Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '13

 
Kategori
Çocuk Psikolojisi
 

Küçük gelinler...

Küçük gelinler...
 

Görsel alıntıdır..


Aslında bir kamu suçudur bu olay, ayrıca toplumsal bir hastalıktır. Din, vicdan, töre, adına ne dersek diyelim, hepsi bu işleyişin yanında eğreti kalmaktadır.  Bu karanlık, kanlı, acılı pis çarkın dişlileri arasında, ezilip un ufak olan ruhların yokluşuna konulan isimdir töre. O iğrenç duran tabirle, yani "rıza"yla yan yana koyulur. Fakat kimin rızası, kimin izni?

Doğanın hiçbir doğa manzarasıyla örtüşmeyen, kanlı, pis manzaralar desen desen ortaya çıkar her olayda ayrı ayrı. İlmek ilmek, desen desen işlenir bu manzaraların tam ortasına, henüz memeleri bile çıkmamış, tomurcuk gül memeli küçük kızlar.

Kendi yaşadıkları toplum içinde varlığı olmamış, sadece törenin içinde devinip durup, kendi kaderlerini kendileri belirleyemeyen, kokuşmuş, paslanmış beyinli insanların sürdüregeldiği geleneklerden birinin bu.

Kızın gidişine belki sadece ana ağlar, “Ağlarsa anam ağlar” misali. Ana, o seremonide kendi yok olup giden gençliğinin yanında, dokuz ay karnında taşıyıp, kan ter içinde dünyaya getirdiği, adı olmayan kızının yok olup gidişine de ağlar.

Her bir olay da, geçmişten geleceğe küçük kızlar yuvarlanmakta. Pis kokulu, pis bakışlı, pis düşünceli adamların pislikleri içinde eriyip yok olmaktalar. Pis kokulu adamlar, çürük dişleri arasında dişleyip, ezerek, yok olup giden nice nice “küçük gelin”  hikayeleri  bırakmakta geleceğe. O pis kokulu adamların, küçük kızların ince kırılgan bedenleri üzerinde yuvarlanıp gider durmadan.

Kızı karanlık büyük bir odaya soktular, dışarıdan içeriye girdiğinde gözleri kararmıştı. İçerisi zifiri karanlık gibiydi. Hava akımı olmayan bu ev geceleri soğuk oluyordu kapısı ahır kapısına yakın olduğu için evin içi ahır gibi kokuyordu. El yorgamı ile kerevete benzer bir yer buldu oturdu. Kapı açıldı içeriye iki kadın girdi. kadının kucağında bir bebek vardı. Esmer tombul bir kız çocuğuydu. Gaz lambasını yaktılar. İçeri loş bir hal almıştı.  Kadınlardan biri hemen bir yer yatağı serdi. Diğer kadın ağlamaya çalışan bebeği susturmaya çalışıyordu. Bebek ölen adamın kızıydı.  Öteki kadın duvar dibine doğru bir yatak serdi. Yatağın üzerine beyaz bir bez serdi. Kadın ağlamaktan gözleri kan dolan kıza alaycı bir bakış attıktan sonra söylendi: ‘’bu bez senin namusuna şahitlik yapacak’’ sonra sönmekten olan sobaya birkaç tezek attıktan sonra çıktılar.  Onlar yanından ayrıldıktan sonra loş odayı baştanbaşa nemli gözleriyle taradı. Şimdiye kadar kendisine zulmü reva gören kadınların hepsini tanıyordu. Şimdi ise ötekileşmesi gücüne gidiyordu. Bir an, duvarda asılı duran urganı merteğe geçirip ölmeyi bile istedi. Bütün bu düşüncelerden içeri giren küçük bir kız kurtardı. Masum yüzü siyah gözleri vardı. Elindeki bir bez bebek kızın kucağına koydu. Oda karmaşa arasından itilmekten bıktığı için kendini bu odaya atmıştı. Adettendir gelinlerin kucağına erkek çocuk bırakılırdı, erkek çocuk doğursun diye. Kan davasından!! ‘’kan bedeli’’ geldiği için kimse böyle bir şeyi münasip görmemişti küçük geline.  Küçük kızın üzerinde erkek çocuk elbisesi vardı. Babasının erkek evladı olmadığı için dokuz kız kardeşlerin en küçüğüydü. Babası erkek hasretini gidermek için kızına erkek elbiseleri giydirmişti. Hatta bazen erkek çocuklarla güreş bile tutturuyordu. Küçük kız üzerinde bol duran yamalı pantolonu düşmemek için bir eliyle devamlı tutuyordu.  Yukarı çekiyordu.  Bir saate yakın küçük kız küçük gelinin yanında kaldı.

Bir kadın içeri girdi. Acı ve ızdırap yüzünü yüz olmaktan çıkarmış yılların yorgunluğu kırışık yüzünde okunuyordu. Dokuz kız çocuğu doğurduktan sonra kocası onu inzivaya çekmişti! “Beceriksiz kadın sen erkek evlat doğurmayı beceremiyorsun” deyip, üzerine bir kuma getirmişti. Dokuz evlat doğurduktan sonra işe yaranmamak içini acıtıyordu ama yapılacak bir şey yoktu. Hakkını arayıp boşanma davası açacak hali yoktu ya! Aslında kızını arıyordu kapı aralığında kızın burada olduğunu görünce içeri girmişti. Kız anası olmanın yükü taşınamayacak kadar zahmetli ve acı vericidir buralarda.

  Küçük gelini üzmemek için gözyaşlarını içine akıtıyordu. Zaten perişan bir haldeydi daha fazla haline acıyıp üzmenin anlamı yok diye düşünüyordu. Yanına yaklaştı elini nasırlı avuçlarının arasına aldı. Kızın yalvaran gözleri, titreyen dudakları, yüreğine bir hançer gibi saplandı.  Küçük gelin kurtarıcısının o olmadığını anlayınca ki çökmüş ruh hali kadını daha çok derinde yaraladı.  Hoşuna gitmiyordu; kırk dört yıldan bu yana o kadar çok sorun yaşanmıştı ki. Töreyi din gibi görenlerin gözlerine ne zaman mil çekilecek diye hep dua ederdi?

Kız loş odanın karanlık tarafından sessizce oturuyordu. Henüz güneş ışığında nasibini almamış bu oda içini ürpertiyordu. Adamın soluyarak yanına gelişiyle, kızın gözlerinde bir damla yaş, ağzında ise tiksinti gizlenmişti. Hemen ayağa kalktı ellerini önünde bağladı. Adam sabanda kurtulmuş boğa gibiydi. Soluyarak çıkan ses hayvanın böğürtüsü gibiydi. Kızın saçlarına uzanan elinin gölgesi karabasan gibi üzerine çullanmıştı. Elbiseleri tamamen yırtık içindeydi, yer yer yamalarla örtülmüştü, sanki köpeklerle boğuşmuş bir hali vardı. Giydiği yırtık palto ile ayıya benziyordu. İğrenç! Kokuyordu, ahır kokusu. Kız o kadar yalvaran gözlerle bakıyordu ki, bunu adamın anlaması imkânsızdı. Onu o anki şehveti duygulardan kimse mahrum bırakamazdı. İnsanlık istemini bir kenara bıraktı. İşte içindeki yırtıcı hayvanı taşıyanı duygularını korkunç kişiliğiyle şehveti arzuları küçük kıza eziyet ediyordu. İçindeki canavar zincirlerden kurtulmuş, bütün vahşiliği kızın içindeki bütün güzellikleri karartıyordu. İşkence eden bir cellât gibi üzerinden yuvarlanıyordu. Bedenine verdiği acının etkisiyle bağıra bildiği kadar bağırıyordu. Sesini duyan kimse yoktu. Annesine sesini duyurmaya çalışıyordu.

İşte, acı ve sızı içerisinde bir “Küçük gelin” hikayesi daha.

Bütün küçük gelin hikayelerinde olduğu gibi;

Yine erkek kazanmıştı, yine töre kazanmıştı.

Kayıp mı? Küçük kızın yok olup giden yaşamıydı.

Nuray ÖRS

Kasım 2013

(İtalik olan kısım alıntıdır)

 
Toplam blog
: 153
: 1584
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

Yaşamayı seven, yaşamı dürüst ve içten yaşayan, evi, eşi ve iki yavrusunun annesi... ..