Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '09

 
Kategori
Felsefe
 

KULE GÜNLÜĞÜ / Sabahın Tozu

KULE  GÜNLÜĞÜ  /  Sabahın  Tozu
 

KULE GÜNLÜĞÜ

Şair Hüseyin EVCİL


SABAHIN TOZU ..!


Bir insan; ancak altmış, yetmiş, seksen ya da doksan yıl yaşıyor … Bu süre içinde olgunlaşabilmek, çok sayıda deneyimi yaşayabilmek kolay değil, yetenek gerektiriyor. Zaman ve mekanlar, insanın çalışmalarını önemli ölçüde sınırlıyor.

Zihnimizi kullanarak, sadece düşüncelerimizi ve hayallerimizi, zamanın ve mekanın ötelerine iletebiliyoruz. Fiziksel varlığımız doğanın kalın örtülerini yırtıp dışarıya çıkamıyor. Çıkmış olsa, yaşayamaz, sonsuzlukta kaybolur gider.

Beynimizin ürettiği bütün düşünceler özgürdür, sonsuzluk içinde ulaşabildikleri noktaya kadar ulaşırlar. Bu açıdan; deneyimler kazanmak, doğru bilgiler edinmek, ardından tekrar düşünceler üretmek çok önemlidir.

Düşünce alanımızı genişletebildiğimiz ölçüde biz de genişliyoruz. Böylece gücümüz, verimliliğimiz artıyor.

Unutmamalıyız ki, hepimiz birer deneyciyiz. Deneylerimizden elde ettiğimiz bazı sonuçlar var ve bu sonuçların bazı anlamları var. İşte o anlamlara yoğunlaşmak, yani buluştuğumuz derinliği bir parça olsun çözmek zorundayız. Aksi takdirde, basamaklarda yığılır kalırız.

Her insanın yukarıya çıktığı merdiven farklıdır. Bazı özel insanlar da çıkarken bir merdivene gereksinim duymazlar …

Kendimizi sorguladığımızda, yığınla eksik yönümüz olduğunu görebiliriz. Bunlar sandığımız gibi bağışlanacak ya da hafife alınacak şeyler değildir.

Örneğin, analiz yeteneğimizi, olaylar karşısında sağlıklı yorum yapma yeteneğimizi, yani karar verme yeteneğimizi yeterince ( olması gerektiği biçimde ) kullanmıyoruz. Kullanamıyoruz. Oysa sağlıklı olduğumuza inanıyoruz ve bunu hep savunuyoruz.

Bazı yeteneklerimizi belki de unuttuk, belki de çaldırdık. Neden olmasın ?

Günümüzde aklımızı karıştıran o kadar çok çengel var ki. Saymakla bitiremeyiz …

Bütün insanlar, yani yeryüzündeki bütün deneyciler, yanılabilir, hata yapabilir. Deneycileri ilerleten şey de, o hatalardır. Bir insan, gerçekten isterse, artık hataları tekrarlamamayı öğrenir. Dönüp dolaşıp aynı engellere takılıyorsak, dönüp dolaşıp aynı şiddette baş ağrılarımız çıkıyorsa; aşmak zorunda olduğumuz güçlükler ve kazanmak zorunda olduğumuz yetenekler var demektir.

Bu dünyadan ayrılmış, yani yaşamış ve sonunda ölmüş insanlara sorular sorabilseydik, bizim için birkaç dakikalığına dirilselerdi ve onları saygıyla dinleyebilseydik ;

onlardan çok dokunaklı sözler, uyarılar duyabilirdik.

Örneğin, yaşamın kısalığı.

Örneğin, kalıcı olan iki şey; iyilik ve kötülük.

Bunların ne kadar önemli olduklarını anlatırlarken belki de yakamızdan tutup bize yalvaracaklardı … Donup kalacaktık … Toparlanıp rotamızı tekrar gözden geçirecektik …

Bize ayrılan zaman her geçen gün azalıyor. Tüm paylaşımlarda, içimize ve dışımıza karşı dikkatli davranmalıyız, vicdani değerlendirmeler yapmalıyız. Yapamazsak büyük sorunlar yaşayabiliriz. Bugün yaşadığımız büyük sorunların ucunun nerelere kadar gittiğini bilseydik, belki şok geçirirdik, bağlantılara inanamazdık.

Her insanın düşünme ve seçme özgürlüğü var. Dar ya da geniş, düz ya da yamaç, her insanın yürüdüğü bir yol var. Her insan saygıdeğer. Her insan, seçimlerinin ve yönelişlerinin sonuçlarıyla baş başa kalıyor. Kalmak zorunda.

Daha açık ifadeyle; insan, kendi cennetini ya da cehennemini biçimlendiriyor.

Örneğin, doyumsuzluğun, komplekslerin pençesine düşen bir insanın, artık kendi cehenneminde yaşadığını düşünebiliriz.

O insan, dünyanın bütün maddi zenginliklerine ulaşsa bile, gerçekten mutlu ve huzurlu olamaz. Ancak hastalıklı, zararlı bir varlık olabilir.

Bir insan ya da insan grubu, kendi elleriyle, kendi çabalarıyla, dünyayı, yaşanır ya da yaşanmaz hale getirebiliyor. Mal - mülk hırsıyla, hem kendine hem de yakın çevresine işkence edebiliyor. Aslında devletler de öyle değil mi ? Kimlerin rahat durmadıklarını, kimlerin savaş çıkardıklarını iyi biliyoruz. Gerçekler ortada !

İstediğimiz kadar paramız olsun, öyle zamanlar gelebilir ki, bizi düştüğümüz çukurdan asla kurtaramaz. Bunu anlamak için, uğraşmamıza gerek yok, uzağa gitmemize hiç gerek yok. Hastanenin koridorundan şöyle bir geçmemiz, oradaki acılı - problemli insanlara bakmamız yeterlidir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, insanlar, belirli koşullar ve olanaklar çerçevesinde, gereksinimlerini, kendi öz varlıklarına uymayan, yani sonradan alınan direktiflerle karşılamaya başladıklarında tatsız olaylar, dengesiz olaylar yaşamaktadırlar. Yaşanan her tatsızlık, her dengesizlik, her sıkıntı, her zorluk, her hastalık, her problem, her karmaşa dengeleri bulmaya yardımcıdır.

İnsan olarak, dengeleri bulmak görevimizdir. Bulmak için önce şapkamızı önümüze koymalıyız. Belki de başımıza, düşüncelerimizi okşayacak yeni bir şapka almamız gerekiyor.

Nerede hata yaptım ?

Bu olaydan çıkardığım dersler nelerdir ?

Daha iyisini, daha güzelini nasıl yapabilirim ?

Bundan sonra, nasıl bir değişiklik yapmalıyım ki benzer bir sorun yaşamayayım ?

Peki bu soruları önemseyerek, içtenlikle soruyor muyuz ? Hayır, kaçıyoruz. Çünkü yanıtlamakta zorlanacağımızı biliyoruz.

Bulduğumuz çözümleri uygulamalıyız ve bütün düşünme eylemlerimizi severek gerçekleştirmeliyiz.

Evrenle aramızda, eşyalarla aramızda ilişkiler kuruyoruz. Bu ilişkilerden ortaya çıkan bazı anlayışlarımız var. Ayrıca, duygularımızın bize sağlamış olduğu gerçeklik durumları var. Planlarımız ve isteklerimiz, ancak bunların çizdiği sınırlar içinde sürüyor. İstek olmadan bizim herhangi bir şeye ulaşmamız mümkün değildir. İstek ve buna bağlı bir irade olmadan herhangi bir konunun üzerinde durmamız, tartışmamız mümkün değildir.

Aslına bakarsak, insanların isteklerinin çokluğu ya da sınırsızlığı o kadar önemli değil. Sonuçta insanların tüm istekleri, doğa tarafından o insanların içinde bulunduğu realitelere göre yanıtlanıyor. İnsanın bir gerçeği, ailenin bir gerçeği, kentin bir gerçeği, toplumun bir gerçeği, dünyanın bir gerçeği var.

İstediğimiz kadar uğraşalım, çırpınalım, pek çok iş geriye kalıyor, yapamıyoruz. Yapamayız, çünkü bizim isteklerimiz, yani bizim doğru sandığımız beklentilerimiz, fikirlerimiz, o realitelerin belirli noktalarına kadar uzanmış ve orada yavaş yavaş sönmüş oluyor. Çünkü doğada her gerçeğin, kendi kendine oluşturduğu tolerans ve koruyucu mekanizmaları bulunmaktadır. Bazı duvarlar çatlar, sıvası dökülür ama yıkılmaz. Hiçbir varlık, hiçbir zaman o duvarı yıkmayı başaramaz.

Örneğin, ölüm de bir duvardır. Her insan, günün birinde, hızla gelip bu duvara çarpıyor. Çarpılan orada kalıyor. Duvar hep yaşıyor ve kazanıyor …

Temelde felsefi konuları daha iyi anlamaya çalışmamız gerekiyor. Her şeyden önce, bizler sonsuz isteklerde bulunabilecek kadar güçlü, kapsamlı ve geniş bir bilinç ve projeye sahip varlıklar değiliz ki !

Kendimizi ne sanıyoruz ?

Kibir, gurur, kıskançlık, aşağılama neden ?

Nedeni belirsiz değil. İnsanın cahilliği, şımarıklığı ya da aptallığı diyebiliriz …

Ekonomistlerin, insanın gereksinimleri sonsuzdur, tatmin olmaz demelerine bakmamalıyız. Bu tür basit sözlerin hiçbiri de insan varlığının özüyle ilgili değildir. İnsanın sonsuz istekleri olamaz. Keşke olsaydı. Keşke koşullar izin verseydi de her insan, hiç hastalanmadan ve hiç yaşlanmadan 200 yaşına kadar yaşasaydı. Keşke, keşke demekle bir şeyleri kurtarabilseydik akıntıların arasından.

Bazı insanlar, çarpık karakterlerinin, çirkin eğilimlerinin farkındalar. Bunları yok etmek, bunlarla savaşmak yerine tatmin etmek yolunu seçiyorlar ama seçimleri felaketleri oluyor. Yine de anlamıyorlar başlarına gelenleri !

Bir insan vardı geçmişte tanıdığım. Oldukça zengindi ama cimriliği ve bencilliği çok yüksek seviyelerdeydi. İyiliği, enayilik olarak değerlendirirdi. Bu durumunu başkaları sık sık eleştirdiğinde, eleştirilere katılmazdı. Sakin ve soğukkanlılıkla, Benim yaptığım tutumluluk derdi. Cebinden para çıkmasıyla, gövdesinden canının çıkması aynı şeydi ona göre. Yüzünün rengi değişirdi ödeme yaparken …

Açgözlülük alışkanlığı, ilk anda kazandırıyor gibi görünse de, insana çok şey kaybettiriyor. Yaşamını, geleceğini garantiye almak sevdasında olan insanlar, bu duygularını kontrol edemediklerinde problem başlıyor. Bunlar, doğanın çarkları arasında hiçbir şeyin garantiye alınamayacağını hala öğrenememiş, gerçekten cahil ve dar görüşlü insanlardır. İradeleri, istekleri daima maddi alanlarda dolaşır durur. Daha fazla sahip olmak için, her yerde, uykularında bile hesap - kitap yaparlar.

Son nefesinde, para kaygılarıyla, yakınında hazır bulunan insanlara çok tuhaf görünen insanlar vardır. Ne oluyor ? Şu oluyor ki bırakıp gidiyorlar, götüremiyorlar. Mümkün olsaydı götürürlerdi …

Doğa, malum hiç kimseye özel davranmaz, torpil kabul etmez. Yeryüzünde, ne zenginler, ne imparatorlar sonunda yıkılıp gitmişler. Ummadıkları, kendilerini en güvenli ve en emniyetli saydıkları anlarda sadece dostlarından değil, kendi varlığından, kendi sağlığından, ailesinden, değişik biçimlerde darbeler yemişlerdir. Deneyim ve görgü sahibi, erdemli bir insan, bu garanti işlerine fazla kapılmadan, saplanmadan, sadece, önüne çıkan olanakları değerlendirir. Öyleyse hepimizin istekleri, kendi içimizdeki sonsuzluk anlayışımıza uygun olarak sonsuzdur. Denize girmek çok hoş, çok güzel ama yüzmeyi bilmiyorsak boğulabiliriz.

İnsanlara isteklerini sınırlamayı öğretmek, doğru hedeflere yöneltmek işin çok güç olan tarafıdır. Bu sınırlamayı ancak varlığın kendisi en sağlıklı yapabilir. Çünkü her insan, her şeyi yaşayarak anlayabilir. Kitaplardan okumak, büyüklerimizden dinlemek güzel ama insanı yeterince sarsmaz, hırpalamaz. Dolayısıyla körlük ve sağırlık durumu devam eder.

Demek ki hepimize, öncelikle maddi hedefler değil, varlıksal hedefler gereklidir. Ruhumuzun sakinleşmesi ancak bu yolla mümkündür. Egoların tatmini, gerçek gereksinim tatmini olmadığına göre, varlıksal tatminler açısından hedeflerimizi bir an önce belirlemeliyiz. İşte o zaman sırtımızdaki ağırlık hafifleyecek, yüreğimiz büyüyecek ve aşkla seveceğiz her şeyi. Medyanın kışkırtmalarından etkilenip sonsuz bir açlık ve susuzluk sergilemeyeceğiz. Utanma duygularımızı yeniden keşfedeceğiz. Başka bir varlığa dönüşmeden, insan olarak kalacağız. Giderken de insan olarak gideceğiz.

Bugün ne olduğumuz ve yarın ne olacağımız düşüncelerimize ve davranışlarımıza bağlıdır.

Copyright

TYRANNOS Edebi Ürünler

 
Toplam blog
: 56
: 334
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

İzninizle hayatıma dair satır başlarını aşağıda sunuyorum. Yolunuz düşerse günün birinde beklerim. ..