- Kategori
- Deneme
Kuğunun Son Şarkısı'ndan...
Bu kuşun eşi de yoktur; tektir bu kuş!
Merhaba,
Bu hale geleceğimi bana üç dört yıl evvel söyleselerdi gülerdim…”Bir internet sayfasında “yazımı” yazacağım… Ve o internet sayfasında –ki adı “MB bloğum” olacak- günlerce yazamadığım zaman yazmayı (gördüğümü, anladığımı, okuduğumu, kısacası; kendimi yazmayı) özleyeceğim.” Gülerdim ve “bu ben olamam, inanmam” derdim her önüme geçene…
Fakat, ben şu gördüğünüz blogla, size yüreğimin yazdıklarını aktarıyorum tüm ciddiyetimle...
Öğretmen olanlar bilir; sene sonunun son iki haftası çok yoğundur. Öğrenciler ve onların velileri “canavar öğretmenlerin:)” öğrencilerinin notlarını nasıl tırpanlayacağını düşündüğünü sanırlarken; biz çileli öğretmenlerse “öğrencimizin hayatına yön verecek kanaatimiz için” geceler boyu uykusuz kalırız. Hem öğrenciyi tek tek kendi orijinalliğinde kendi dersiniz için değerlendireceksiniz ve hem de öğrencileri yan yana getirdiğinizde “hassas terazinizle” değerlendirme ve kanaatlerinizde adil olacaksınız. Bir de benim gibi, Edebiyat alanında “bir ders içi rutinine bağlanmak” size yetmeyip de dergi çıkarmak, projeler takip etmek, öğrencilerinizle ortak kitap çıkarmak gibi dışarı taşmış ek sevdalara düşerseniz o son iki hafta size “uzun soluklu asır”mış gibi gelir… Elbette, bu asrın anlamı uykusuz gecelerdir.
18 Haziran’da dersleri bitirdik ve karneyi verdik. Ama son iki hafta, ben de bittim. Not taktirinin yanında dergiyi, kitabı ve projeleri sonuçlandırmak ve sonuçları “belgelendirmek”, raporlandırmak epey yordu beni...
Üniversiteden beri bir alışkanlığım var… Eğer gece yarılarına kadar - hatta bazen sabahlara kadar- çalışacaksam ve bu çalışma sırasında “beynimin yorulduğunu”, “elimin yazmaz olduğunu” fark edersem, bir süreliğine “konu ve eylem” değiştiririm. Sonra enerji ile, yeniden bitirmem gereken işe odaklanırım. Nasıl mı? Diyelim ki, gece 00 civarındasınız ve Türkiye Liseler Arası Uzlaşı Olimpiyatı için yetiştirmeye uğraştığınız yarışma projenizi son sürat yazıyorsunuz… Gözleriniz yavaş yavaş kapanmaya yüz tutuyor; fakat, uykuya yenilmemelisiniz… Ama bir an öyle bir noktaya geldiniz ki, yazım ya da mantık kurallarında:) hata üzerine hata yapmaya başladınız…"Tamam" vakit gelmiştir, benim için; uğraştığım konudan bir hayli uzak bir konuda kitap seçmeli ve o kitabı, en azından bir yarım saat, tüm dikkatimle, hissederek okumalıyım.
”Bu an”ın geldiğini anladığımda bir beş dakika çay molasının ardından kütüphanemden seçtiğim –ve muhtemelen aylar önce aldığım, içindeki yazılanları merak etsem de iş yoğunluğundan elime alamadığım- bir kitabı alır, -en fazla yarım saat yırmak kaydıyla- okurum… Okurken de zihnimi tekrar canlandırmak için –kaç sayfa okuduğum fark etmez- ilgimi çeken yerleri ya bir kağıda not ederim ya da kitabın ilk sayfasına sayfa numarasını kaydederek “bu sayfayı daha sonra not al” anlamında iki yıldız koyarım numaranın yanına…
İşte, geçtiğimiz günlerde de öyle yaptım ( tarih, 15 Haziran olmalı.):Yanılmıyorsam dört gece üst üste gece yarılarına kadar çalışmam gerekiyordu. Gerekeni yaptım da… Bu gecelerden birinde “zihnimi ve tüm bana lazım olan melekelerimi”, “yeniden hayata tüm canlılığıyla kazandırabilmek için:)” bilgisayarın başından ayrıldım ve kütüphanemden okumam gereken kitabın seçimini yaptım:
Ayvazoğlu, Beşir, Kuğunun Son Şarkısı, Kapı Yayınları, 6. Basım, İstanbul Mayıs 2008
Bu kitap aynı anda aldığım on ya da on beş kitabın (aldığım kitap sayısını hatırlamıyorum; her ay her gördüğüm yerden ani bir arzuyla o kadar çok kitap alıyorum ki. -Çok dediysem, biz memurların sayma sayısına göre çok:)) içindeydi ve kitabın adı ya da konusundan ziyade, Beşir Ayvazoğu Kitaplığı’nın serisi içinde bulunması bakımından önemliydi, benim için bu kitap. Kitabın kapağında –muhtemel ki bir yazar olan- bir Osmanlı Çelebisi’nin resminin bulunması da kitabı almam için bir etkendi kuşkusuz.
İşte, bende böylesi bir merak ve gizem oluşturan kitabı gecenin bir yarısında elime aldım. Kitabın başlığı da çok ilginçti: “Kuğunun Son Şarkısı”
Yazar, ilk sayfaya (yani, 1 numarayı verdiği sayfaya) Önsöz ve Giriş yerine “Der-Beyân-ı Sebeb-i Te’lif” koymuş. Fakat 1 nolu sayfadan önce –bir geriye dönüyorsunuz- başlıksız bir yazıyla karşılaşıyorsunuz…”Başı yoksa sonu vardır” diyorsunuz ve baktığınız sonda bu uzunca paragrafın “Feridüddin Attar’ın Mantıku’t- Tayr’ından” alındığını hayretle görüyorsunuz. Gördüğünüz karşısında göz kapaklarınızın uyuşukluğu bir anda dağılıyor. Hemen kurşun kalem arıyorsunuz. Bu başlıksız paragrafa “önemli” başlığını koyuyorsunuz. Şimdi ben size bu önemli paragrafı Ferüdiddin Aktar’dan alan Beşir Ayvazoğlu’ndan alarak:) aynen naklediyorum:
“Kaknus güzel fakat acayip bir kuştur.Yeri yurdu da Hindistan’dır. Uzun, kuvvetli bir gagası vardır. O gagada ney gibi birçok delikler bulunur.Yüze yakın delik vardır. Sonra bu kuşun eşi de yoktur; tektir bu kuş! Her delikten başka türlü bir ses çıkar; her sesten de başka bir nağme duyulur. Bütün kuşlar susarlar. Onun sesinin güzelliğinden hepsinin de aklı başından gider. Bir filozof vardı; bir müddet onunla düştü kalktı ve musikî bilgisini onun sesini taklit ederek meydana getirdi. Bu kuşun ömrü bin yıla yakındır. Öleceği vakti bilir. Öleceğini anlayıp da kendisinden ümidi kesti mi çalı çırpı toplar, onları çepeçevre yığar. Tam ortasına kendisi geçer, yüzlerce türlü nağmelerle feryad başlar. Âdeta ruhunun her deliğinden başka çeşit bir nağme çıkar. Hem feryad eder hem de ölüm derdinden gazel yaprağı gibi titrer. Onun feryadını duyup işiten bütün kuşlar, onun coşkunluğunu gören bütün yırtıcı hayvanlar, karşında düşüp ölürler. Hepsi onun ağlamasına ağlar; bir kısmı da dermansız, takatsiz bir hale düşüp ölür gider. Onun bu ölüm günü acayip bir gündür. Gönüller yakan feryadından âdeta gönüllerden kanlar damlar.Nihayet bir soluk ömrü kalınca şiddetle kanatlarını çırpar. Kanadından bir kıvılcım sıçrar; alev alır, ateşlenir. O ateş çevresindeki çalı çırpıyı tutuşturur; bu suretle tamamıyla yanar gider. Külde bir zerre bile ateş kalmayınca o külden başka bir kaknus kuşu meydana gelir. Hiç kimseye böyle bir şey nasip olur mu? Öldükten sonra doğsun yahut doğursun?”
Gece on ikiden, bire ikiye doğru hızla koşuyor.Bütün gözlerim açılmış “Kaknus”u en az beş kere okuyorum…Gecenin bir vakti olmuş ve okuduğum, ilk defa adını duyduğum, fakat yüreğimden “onu” hissettiğim “Kaknus” diye bir kuş!!! Bu kuşu “tanımamın” anı, bu anmış…
Tamamen dağılan uykumla, bir numaralı sayfadan, “Der Beyân”la başlıyorum.Yeniden durdurdu beni ve yüreğimi titretti Ayvazoğlu:
“Dil-zinde-i feyz-i Şems-i Tebrîz
Ney-pâre-i hâme-i şeker-rîz
Bu resme koyup beyân-ı aşkı
Söyler bana dâstân-ı aşkı”
Artık, bir gecede olduğuma inanmıyorum.Yüreğimi bir ferahlık kaplıyor. Uykum dağılmakla kalmıyor; ben hala gece iki sularındayken, içimde ve de dışımdaki “Güneşle” sabaha uyanıyorum… Bu dörtlüğün yerini iyi biliyorum: Şeyh Galîb ve ölümsüz eseri Hüsn ü Aşk… Beni gönüllere, aşklara, alegoriye, mazmunlara, sanatlara, Sebk-i Hindîlere, Şems-i Tebrizîlere, âteşlere, Sehl-i Mümtenîlere sevdalı kılan Hüsn ü Aşk’tan birer derya şu mısra'lar...
Titriyorum; ama bu sefer sabahın serinliğiyle.. Elime aldığım kitabı kolay kolay bırakamayacağımı o anda anlıyorum; anlıyorum çünkü ben bu hissi daha evvel de yaşadım; kitap gözümden, kalem elimden, güneş içimden düşemez artık…Ve yüreğimle beraber gözümün ve elimin ritmi de an be an artıyor... Kitap da, uçsuz bucaksız bir umman anlatıyor; coşkulu âteş ile… Ben yine “Kaknus”a döneyim… Aşk, Tebrizli, Şeyh Galîb, ateş ve Kaknus varsa, huşu içinde “dönmek” vakti bu an…
Kaknus paragrafımın başına şöyle bir not daha düşmüşüm, seher vakti: ”Syf.4-5-6’daki altı çizili cümleleri bu paragrafa ekle” İşte, yüreğime ve Kaknus’uma eklenen yazılar:
“Ateşler içinde hemçü kaknus” ·
O geceden, varlığımdan bende kalanla yaptığımı hatırladığım son şey; kulağımda kuğunun son şarkısı uğuldarken bilgisayarıma dönmek ve çalışmamı sabahın ilk ışıklarıyla bitirmek oldu.Evet, hiç eksik kalmasın içimde ve tam yazmalıyım; yüreğim güneşime de birkaç satır yazdırdı, o sabahımla…
Kuğunun son şarkısına ben, daha yeni başladım…Duyuyor musunuz beni, Dede Efendi ve Esad Gâlip? Ve sen Şems, ya sen?..
Yegâh Elif Mirzâde