Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '07

 
Kategori
İnançlar
 

Kul hakkı

Kul hakkı
 

Allah'a tam bir teslimiyetle boyun eğen, emir ve yasaklarına titizlikle uyan, isyandan kaçınan insana “kul” denir. Bu nedenle öncelikle peygamberlerin niteliğidir. Kuran'da peygamberlerin niteliklerinden söz edilirken onların kullukları özellikle vurgulanır.

Kulluk insanın var oluş nedenidir. Çünkü Allah insanları ve cinleri kendisine kulluk etmeleri için yaratmıştır (Zariyat:57). Allah'a kulluğun seçilmesi, onun dışındaki tüm varlıklara karşı yapılan bir özgürlük ilanıdır. Bu nedenle kulluk insanı köleleştiren, güç ve yeteneklerini sınırlayan bir nitelik değil, onu diğer tüm varlıkların üstüne çıkaran, onlardan bağımsız kılan bir niteliktir.

Kul kelimesinin manası böyle iken, “kul hakkı” denince, insanın can, mal ve namus gibi dokunulmazlıklarına yönelik tecavüz ve haksızlıkların ortaya çıkardığı hak akla geliyor. İnsana yönelik tecavüz ve haksızlıklar günah olarak algılanır, dolayısıyla ceza konusudurlar. Bu aşamaya kadar her şey çok doğru olarak ortaya konmuşken, “Kul hakkından doğan günahların ve buna karşılık gelen cezaların Allah ya da devlet tarafından bağışlanması söz konusu değildir” dendiği andan itibaren her şey değişmektedir. Bu sözle de kalınmamakta, “Kul hakkı, ancak hak sahibi kulun bağışlaması ile ortadan kalkabilir” cümlesiyle de konu perçinlenmektedir.

Kulun hakkından doğan günahın ve buna karşılık gelen cezanın, devlet tarafından bağışlanmasının söz konusu olmadığı söylemi aslında altına imza atılacak bir söylemdir. Ama bu bağışlama eylemine Allah karıştırılınca, hele hele kulun hakkının ancak hak sahibi kulun bağışlaması ile ortadan kalkacağı, Kuran ayetleri ortalık yerde dururken, Allahın bu bağışlamada hak sahibi olmadığı söylemi, Kuran’ın ve dolayısıyla Allah’ın lafzını inkârdan başka bir şey değildir.

Konu cana kast olduğunda ve bu kast yaralanma veya ölümle sonuçlandığında, kısas hükmü vardır. Kısas, aşağıdaki ayetlerde de görüleceği üzere, insan haysiyetini, insan onurunu korumak açısından önemli bir uygulamadır ve Allah tarafından hayırlı olarak nitelenmiştir.

2:178 Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır. Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, dişiye karşılık dişi. Kim kardeşi tarafından herhangi bir şekilde affa uğrarsa, bu durumda örfü izlemek ve affedene en güzel biçimde bir ödeme yapmak gerekir. İşte bu, Rabbinizden size bir hafifletme ve bir rahmettir. Kim bundan sonra azgınlık ve düşmanlık ederse onun için korkunç bir azap vardır.
2:179 Ey aklı ve gönlü işleyenler, kısasta sizin için hayat vardır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.

5:45 O Kitap'ta onlar üzerine şöyle yazmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalar karşılığında da kısas. Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara perde olur. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir.

Bir müminin diğer bir mümini yanlışlıkla öldürmesi, karşılığında bir diyet ödenmesini gerektirmektedir. Bu durum Nisa:92 ayetinde çok net bir şekilde açıklanmıştır:

4:92 Yanlışlık hali müstesna, bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Yanlışlıkla bir mümini öldürenin, özgürlüğü elinden alınmış bir mümini özgürlüğe kavuşturması, ölenin ailesine de üzerinde anlaşmaya varılacak tatmin edici bir diyet vermesi gerekir. Varislerin diyeti bağışlaması hali müstesna. Eğer öldürülen, mümin olmakla birlikte size düşman bir topluluktan ise o zaman öldürenin, özgürlüğünden yoksun bir mümini özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Öldürülen, sizinle aralarında bir antlaşma bulunan bir toplumdan ise o durumda öldürülenin ailesine tatmin edici bir diyet verme yanında, hürriyetinden yoksun bir mümini hürriyetine kavuşturmak da gerekli olur. Bunlara imkân bulamayan, Allah'a tövbe olarak iki ay kesiksiz oruç tutar. Allah, gereğince bilendir, hikmeti sonsuzdur.

Ama ayetin sonunda, istenilen şeyleri yerine getiremeyen öldüren için, Allah’a tövbe olarak iki ay kesintisiz oruç tutar denmektedir. Burada ölenin kul hakkı yok mudur? Vardır. Öldürenden, Allaha tövbe olarak, kesiksiz oruç tutması beklenmektedir. O halde, zaten aksi düşünülemezdi de, görülür ki Allah bu bağışlamada hak sahibidir, hatta en büyük hak sahibidir.

Şimdi, ya herhangi biri, bir mümini kasten öldürürse ne olmaktadır? Gelin beraberce bu sorunun cevabını Nisa:93 ayetinden dinleyelim:

4:93 Bir mümini kasten öldürene gelince, onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah gazap etmiştir böylesine, lanetlemiştir onu; çok büyük bir azap hazırlamıştır ona.

Burada da cana kastedilmiştir ve bir müminin ölümüyle sonuçlanmıştır eylem. Öldüren kuldur, ölen de kuldur ve bir kul hakkı vardır. Ölenin ailesi, görüldüğü üzere, öldürenin cezasını vermemektedir. Onun cezası Allah tarafından cehennemle verilecektir. Burada da ceza Allah tarafından verilmektedir.

Yukarıda görülen örneklerden yola çıkarak, insan, başka bir kula karsı işlediği kötü eylemlerden, yaradılış kanunlarına aykırı eylemlerden dolayı hesap verecektir, ama bu hesabi Allaha verecektir, çünkü O'nun yarattığı kanunlara aykırı bir eylemde bulunulmuştur, bundan sonra kula karşı da hesap vereceğiz diye bir şey yoktur. Bütün hesaplar Allaha verilecektir, "kul hakkı" diye bir şey olmamalıdır, var olması gereken şey "kul hakkı yemektir" ki bu da israf gibi son derece büyük bir karşı çıkış, zulüm ve günahtır. Demek bağışlanma Allahtan dilenmelidir. Birileri çıkıp "bağışlanma, ihlal edilen hakkin sahibinden istenmelidir" diyebilirler. Konu, burada ihlal edilen haktir. O hakkin sahibi sadece o hakki ihlal etmemiz için önümüzde duran bir "araçtır". Kişi, hakkı ihlal ettiğinde karşısındaki kula bir zulüm uygulamış olur. Zulmetmek yaradılış kanunlarına aykırı bir eylemdir. Af ve bağışlanma kuldan dilenebilir ve kul da bu talebe menfi veya müspet bir yanıt verebilir, ama bunun aslında hiç bir önemi yoktur. Asıl bağışlanma Allahtan dilenmelidir, çünkü O'nun koyduğu kanun ihlal edilmiş, zulüm işlenmiştir. Yani şunu diyemezsiniz: “Ben dünya hayatımda helalliğimi aldım, Siz beni affetmeseniz de mühim değil, artık yargılayamazsınız” derseniz şirk koşmuş olursunuz.

Kul hakkının, indirilen dinde olmadığı anlaşılmışken, iş uydurulan dine gelince, bir tarafta Allah vardır, diğer tarafta "kul" vardır. Cenaze namazlarında sorarlar, “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” Biz de cevap veririz "Helal olsun". Ya "Haram olsun" dersek ne olur. Allah bu meftayı yargılamadan cehenneme mi sokacaktır? Bu asırlardır suren bir hile-i şeriyeden başka bir şey değildir. Ha, uydurulan dinde sadece bu mu vardır? Yok canım, hiç heveslenmeyin, uydurulan dinde uydurulmuş çok şey vardır. Bir defa baş uydurma "İlm-i Hal" kitaplarıdır. Kuran’ı bırakalım da her şey mubah olsundur. Hadis kitapları vardır, Kütüb-i Sitte (Altı Kitap) vardır, İlm-i Hal vardır. Aman ha! Kuran olmasındır. Hem öyle Kuran'a abdest alınmadan filan el sürülmemelidir ya, onun için pis dolaşalım, gelin (biz mezhep imamlarının yardakçılarının uydurdukları) İlm-i Hallerle hüküm verelim.

Bir zamanlar, şimdi de var mı bilemiyorum, Kanal 7'de sabah 9:00 - 9:30 arası, galiba adı Din Saati olan bir program var idi, beyaz sakallı bir ilahiyat profesörü çıkar ve halka İlm-i Hal'i yorumlardı. Yorumlarının ispatlarını da sadece hadislere dayandırırdı. O zamanlar, her sabah bu programı kâh gülerek, kâh sinirlenerek dinlerdim, hiç kaçırmazdım. Bir gün, sanırım sinirlendiğim bir günüme rastlamıştı, kimdi tam olarak hatırlamıyorum, benim bu programı sürekli seyrettiğimin farkında olan biriydi, bana İslam’ı nasıl öğrenir ve uygulayabilirim? diye bir soru yöneltmişti. Genelde bu soruya “alacaksınız elinize bir Kuran meali, bunu okuyup anlayacaksınız, işte İslam budur” diye cevap verirken, o gün ne oldu bilemiyorum, sinirime rastlamış olsa gerek, "Şu Kanal 7'de sabah çıkan ilahiyat profesörü var ya, onun programını her sabah dinleyip, söylediklerinin tam tersini yaparsanız, işte bu İslam olur" diye cevap vermiştim.

Aslında az bile söylemişim.

 
Toplam blog
: 24
: 2699
Kayıt tarihi
: 10.05.07
 
 

Rumî takvimin 1900+55 senesi sonunda nüfusa katkıları olsun diye annem ve babam oturmuşlar, benim il..