Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Kule günlüğü/ Tanıyanlara ve tanımayanlara

Kule günlüğü/ Tanıyanlara ve tanımayanlara
 

Geçmişte İzmir - Alsancak ’ta bir resim sergisini geziyordum. Sergi soyut çalışmalardan oluşuyordu. İçeride insanı dinlendiren çok hafif, hoş bir müzik.

Resimlerin arasında, uzaktan boş bırakılmış gibi duran bir kompozisyonun yanına doğru yaklaştığımda, köşesinde küçük siyah leke gördüm. Bilinçli yapıldığı anlaşılıyordu. Fırlatılan kimyasal bir madde orada patlayıp yayılmış ya da bir böcek ezilmiş gibiydi. Dış ölçüler: Yaklaşık 1.5 x 1.5 metre, yani büyük bir kare, fon beyaz. Ressam bayan, az ileride gülümseyen yüz ifadesiyle, bir şey sormamı bekler gibi bakıyordu ama sadece selamlaştık. Tablosunda öyle geniş bir alanı, o biçimde kullanmış olmasına ziyaretçiler ne diyebilir ki ?

Aynı eserin, verdiği mesaj yönünden yorumlanması ise farklı bir şey. Olması gereken şey. Birikimi olan, düşüncesini, görüşünü nazikçe söylüyor zaten. Şimdi durup dururken bunu niye anlattım ? Aşağıda bir yere bağlayacağım.

Ağır konuşmak tarzım değil, gerekirse konuşurum. Fizikteki etki - tepki olayı gibi.

Kendimi savunmuyorum. Elbette eksiklerim olabilir. Fakat beni üzen bir konuyu paylaşmak istiyorum.

Yıllarca kitapçılara hiç uğramamış, yıllarca hiç şiir okumamış, yıllarca hiç kimseye iki satır mektup yazmamış, yıllarca hiç kimseye küçük bir kitap armağan etmemiş, doğaya ve insanlara sevgiyle yaklaşmamış, yalnızca egoları ve maddi kazançları için yaşayan birinin, yolda ya da markette önüme geçip, damdan düşer gibi, yazılarımın uzunluğundan ve bir şey anlayamadığından söz etmesi … Bunu yapanlar da, her şeyin en doğrusunu bildiği iddiasıyla toplumda kültürlü geçinen insanlar. Vitrinlerinin gerisindeki asıl yaşadıkları dünyalarına bakıyorum. Sıradanın sıradanı. Dünya diye tanımlanamaz sığındıkları mekanlar. Çünkü yaşamlarında sevgi yok, vermek yok, yaşatmak yok. Fakat tüketimin en hızlısını, en şiddetlisini uygulamaktalar. Doyumsuzluğun pençesindeler. Sohbet adı altında, dedikodu seanslarına bayılıyorlar … Gerçekte aydın, demokrat, uygar ve toplumcu filan değiller. Öyle görünmeye çalışıyorlar. Damadı, gelini bilmem nerede çalışıyormuş. 12 Eylül öncesi bilmem nerede yürüyüşe katılmış. Bayatlamış nutuklar …

Demek istiyorum ki bazı sorgulamalar samimi eleştiri değil, düşünenlerin emeklerine saygısızlık. Nasıl bir yemek sofrasından ekmek, çorba, tatlı kaldırıldığında, kalan yiyeceklerle misafir ağırlanmış olmuyorsa, bir binanın duvarından tuğlaları söker gibi yazdığım kompozisyonun içinden sözcükleri, cümleleri çıkarırsam o acil ve önemli konu yeterince aydınlanmadan kapatılmış olur. Her işin hakkını vermek gerekir. Ben mi anlatamıyorum yoksa anlatmaya çalıştığım insanlar farklı bir gezegende mi yaşıyorlar ? Hoşuna gitmeyen okumasın efendim. Bu yaşımdan sonra ilkelerimden ayrılacak değilim.

Kalitelerini vurgulayıp duran gazetelerin renkli magazin sayfaları var. Mankenlerin nasıl birbirlerini aldattıklarını, hangi bardan gece nasıl çıktıklarını yazıyorlar. Özellikle gençlerimiz belki onlar sayesinde kurtulur. Kurtuluşlarının kanıtlarını sergiliyorlar. Görüyorum, dudağına, burnuna, kaşına çivi çakanları, dövme yaptıranları. Boş karton kutu gibi bekliyorlar köşe başlarında, yozluğu benimsemişler … Üzülüyorum. Çünkü dünyada Anarşizmin bile belirli kuralları vardır, yani bir yaşam felsefesidir, aptalca kopyacılık değil. Aykırı yaşamak, sanıldığı gibi bütünüyle bir sorumsuzluk ve her şeyi reddetme olayı değildir.

Kabul ediniz ki, bir yazarın duygularını, düşlerini, düşüncelerini, kurgularını, gözlemlerini kağıda dökmesi, yani yazma eylemi okuyucunun beklentisine ya da zevkine göre gerçekleşmez. Sipariş üzerine evimde konserve hazırlamıyorum. Edebi üretimin doğallığına, özgürlüğüne saygı duyulması gerekir. Ayrıca bütün güzel sanatlarda soyut, imgeli eserlere rastlamaktayız.

Ben ancak içimden geleni yazarım, yazıyorum. Hangi konuyu, ne zaman ve nasıl yazacağıma ben karar veririm. O kararı verirken de bayağı düşünüyorum. Uykusuz kalıyorum. Çünkü sorumluluk hissediyorum. Orta Asya Cumhuriyetlerinden Balkan ülkelerine kadar kompozisyonlarımı ulaştırıyorum. Devlet adamlarından çok davetler aldım. Bilen bilir, bu çabalarımdan maddi beklentim de yok, hiç olmadı.

Bana bir şiir yazmadın diyenler de çıkıyor. Onlara soruyorum: Peki benim yaşamımda ne gibi derin iz bıraktınız, acılı günlerimde ne gibi bir sıcaklık gösterdiniz ki dünyanızdan, ruhunuzdan etkilenip duygularımı yazıya dökeyim ve size armağan edeyim ?

Bakınız, yaratma özgürlüğüyle bütünleşmiş bir sanatçı, kendi alanının daraltılmasına, yolunun değiştirilmesine izin vermez. Bu arada altını çizerek belirteyim: Hiç kimse ele aldığım toplumsal problemlerin dışında olduğunu yani kendisini ilgilendirmediğini söyleyemez. Türkiye ve dünya gerçeklerine sırtını dönemez. Bu topraklar kolay kazanılmadı ama geleceğimizi kaybediyoruz. Ülke olarak, kuşatma altında, beli kırık, felçli yaşıyoruz zaten. Herkes sorumlu, herkes suçlu … Deliler ve çocuklar hariç …

Bugün medyanın beslediği çok sayıda yazar var. Kalem tutan, daha doğrusu kalemi kullanan bazı zavallılar köle olmuşlar, satın alınmışlar ve her şeyin satılık olduğunu düşünüyorlar. Esprili, kısa yazıları fakat zehirli dilleri var. Burada isimlerini yazacak değilim. Hatırlamak bile istemiyorum. Kimileri kesinlikle halk düşmanı ama saygı görüyor, ödüller alıyor kendisi gibi düşünenlerin elinden. Dış güçlerin gönüllü adamı, savaşçısı olmuş. Kimi agresif yazarın elinde ağır bir tokmak, sözde uyarmak için durmadan sırtımıza vurup duruyor. Kimi onursuz yazarın elinde bir yığın Amerikan reçetesi, kronik hastalıklarımız sanki o ilaçlarla iyileşecek. Kimi bencil yazar, sokakta yoksul gördüğünde başını çeviriyor ve geceleri rakı masalarında kurtarıyor her sabah köşesinde karaladığı ülkeyi. Kimi saldırgan yazarın elinde kalem bir dinamit olmuş, Türkiye Cumhuriyetinin köklü kurumlarını yıkmak için. Kimi yazar da kendini filozof sanıyor, fikirlerini okuyanlar kısa sürede doğru yolu bulacaklar …

Tekelleşmiş medya, insanımızı dilediği gibi bilgilendiriyor ve yönlendiriyor. Dilediği gibi de uyutuyor. Dahası beyinlere, dilediği rüyaları bile yerleştiriyor. Korkuyorum akıntılarda daha da bitkin düşeceğiz …

Ne olursa olsun, Sezar’ın hakkı Sezar ’a verilmeli. Sakın yanlış anlamayınız, ben kimseden övgü ve teşekkür istemiyorum. Eleştirilerin biçimsel değil, içerik açısından mantıklı, vicdani yapılması gerektiğini belirtiyorum.

Dudaktan çıkan söz bir enerjidir, ulaştığı her varlığı mutlaka etkiler. İnsan doğadaki konumuna bakarak, güzel düşünmeye, güzel konuşmaya ve elinden geldiğince güzel değerleri yaşatmaya çalışmalıdır. Olumsuz eleştirilerin ve uyarıların, mümkünse sürekli başımızda tepinen bazı karga kılıklı sahte sanatçılara, sahte yazarlara gönderilmesini istirham ederim.

Teşekkür ederim

Yazan ve paylaşan - Hüseyin Evcil

Copyright

TYRANNOS Edebi Ürünler

 
Toplam blog
: 56
: 334
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

İzninizle hayatıma dair satır başlarını aşağıda sunuyorum. Yolunuz düşerse günün birinde beklerim. ..