Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '14

 
Kategori
Psikoloji
 

Küllerinden yeniden doğmak

Küllerinden yeniden doğmak
 

"İnsan yaşamını belli aşamalarda zorlaştıran pek çok şey, daha ileri ki bir aşamada onu kolaylaştırmaya hizmet eder." Friedrich Nietzche
 
Hayatımızda her daim mutluluklara yer yok, eğer olsaydı da herhalde sürekli mutlu olmanın bir anlamı kalmazdı. Mevlana'nın da dediği gibi "Her şey zıddıyla kaimdir." 
 
Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki insanın şu 3 şeyi hayatında aynı anda bulabilmesi çok zor oluyor: Sağlık, Huzur ve Para. Sürekli olarak bunlardan bir ya da bir kaçı ile mücadele etmek ya da sınanmak durumunda kalıyoruz.
 
Paramız olsa sağlığımız bozuk olabiliyor, sağlımız iyi olsa para konusunda sıkıntı çekebiliyoruz, ya da bunların her ikisine de sahip olsak bile huzuru bulamadığımız anlarımız olabiliyor. Dolayısıyla zorluklar, acılar, mutsuzluklar, talihsizlikler hepsi insan için ve yaşamın kaçınılmaz bir gerçeği. Belki de tüm bunlarla yoğrulup insan olarak ideal bir kıvama ulaşıyoruz...
 
İnsan, yaşadığı hayatı ve yaşamın gidişatını her zaman kendisi belirleyemiyor; ailemiz, yaşadığımız kültürümüz, genetik kodlarımız ve bizden bağımsız gelişen olayların hepsi yaşamımıza iyi ya da kötü şekilde bir yön veriyor.
 
Ancak tüm bu bizden bağımsız ama bizim hayatımızı dolaylı ya da doğrudan etkileyen faktörlere rağmen insanda mevcut olan ve istediği takdirde geliştirebildiği bir iradesi bulunmakta. 
 
Az sayıda insan hayatlarının dizginlerini kendi ellerine almak için iradelerini çok etkin bir şekilde kullanmakta ve adına yaşam denilen bu serüvende baş rolü oynamayı hak etmekte. Bunu başaramayanlar ise kendi yaşamlarının figüranı ya da seyircisi olarak pasif bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar. 
 
Maria Balter'in aşağıda paylaştığım hikayesi iradesini geliştirebilen ve doğru şekilde kullanan bir insanın yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen neler yapabileceğine dair çarpıcı bir öyküyü bize ders niteliğinde anlatmakta.  
 
MARİE BALTER kendisine bile bakmaktan aciz, alkolik bir annenin evlilik dışı dünyaya gelen çocuğuydu. Beş yaşına geldiğinde çocuk bakım yurduna yerleştirildi.
 
Daha sonra bir çift tarafından evlat edinildi. Sadist çift, küçük kızı evin mahzenine kapayıp, ona sistematik bir biçimde işkence etti. Çiftin toplum içindeki saygın konumu, küçük kızın yaşadıklarını çevreden kolaylıkla gizliyordu.
 
Marie on yedi yaşına geldiğinde depresyondan felç geçirdi. Kas spazmları ve boğularak ölmesine sebep olabilecek denli yoğun astım krizleri geçiriyordu. Halüsinasyon da gördüğü için doktorlar ona yanlışlıkla şizofreni teşhisi koydular.
 
Bundan sonraki onyedi yılı akıl hastanesinde geçti. Umutsuzluk ve çaresizlik içinde kıvranan kız, yemek yiyemiyor, fazla kımıldayamıyor ve intihar etmeyi sıkça düşünüyordu.
 
Otuz dört yaşına geldiğinde doktorlar Marie’nin durumunu yeniden değerlendirdiler. Onun şizofren olmadığına, ağır depresyon geçirdiğine ve panik atak yaşadığına karar verdiler. Arkadaşlarının ve kendisini seven birkaç sağlık görevlisinin yardımıyla Marie hastaneden çıktı.
 
Artık yaşamını nasıl sürdüreceğine kendisinin karar vermesi gerekiyordu. Terk edilmiş, işkence görmüş, tacize uğramış, hayatının otuz dört yıllı ziyan olmuştu. Kızgın, öfkeli, umutsuz olmak onun en doğal hakkıydı. Yaşamının sorumluluğunu üstlenmeden, devlet yardımıyla hayatının sonuna kadar yaşayabilirdi. Ama o, bu yolu seçmedi.
 
Marie üniversiteye girdi ve mezun oldu. Evlendi. Harvard Üniversitesi’nde mastır yaptı. Psikiyatrik hastalarla çalıştı. Konferanslar verdi. Biyografisini yazdı.
 
Elli sekiz yaşındayken, on yedi yılını geçirdiği hastaneye yönetici olarak atandı. Haber ajansları onun yeni görevini haber yaparken, o zaferinin açıklamasını şöyle yaptı;
 
“Eğer affetmeyi öğrenmeseydim, bir adım bile gelişemezdim. Yaşamım ziyan edilmiş bir yaşam olurdu. Ve bugün bu hastaneye yönetici olarak dönemezdim.”
 
Toplam blog
: 89
: 3716
Kayıt tarihi
: 06.12.11
 
 

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ,“Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık” bölümünden mezun oldum. Yüksek lisans..