Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Aralık '14

 
Kategori
Deneme
 

Kum kent

Kum kent
 

Yolu bir tesadüf eseri Büyük Camili Köyüne düşenler bilirler. Ankara’dan dillere destan İç Anadolu bozkırının yüz yirmi kilometre içlerine, hani bir ok misali kalbine doğru, o zavallı görünümlü fakir tepelikler ve düzlüklerinin, yeşilden yok denecek kadar yoksun olduğu hat izlendiğinde ve şimdilerde şehre göç ile insanın yüreğini burkan, terk edilmişlik izlenimini veren, dört yüz yıl öncesine dayanan bir sürgünlüğün, küskünlüğün ise hala yaşandığı, bir Kürt köyüne varılır. Yolumuz ne diye buraya düşecek diye düşünenler de olabilir tabi. Kimin ne zaman nerede ve nasıl bir zorunlulukla Dünyanın herhangi bir yerinde (ki Camili Köyü de bu diyarlardan biridir) bulunacağı belli olmaz, gibi güçlü bir ihtimal de yok değil. Dost, akraba ziyareti derken bir de bakmışsınız ki, Dünyanın hiç bilinmeyen bir yöresinde, kendinizi bu coğrafyanın topraklarına ayak basarken bulabilirsiniz. İlk etapta, konuşulması inatla sürdürülen Kürtçe dilinin farklılığı (yörede artık yarı yarıya Türkçeleşse de), gündelik hayatlarındaki gelenek, göreneklerin ve Anadolu'nun odak noktasındaki bu yerleşim biriminin insanlarının yaşam stillerinin ayrıcalığı, sizleri bir hayli şaşırtabilir.  
 
Daha iyi bir yaşam, çocuklarına eğitim ve kendilerine iş olanağı umuduyla yurt dışına gitmek zorunda kalan Camililer, ucundan da olsa bu el kapısı diyarlarda, yakaladıkları yoksulluğun biraz daha uzağındaki hayatlarını sürdürürlerken, yurt dışına gidenlerin bir kısmı, bu ülkelerin yerlisi olan insanlarla evlilik veya birliktelikleri de oldu. Gidenlerden Fatma, Ayşe, Selma, Döne belki Hans, Johan veya Günter’lerle evlenemedilerse de; Ali, Bilo, Ömer ve Mesut toplumumuzda erkek  olmanın baskın ayrıcalığını kullanarak; bu toprakların dilberleri Maria, Monica, Heidy ve Nathalli’ leri ile birlikte bir hayat kurdular. Camili köyünün bu dışa açılımlı cesur gençleri, geneli sarışın olan bu eşlerini, dünyanın dört bir yanından; Hollanda, Almanya, Belçika, Norveç, İsveç, Finlandiya ve Avrupanın diğer ülkelerinden, her yıl beraberlerinde alıp, büyük bir gurur eşliğinde terk edilmiş köylerine getirdiler. Böylelikle Camili Köyü kendisine uğrayacak tesadüfi ziyaretlere değil de, meraklı gözlerle gelen, kendilerine yeni ve farklı hayatların kapılarını sonuna kadar açan, gelinlerin tavafına ev sahipliği yaptı. Onları olanca misafirperverliği ile ağırladı, yeni akrabalıklar oluşturdu, al kanları, uzaklarda başka ülkelerde dünyaya gelmelerine karşın, kanları yine de al olan ailelerinin bu fertleri ile karıştı.
 
Camili’ye gelmeniz halinde, kimselerden ayak bastı parası alınmadığı gibi, kendi çapınızda “papa” olup, beklenmedik bir girişimde bulunup, bu kurak toprağı öpmenizi de kimseler sizden beklemez. Ama kendinizi tutamayıp böylesi bir eyleme girişmeniz halinde, kimseler size engel olmaz, Bu sevgi gösterisi hareketiniz, Tanrı’nın Camili Köyüne yerleşmelerini buyrup, bunu onların kaderi haline getirdiği, bu müstesna yerin sakinleri tarafından da yadırganmaz. Bu kendilerini ancak başlarda biraz şaşırtsa da, aynı zamanda onure etmekten öteye geçmez.
 
İki yüz haneli köyün, her ne kadar kıtalar arası köprü ve Dünya şehri İstanbul kadar yedi tepesi olmasa da, var olan dört yükseltiden birine çıkıp, sol elinizi daha iyi görmek amacı ile gözlerinizin üzerinde seyreden sarı sıcağı gölgeleyip, köyde kaç tane ağaç olduğunu, sağ elinizin işaret parmağını fazla sallamanıza gerek kalmadan sayabilirsiniz. Dünyanın ciğerleri olarak kabul edilen ağaçların sayısı çok yüksek olmadığından, minik parmaklarını tutarak, saymayı yeni öğrenmiş olan, baba ve annesinin büyük gurur duyduğu, dört yaşındaki bir çocuk için de çok zor değildir.
 
Camili Köyünün en büyük yükseltisi, erk hesabına mazlum insanların canını yakarak omuzlarındaki yaldızlı yıldızlar altında yedi büklüm olan hangi rütbeli subaya ait olduğu bilinmese de, hatırı sayılır bir rakımda olan Paşa Dağıdır. Şimdilerde nüfusun azalması ile birlikte, Paşa Dağının eteklerine onlarca yıl önce bir kaç ilkel yapının yapılması ile bu yükseltinin adı ile anılan yayla artık işlevini yerine getirmemektedir. Köyün dört bir yanı, nerede ise evlerin içlerine doğru uzanan uçsuz bucaksız tarıma açık tarlalar ile kaplıdır. Bu tarım alanları bugün de yöre halkı için büyük önem taşısa da, yavaş yavaş insanların tek umudu olmaktan çıkmıştır. Çünkü yaptıkları tarımın getirisi, uzun yıllardır götürüsünü karşılamamaktadır. Bu nedenle köylülerin düğünlerinde çeyiz alımları, ev dizmeleri ile girdikleri büyük borç batakları, hasat zamanı olan “harmana” diye söz verilerek, ertelenememektedir. Varılan uzlaşı sonunda, ödeme eskiden bereket yüklü, son otuz yıldır kısır hasat zamanına ertelense de, verilen bu söz pek güven vermez. Bu nedenle, eskiden olduğu gibi; artık borçlanan da, alacaklı olan da böylesi bir riske girmemektedir.
Camili’de umut dünyası arazilere, köyün beş kilometre ötesinde boydan boya kıvrımlarla uzanan Kızılırmak bir yol uğrak vermeksizin, uzaklarda süzülür ve tek bir damla suyunu bu geniş tarım alanlarına verimliliği artırmak adına bahş etmez. Kelimenin tek anlamı ile, nazlı ama bu topraklar için hiç de cömert olmayan “Kızılırmak gürül gürül akar, Camili’li Kürt de bakar.”
 
Bir zamanlar Camili, sofusu, dini oldukça bütünü, sarıklı, hacı ve hocası bir hayli çok olan, bu alandaki namı uzaklarda dahi konuşulan bir köydü. Komşu köyler daha ılımlı bir yapıya sahip oldukları için, bu farklı oluşumun hakim olduğu yeri, İran’da ruhani liderlerin, mollaların yetiştiği, Ayetullah Humeyni’nin de doğum yeri olan Kum Kent’e benzetmelerinin ardından, böyle de adlandırdılar. Böylelikle Camili Köyü, ince espriler eşliğinde, biraz da alaycı bir edayla Kum Kent olarak da anılır oldu. “Kızınızı veya oğlunuzu nereden evlendirdiniz?” diye soranlara, verdikleri cevap, yüzlerinde alaycı bir tebessümle; “Nereden olacak, yahu. Çok uzaklardan değil, komşu köyümüz Kum Kent’ten” oldu.
 
Dünyanın neresinde olursanız olun, salt tesadüfen değil, İç Anadolu bozkırının içlerine, farklı atan kalbine doğru yolunuz düşerse, her Camilili evlerinin ve gönüllerinin kapılarını size, en küçük bir ikircikliğe kapılmadan, güneş yanığı yüzlerinde kendilerine has büyük bir gülümse, kocaman açılan sıcak bir kucak ile sonuna kadar açar. Kısıtlı olan olanaklarını, Kürt misafirperverliği ile sımsıcak paylaşırlar.
 
Doğum yeriniz neresi olursa olsun, gözlerinizi Dünyaya ilk açtığınız yer, ilk göz ağrınızdır. Uzaklarda, el kapılarında, iki arada bir derede sürdürülen hayat insandan bir daha asla en küçük zerresi dahi getirilemeyecek, pek çok değeri alıp, götürüyor. Dünyanın en büyük şairlerinden biri olan, her Türkiye’linin gurur vesilesi Nazım’ın dediği gibi;
 
“Neleri alıp götürmedi benden ayrılık;
Kilometrelerle umut, tonlarla keder, taradığım saçlar, sıktığım eller.”
 
Yolunuzu Camiliye doğru çevirin, gözünüzü korkutmayalım, ayak bastı parası vermenize gerek olmadığı gibi, Papa olup, toprağını da öpmek zorunda değilsiniz. Camili’ye, diğer adı ile Kum Kent’e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
 
 Amsterdam, 1 Aralık 2014
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..