk günüydü ama babası yerinde yanında dayısı vardı, bu hiç adil değildi. Daha sonrasında da ikinci çocuğun ardından küçük ablamızı iyice benimsemiş olan babaannesi oldu onu okula hep götürüp getiren. Toplantılarına o katıldı, pikniklerine o gitti. Öyle ki öğretmeni artık bir annesi olduğundan şüphelenmeye başlamıştı.
4. sınıf sıralarındayken bir kardeşi daha olacağını öğrendi önce, sonrasındaysa babasının onu 5. sınıftan sonra bir daha okutmayacağını. Bütün hayalleri yıkılmıştı, hayattan tüm beklentileri kaybolmuştu. Dalgınlığını ve derslerindeki aksaklıkları fark eden öğretmenine babasının kendisini okutmayacağını, bu yüzden ders çalışmadığını söylemişti. Buna karşılık öğretmen acil velisini okula çağırmış karşısında yine babaanneyi bulmuştu; iyice sinirlenmiş ve derhal babasını görmek istediğini söylemişti.

Öğretmen koskoca 4 yılın ardından okula ilk defa gelen babayla uzun bir konuşma yaptı ve en azından bir diploması olmasının gerekliliklerinden bahsetti. Baba ikna olmuş gibiydi ancak hiçbir şey beklediği gibi olmayacaktı küçük ablamızın.
Babası her şeyine kızar olmuştu. Bir silgi ihtiyacını bile karşılamıyor, bağırıp çağırıp kalbini kırıyor ve en sonunda yine ihtiyaçlarını babaannesi alıyordu. İlkokul ve ortaokul bir yerden sonra sürekli köşe kapmacayla geçti. Babanın tek konuşması 2 saat verdiği nasihatler ve tehditlerdi. Oysa küçücük yüreğinde ne fırtınalar kopuyordu. İstediği, beklediği tek şey sevgiydi. Bir defa başını okşasaydı babası her şey tuz buz olacaktı sanki. Ama olmadı. Küçük abla büyüdükçe beklentiler büyüdü, nasihatler çoğaldı ve tehditler şiddetlendi.

8. sınıfta liselere giriş sınavına girmek istedi, babası da kazanabileceğine ihtimal vermediği için kabul etti. Puanlar geldikten sonra tercihleri yine babası yaptı. Sadece 3 yer tercih etmişti ve sıralamayı da yine kendi istediği gibi yapmıştı. Sonunda da “Eğer kazanırsan gidersin.” demişti.

Aylardan sonra en istemediği okulu kazandığını öğrendi. Babası şaşkınlıktan ne yapacağını bilememişti. Ama gururluydu, ne olursa olsun söz ağızdan çıkmıştı bir kere, okutacaktı.

Lise hayatı tam bir kâbus gibiydi. Babası mecburen liseye gönderildiğini her fırsatta dile getiriyor, yine her zaman ki gibi hiçbir ihtiyacını karşılamıyordu. Okula servisle gönderiyor, bahçeye çıkmasına, kantinde oturmasına müsaade etmiyordu. Ama bu defa küçük abla kararlıydı, nasıl olsa dinlese de babasını, mutlu olamıyordu ve bu yüzden kendini arkadaşlarından soyutlamayacaktı.

Yılsonunda babası kendisini dinlemediği gerekçesiyle onu okuldan almaya kalktı, babaannesi engel oldu ve ertesi yılda aynı şekilde. Bütün hayatı okul ve evden ibaretti zaten. Okul hayatı her şeye rağmen o kadar güzel geçiyordu ki, eve gitmek dahi istemiyordu. Çünkü evde hep bir kaos vardı. Dersi olmasa bile odasına kapanıp çalışır görünmek o kargaşaya girmekten çok daha cazipti.

11. sınıfta artık üniversite sınavı heyecanı sarmıştı herkesi. Oysa o biliyordu kaderini ama bir ihtimal var mıdır belki diye bütün yıl sınava çalıştı. Sınav sonrasında babası bombayı patlattı, sadece tıp fakültesini kazanırsa okuyabilecekti, başka şansı yoktu. Fakat babasının onu zorla gönderdiği okuldan okul birincisi ve ÖSS birincisi olsa dahi tıp fakültesini kazanma şansı yine de yoktu. Puanlar açıklandıktan sonra her şeye rağmen şansını denemek istedi ve bir cesaretle babasına okumak istediğini söyledi. En azından açıktan okumak istiyordu. Ama babası karşı çıktı, öfkelendi ve haftalarca yüzüne bakmadı. Küçük abla o kadar üzülmüştü ki ağlamaktan gözlerinin altı mosmor olmuştu. Tek istediği şey okumaktı, ama karşılığında şimdi babası onunla aynı ortamda bulunmuyordu bile.

Tercihler bitti, sayfalar kapandı. Babası ve babaannesinin isteğiyle halk eğitimin kurslarına gitti ertesi yıl ve sonrasında artık evdeydi. Büyüklere göre okumadığına ve evde oturduğuna göre evlenme zamanı da gelmişti artık, gelen görücüleri değerlendirmeliydi.

Senelerce kimseyle görüşmedi, kimseyi kabul etmedi. Kendince evde kalmanın hırsını çıkarttı. Ama sonunda birisi çıktı karşısına, “Tamam” dedi. Hayatında ilk defa babası bu “Tamam”ın arkasında durdu fakat karşılarında başka biri vardı maalesef; babaannesi. Kendisi için yaptığı bütün fedakârlıklara ve bütün masraflara karşılık o adamla evlendirmeyeceğini söylüyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı; küçük abla artık küçük değildi. Kararını vermişti, bu iş olacaktı. Belki bir kurtuluş olarak görmüştü evliliği ama bu kurtuluş için kendini yakmayacak kadar bilinçliydi artık.

O gün geldiğinde ardına bile bakmadan öylece gitmişti evden. Arkasına baktığında geçmişte yaşadığı tüm acılarla yüzleşeceği hissine kapılmıştı nedense. İnsanların çekememezliklerinden, bencilliklerinden ve gururlarından o kadar yılmıştı ki, gidişi kurtuluşu gibi gelmişti ve üzerinde beyaz gelinliğiyle ellerini öpmeyi dahi düşünmemişti.

Şuan mutlu bir evliliği olan küçük abla hem bir üniversite öğrencisi hem de geçmişinin hatalarını kendi evlatlarına yaşatmamaya söz vermiş bir anne adayı.

Sonrasıysa bir muamma, bir gelecek…

 
Toplam blog
: 4
: 658
Kayıt tarihi
: 29.06.10
 
 

1987 Bursa doğumluyum, ilk orta ve lise eğitimimi Bursa'da tamamladım. Su anda  Sosyoloji 2. sini..