Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '08

 
Kategori
Sinema
 

Kule günlüğü / Mustafa hakkında

Kule günlüğü / Mustafa hakkında
 

MUSTAFA HAKKINDA

Bir süre önce Tire’de çekilen, Yumurta isimli filme gidenlerin çoğu, filmi beğenmedi. O filmde, o kadar güzel sahneler vardı ki… Gözlerim hep dolmuştu. Bütün konuşmalar, çok doğal, çok sıcaktı. İnsanların tertemiz yürekleri, bakışlardaki içtenlik çok belirgindi. Hiç unutamıyorum. Geleneksel aile yapımızı, geleneksel saygımızı görmek hoştu. Oyuncular gerçekten başarılıydı. Filmin daha sonra ödüller aldığını da biliyoruz.

Geleyim asıl konuya.

Günlerce, Mustafa filmini izleyip izlemeyeceğime karar veremedim. Kararsızlığım konusunda kendime göre haklı nedenlerim vardı. Karşılaşacağım şeyleri tahmin ediyordum. Oysa sinemada film izlemeyi çok severim.

Sonunda gittim, gördüm. Keşke görmeseydim.

Can Dündar’ın yazıp yönettiği bu film için; 1 milyon euro, yani yaklaşık 2 trilyon lira harcanmış. Filmi gördükten sonra, bu kadar büyük bir rakamın nerede ve nasıl kullanıldığını merak ettim.

Mustafa’ya bir bütün olarak bakıldığında görülüyor ki, arşivlerden sağlanan orijinal siyah - beyaz filmlere ve tarihsel fotoğraflara, canlandırmalar ve metinler eklenmiş. Film süresince, Can Dündar kendi yazdıklarını kendi sesiyle sunuyor. Atatürk’ü canlandıran kişi ise; arada bir, uzaktan, arkadan ve yandan görünmekle izleyiciye işkence ettiği gibi, Atatürk’ün vücut ölçülerine hiç uymamaktadır. Filmin fon müziklerinde, kendi bestecilerimizden yararlanmak yerine dışarıdan, başka ülkeden müzik almak da ayrıca bir saygısızlıktır. Balkan müzisyen Goran Bregovic’in arşivinden yararlanılmıştır. Ne gereği vardı ki?

Atatürk, Kurtuluş Savaşıyla bir ulusu yeniden yaratan, kimlik kazandıran ve devrimlerle yücelten büyük önderdir. Aynı zamanda da çağlar boyunca saygıyla anılacak, dünya tarihinin en önemli beyinlerinden ve şahsiyetlerinden biridir. Değeri ve çabaları apaçık ortada olan böyle bir insana, filmde olsun, kitapta olsun, nerede olursa olsun, Mustafa ya da Kemal diye hitap etmek çok büyük saygısızlıktır (annemize, babamıza karşı, sadece isimleriyle hitap edemeyeceğimiz gibi). Bu ülkede yaşayan her insan, bu ülkeyi emperyalist canavarlardan kurtaran o rahmetli, yüce insana, Mustafa Kemal Atatürk diye hitap etmek zorundadır.

Mustafa Kemal’i filme sığdırmak, onun yaşamını film yapmak ağır bir sorumluluk gerektirir. Çünkü Atatürk dendiğinde, sadece akan sular değil, dünya duruyor. Her şey duruyor. Dağlar, taşlar onu tanıyor.

Malum her izleyici, kendi algılamalarıyla bazı fikirler oluşturacaktır kafasında. Çok geniş bakmak gerekiyor. Amerika’lılar, İngilizler çekmiş olsalardı yine böyle çekerlerdi bence. Ben, bu filmin iyi niyetle hazırlanmış olduğuna inanmıyorum. Bu ülkede yaşayan bir Türk olarak, Atatürk’ü seven bir genç olarak eleştiri hakkımı aşağıda kullanıyorum.

12 Kasım 2008 Perşembe gecesi, saat: 02.25’de ( Mehmet Ali Birand’ın sunduğu 32. Gün Programı ) Can Dündar şöyle diyordu sakin biçimde:

Eleştirilere katılmıyorum. Özellikle yeni kuşak arasında, ezberlenen, tabulaştırılan Atatürk kabak tadı verdiğinden, ben yaptığım bu filmle, Atatürk sevgisini çoğaltmaya, onun insani yönünü aktarmaya çalıştım.

Efendim yukarıdaki kısacık savunmasıyla keşke kurtarıcı olsaydı bizim cephemizde. İnsani yönünü aktarmak adı altında, ne yazık ki yapılan şey; Atatürk’ü basit ve küçük göstermeye çalışmaktır. Böylece çocukların, öğrencilerin ve bilinci zayıf insanların Atatürk’ü yanlış tanımaları ne yazık ki sağlanmış oluyor. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temellerini atan büyük insana etiketler yapıştırılmak isteniyor.

Televizyondaki kabak tadı benzetmesini, herkesin aydın bildiği bir insanın ağzından duymakla rahatsız olmuştum.

Atatürk’ün bütün insani yönlerinin araştırılması, zaaflarının ve zayıflıklarının ortaya çıkarılması, hatta özel yaşamının bile yıllar sonra masaya yatırılması bazı çevrelerin hoşuna gidiyor. Seviniyorlar. Çünkü Atatürk ilkeleri onlara batıyor. Atatürk’e saldırmak, daha onun sağlığında başlamış bir hastalıktır. Yani onu nasıl silebiliriz, yok edebiliriz planları hep vardı.

Filme döneyim. Atatürk’ün insani özelliklerini ele aldıklarını iddia eden bu film ekibi gerçekten samimi olsaydı: onun sigarasına, içkisine bu kadar yoğunlaşmaz, çok güç koşullarda ancak onun başarabildiği çok önemli işlerde, tarih uzmanlarından da yararlanarak, titiz ve güzel bir sıralama yapardı. Kaldı ki Atatürk’ün insani yönleri, iyilikleri, emekleri ve yetenekleri saymakla bitirilemeyecek kadar çoktur ve bunlar öyle atlanacak, göz ardı edilecek türden şeyler değildir.

Lütfen nankörlük yapmayalım.

Lütfen adil olalım.

Aksi takdirde çarpılırız.

Atatürk kimdir, nasıl bir insandır?

Örneğin: Atatürk, sürekli araştıran ve okuyan bir insandır. Bizzat kendisi, 10 binin üzerinde kitap okumuştur. Dile kolay geliyor ama 10.000 adet kitabın sindirilerek okunması ne demek, o günlerde, o kadar karışık işin arasında?

Örneğin: Hazreti Muhammed’in mezarını yıkmaya hazırlanan, dönemin Suudi Kralı’nı uyararak, bedeli ağır olur demiştir. Arabistan’da öteden beri egemen olan Vahhabi Mezhebine göre, mezar ziyaretleri günah kabul edildiği için bütün mezarlar yıkılmış ve sıra Hazreti Muhammed’in mezarına gelmiş. Arap Halkı Atatürk’ten yardım istemiş. Atatürk bu çok hassas konuda, halen Dışişleri Arşivinde saklanan ve yetkililerce doğrulanan sert notayı göndermiş, demiş ki: Hazreti Muhammed’in değil mezarına, türbesinin küçük bir taşına dahi dokunulursa, bunun bedelinin ağır olacağını biliniz

( Referans: Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın araştırmaları )

Örneğin: Atatürk, sağlığında Meclise başvurup, kendisine ait tüm mal varlığını halka armağan etmek istiyor ve bunda ısrar ediyor. 12 Haziran 1933 tarihinde çıkarttığı bir yasayla tüm mal varlığı hazineye devrediliyor.

Bu bilgilerin, Mustafa filmine neden konmadığını sormak isterdim. Bilmiyoruz mu diyecekler? Unuttuk mu diyecekler? İşin içinde samimiyetsizlik, çarpıtma, yönlendirme olmasaydı, dediğim gibi bunların net biçimde filmde belirtilmesi gerekirdi. Tarihe sahip çıkılacaksa, önce vicdanlarımızı kontrol etsek iyi olur.

Örneğin: Atatürk, esir alınan Yunan Başkomutanına son derece nazik davranıyor. Ülkesine gönderiyor. Onu burada yargılayıp mahkum etmek yerine, yenilmiş bir komutan sıfatıyla geri gönderiyor ki, bu düşman açısından bakıldığında, en ağır bir cezadır.

Örneğin: Kurtuluş Savaşının ilk günlerinde içeriden ve dışarıdan yöneltilen: Bu işte muvaffak olamadığınız zaman ne yapacaksınız ? sorularına Mustafa Kemal, Muvaffak olacağıma eminim fakat uzak bir ihtimalle muvaffak olamazsam, çekile çekile sağ kalanlarla vatanın son noktasına kadar savaşarak canlarımızı veririz. Milletimizden sağ kalanlardan birisi çıkar da, mezarımızın başına, Çalıştılar, Kazanamadılar, Feda oldular diye küçük bir taş dikerse, işte bizim mükafatımız bu olur yanıtını vermiştir.

Mustafa Kemal budur işte. Asalet ve cesaret örneği.

Mustafa filmiyle, toplumda farklı bir Atatürk imajı çizilmek istendiği anlaşılıyor. Bu film, neden 5 yıl önce değil de bugün çekiliyor ve dayatılıyor? Zamanlamaları harika diyebiliriz. Çünkü dış güçlerin tekrar bu toprakları masaya yatırmak için anlaştıkları ve hedef aldıkları şey: Ulusal değerlerimizdir. Bizler Atatürk’ün bıraktıklarına sahip çıkmalıyız. Uyumaya devam edersek, bir sabah uyandığımızda günümüzü görürüz. Belki de göremeyiz (bakar - kör olduğumuz için). Haber bültenlerinden, ABD yöneticilerinin, artık Türkiye’ye kalıcı barış getirdiklerine ilişkin açıklamalarını duyarız. Amerika gözetiminde Doğu ve Güneydoğu bölgemizde özerk yapılanmaların yaşama geçirildiğini öğrenmiş oluruz.

Mustafa filminde, Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimler bir - iki sözcükle geçiştirilirken, sadece özel yaşamı özellikle alınıyor. Film, bir kalıba uygun olarak götürülüyor ve bitiriliyor. İçinde haksız, yanlış ve çirkin anlatımlar var ama o kadar incelikle, ustalıkla serpiştirilmiş ki, ortaya konulan Atatürk profilini anlamak için filmi çok dikkatle izlemek gerekiyor. İşte o zaman anlıyorsunuz, Mustafa Kemal’in nasıl sırtından vurulduğunu. İşte o zaman anlıyorsunuz, 2 adet el yazısı belgeyle, 2 adet o günlerde batıda yayınlanmış gazeteyle, bu filmin gerçekten bir belgesel film sayılamayacağını.

Benim söyleyeceklerim bu kadar.

Atatürk yüreklerimizde hep yaşayacaktır. Ona çok şey borçluyuz. Ruhunu incitmeye hakkımız yok. Küçümsemeye hiç hakkımız yok. Mustafa Kemal Atatürk’ü ve tüm silah arkadaşlarını minnetle, saygıyla anmak kutsal bir görevdir.

Filmin içinde abartılarak ve çarpıtılarak verilen bazı bilgiler şunlar :

- Ahmet ismindeki ölen bir kardeşi Selanik’te deniz kıyısına gömülmüş fakat mezarı kurtlar tarafından açılmış, cesedi parçalanmıştı. Aile yıllarca bunun acısını duydu.

- Kimsesizdi, çaresizdi, parasızdı, yalnızdı.

- Harp Okulunda okumak için Selanik’ten İstanbul’a geldiğinde hemen eğlence alemlerine dalmıştı.

- Şam’a sürgüne gönderildi.

- İtalyan uçağından atılan bir bomba parçasıyla, sol gözü sakatlanmıştı.

- Halife karşı, dünya karşı, hatta kendi milleti bile kendisine karşıydı.

- Madam Colin’e yazdığı mektupta: Emrimdeki askerlerime verdiğim ölüm emirlerinin tatbiki, onların inançları sayesinde kolaylaşıyor demişti.

- Lenin’den destek ve yardım aldı ( 500 kilo altın ve silah ).

- Şeyhülislamın kendisi hakkındaki dinsizdir düşüncesini zayıflatmak için, Meclisin açılış gününü Cuma’ya kaydırıp, dualarla açtırmıştı.

- Etrafındaki tüm muhalefeti etkisizleştiren adımlar attı.

- Pencereden uzaktaki bir toz bulutunu görünce, gidip bakın demişti. Meğer oradan bir sığır sürüsü çıkmıştı.

- Kalabalıklardan hiç heyecan duymazdı. Linç edilebileceği gibi bir tedirginlik yaşardı.

- Avrupa basını o günlerde, Mustafa Kemal’in Anadolu’da dikta rejimi kurmakta olduğunu yazdı.

- Bütün tekkelerin kapısına kilit vurarak, çocukluğunda yediği bir dayağın intikamını almış oldu.

- Cumhuriyetin ilk yıllarında, vergiler ağırdı ve yetkililer hırsızdı. Fakat Mustafa Kemal, etrafındaki dalkavuklara ve yalancılara inanarak, her şey yolunda, insanlar mutlu sanıyordu.

- Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarında: Ben hiç bir şey hissetmiyorum demişti.

- 52 yaşında kendisini emekli etmişti sanki.

- Orduları idare ettim, bir kadını idare edemedim dedi.

- Sonradan eski dostlarıyla yolları ayrıldı.

- Büyük meydanlar artık onun heykelleriyle süsleniyordu ama yine de yalnızlığı artıyordu.

- Yalnızlığını balolarda sabahlayarak gidermeye çalışıyordu.

- Dans, içki ve gece hayatına düşkündü.

- Artık hayatından bıkmıştı, usanmıştı. Her gün, 3 paket sigara, 15 fincan kahve ve bir büyük rakı tüketiyordu. Bazen gün boyu uyuyordu.

- Resimlerini yapmak üzere İtalya’dan gelen bir ressam, ona baktığında: Çok acı çekmiş, çok düş kırıklığına uğramış dedi.

- Son zamanlarında, Ali Fuat’a yalvararak, uzun süre yatakta yatacağını ve kendisini yalnız bırakmamasını söyledi.

- Unutulma kaygılarıyla: Beni hatırlayınız demişti.

- İslamiyetin, milli hisleri uyuşturduğunu söyledi.

- Ankara’ya döndüğünde mum alacak parası yoktu ve zaten karanlıktan çok korkardı. Bir gaz lambası bulundu ama sabah kalktığında hem odanın hem de kendisinin siyah is içinde kaldığını gördü.

 
Toplam blog
: 56
: 334
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

İzninizle hayatıma dair satır başlarını aşağıda sunuyorum. Yolunuz düşerse günün birinde beklerim. ..