Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '16

 
Kategori
Deneme
 

Küntü Kenz ve Elezmü Bezmi

Küntü Kenz ve Elezmü Bezmi
 

Küntü Kenz ve Elezmü Bezmi


Yaratılışın sırrı Aşk’ta gizlidir. Aşk, Alevi/Bektaşi inanç ve öğretisinin derinliğinin temel niteliği, varılmak istenilen en son durak olan fenafillah, yani varlıkta yok olma, yani kesretten vahdete ulaşma ki, bu vuslata erme makamıdır.

Aşk, sonsuz-sınırsız gönlün göz kamaştıran ışığıdır. Gönüldeki hazine ancak bu ışık ile meydana çıkar, görülür. O'na ayna olur. O, aynada kendini seyreder mest olur.

Evrende bir zerre iken Küntü Kenz (Gizli hazine) esrarının sırrını çözerek zaman içindeki evren olur. Coşar zamandan taşar, evren O'nda yok olur.

Var olan her şey üçünde olur. Üçü bir olur, O olur. O an zaten her an var olduğunu bilir ve En'el Hakk der." İlmin kitabı Aşk'tır. Aşk, natık olandır. Dile gelince ilmi anlatır. Gönül coşunca ilim dillenip taşar.

Güneşin sıcağında buharlaşıp bulut olan okyanusun, fırtınalar yaratarak okyanusu coşturup sağanak halde yağması gibidir.  Gönül Muhammed, ilim Hakk, Aşk İmam Ali'dir. Aşk olmazsa gönül coşmaz, gönül coşmazsa ilim kendinden habersiz kalır. Bilinmek isteyen ilmin, sırrının açığa çıkması için üçünün bir olması gerekir.

Bundan dolayıdır ki, Aşk makamına ermeyince Hakk'ın sırrına erilmez. İlim şehrinin kapısı bulunmaz bilinmez ise şehre girilmez. İlim şehrine giremeyen ilimden, ilim de kendinden habersiz kalır."

 

"Evvel benim ahir benim canlara can olan benim

Azıp yolda kalmışlara Hızır meded eren benim

 

Çün deminden katre uran bir nazarda dünya duran

Kudretinden han döşeyip aşk nöbeti uran benim

 

Düz döşedim bu yerleri çöksü urdum bu dağları

Sayvan eyledim gökleri geri tutup duran benim"

(...)

"Ol kaadir-i Kün-feyekün lütfedici Rahman benim

Kesmeden rızkını veren cümlelere sultan benim

 

Nufteden adem yaratan yumurtadan kuş üreten

Kudret dilini söyleyen zikreyleyen Sübhan benim

 

Bu yeri göğü yaratan bu arşı kürsü durduran

Binbir adı vardır Yunus ol sahib-i Kur'an benim"

 

Zuhûr-ı kâinatın madenisin ya Resulallah,

Rumuz-ı küntü kenzin mahzenisin ya Resulallah

 

Peygamberimizin “Adem, su ile balçık arasındayken ben peygamber idim” hikmetinin hakikatinde burada gizlidir.İnsanoğlunun varoluşunun bir yatay, bir de dikey tarih vardır. Yatay tarih, yaygın olarak bilinen anlamıyla kronolojik tarihtir. Kronolojik tarihe baktığımız zaman insanlık tarihi, ilk insan ve ilk peygamber olarak Hz. Âdem’le başlar, başlatılır.

Yatay tarih, kronolojik tarih gözüyle, Hz. Âdem diğer peygamberlerin ve insanların babasıdır. Biyolojik anlamda baktığımız zaman da Hz. Peygamber’in de babasıdır, atası ve dedelerinden biridir.

Ancak bir de dikey tarih vardır. Dikey tarih açısından baktığımız zaman, kimin hakikati, kimin nuru daha önce yaratıldı noktasında, Hz. Peygamber Efendimizden nakledilen bazı rivayetler vardır.

Bu rivayetlerde söylenen şudur: “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur”, “ruhumdur”, “aklımdır” veyahut “kalemdir” diye farklı rivayetler halinde gelen bu nebevi sözde Hz. Peygamber Efendimizin, manevi/ruhani anlamda ilk yaratılan olduğu sonucunu çıkarmaktayız.

Ancak bu gözle bakıldığında Hz. Peygamber Efendimizin; “Ben nebi idim, daha Âdem’in hamuru karılmamıştı.” Yani “Âdem daha yaratılmadan evvel ben nebi idim” sözü bir anlama kavuşmaktadır.

Hiç

ey insan
bir yüzün var­
taştan oyulmuş­
kanın sudan ve topraktan­

çamurunu karan ay ile güneş

ırmaklardan gelmişsin­
çağlayıp duran­
ne varsa oyup topladığın­
sana dair seni anlatan­
savurur atarsın­
denizlere­

yüreğinde karanlık­
derin bir sessizlik­
içine düşmüş sözcüklerden­
hiçlik deryasından atılmış bir oksun­
birlikten çokluğa bölünen­
birliği arayan­

karanlıksın­
sessizlik içinde gürleyen­
sesi dinleyip aydınlanan­
ve sesi gibisin­
aydınlığın 
nur içinde nurun­

türküsüsün ateşin­
düşüşü 
bir elmanın­ boşluğa

kapı aralığında­
bir bebeğin çığlığı­
hiç eksilmeyen­

değişmezsin­
karanlıksın­
o karanlık­
şarap mahzeni­
gibi

bir çocuğun yalnayak­
düşüsün
o karanlık odasın­a düştüğü 
o eski avluda günün­
birden aydınlanıverdiği

sonra biz korkaklar­ın
fısıltılı akşamı­
kırmızı­
kirli ışıkların
altında tutsak kaldığı 
bu hırpalanmış 
dünyanın kulusun

yaşadık 
öğrendik
kopardık kollarımızdan­
şavkıyan zincirleri­

sustuk­
belki yıllarca 
ama kan­ yuttuk

yürüdü yüreklerimize­
özgürlüğün kanı 
artık ne yumuşaklık­
ne de koyvermek kendimizi­

yürüdük 
ırmak boyundaki yollara­
tutsak değildik artık­

 

yesari baba der

yalnız ve diri­
topraksın ve ölümsüzlük sen­
özgürce ey insanoğlu 
elez hitabından beri
İlk kez bu demde 
mehdi'nin safında

 

Mehmet Özgür Ersan kadıköy 01.06.2016 01.19

Ekberî irfan geleneği bu hakikati nasıl yorumluyor?Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn-i Arabi çizgisinde bu konu Hakikat-i Muhammediyye, Nur-ı Muhammedi ve Akl-ı Muhammedi kavramlarıyla izah edilmiştir.

Aslında; “Allah’ın ilk yarattığı şey nedir?” sorunsalı dinde, felsefede ve bütün metafizik ilimlerde tartışılan bir husustur. Bu konuda birçok görüşler vardır. İlk madde nedir? Heyula nedir, vb. gibi. İslam tasavvufunun modellemesine baktığımız zaman -ki İslam tasavvufu bir bakıma ezoterik bir felsefedir- “Prima Materia” yani “İlk Madde” Hakikat-ı Muhammediyye’dir. Bir başka ifadesiyle “Heyula”, bu manada Hakikat-ı Muhammediyye’dir. Hülasa-i kelam, sufiler Allah’ın ilk yarattığı şeyin Hz. Muhammed’in(s.a.v.) hakikati olduğunu söylerler.

Lakin O hakikat, bir aşk neticesinde yaratılmıştır. Allah; “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi diledim, arzuladım, bunun olmaklığını sevdim ve bunun üzerine mahlûkatı yarattım” deyince kendisini bilecek, kabul edecek ve bu arzusuna, bu iradesine karşılık verecek bir oluşum gerçekleşti. Yaratılış mitolojilerindeki ayna motifiydi bu adeta.

Ya da kutsal matematiğin “Birden Bir Çıkması” hadisesi. Dolayısıyla kâinatın zuhura gelmesi, evrenin yaratılması bir meşiet-i ilahiye neticesinde, Allah’ın, Efendimiz’in Nurunu yaratmasından sonra meydana gelmiştir. İlk yaratılan, O’nun nurudur. “Var” olan O’dur. Gerisi bir yansımadır sadece… Ama onun bir bedenli varlık olarak zuhur âlemine gelmesi, ahir zamanda olması ayrı bir sebebe binaendir. Fakat nur itibariyle, ilk yaratılan O’nun nurudur. “Zuhur-ı kâinatın ma’denisin ya Resulallah!” diyen Niyaz-i Mısri benzeri birçok sufi şairin şiirlerini süsleyen, bu ana fikirdir.

Bu düşünceye göre âlemin madde/fizik gerçekliğinde de Hakikat-ı Muhammediyye’den izler vardır. Yani bir sufi bir gülden, bir çiçekten, bir kuşun ötüşünden, havadan, hâsılı bütün partiküllerden

Muhammed’in(s.a.a) kokusunu alıyorsa bunun sebebi; varlığın temelinde, atomlarında, zerrelerinde yatan o Hakikat-ı Muhammediyye tohumudur. Bundan dolayı sufiler der ki ister mümin, ister kâfir, ister Müslüman, ister putpereset, ne olursa olsun bütün kâinat tabiaten ve fıtraten Muhammed’in(s.a.v.) ümmetidir. Buna “ümmet-i davet” derler. Ümmet-i davet, bütün insanlığı kuşatır, çünkü hepsi

Muhammed’in(s.a.v.) zerrelerini içlerinde taşımaktadır. Fakat bazı insanlar, sahip oldukları bu Hakikat-ı Muhammediyye’den perdelenmiş olduklarından dolayı onu inkâr ederler. Böylece aslında kendi asıllarını inkar etmektedirler.Kendi öz benliğinizde de, nice ibretler, alametler var. Hâlâ bunları görmüyor musunuz? [Zâriyat:21]

 

                Edib Harabi’nin Vahdetname adlı bu şiiri adeta bizler için manifesto niteliğindedir.

 

Daha Allah ile cihan yok iken

Biz anı var edip ilan eyledik

Hakk'a hiçbir layık mekân yok iken

Hanemize aldık mihman eyledik

 

Kendisinin ismi henüz yok idi

İsmi şöyle dursun cismi yok idi

Hiçbir kıyafeti resmi yok idi

Şekil verip tıpkı insan eyledik

 

Allah ile burda birleştik

Nokta-i âmâya girdik yerleştik

Sırr-ı Küntü kenzi orda söyleştik

İsmi şerifini Rahman eyledik

 

Aşikâr olunca zat ü sıfatı

Kûn dedik var ettik bu semavatı

Birlikte yarattık hep kâinatı

Nam ü nişanını cihan eyledik

 

Yerleri gökleri yaptık yedi kat

Altı günde tamam oldu kâinat

Yarattık içinde bunca mahlûkat

Erzakını verdik ihsan eyledik

 

Asılsız fasılsız yaptık cenneti

Huri gılmanlara verdik ziyneti

Türlü vaatlerle her bir milleti

Sevindirip şad ü handan eyledik

 

Bir cehennem kazdık gayetle derin

Laf ateşi ile eyledik tezyin

Kıldan gayet ince kılıçtan keskin

Üstüne bir köprü mizan eyledik

 

Gerçi Kün emriyle var oldu cihan

Arş-ı Kürsü gezdik durduk bir zaman

Boş kalmasın diye bu kevnü mekân

Âdemin halkını ferman eyledik

 

İrfan olan bilir sırrı müphemi

İzhar etmek için ism-i azamı

Çamurdan yoğurduk yaptık âdemi

Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik

 

Âdem ile Havva birlik idiler

Ne güzel bir mekân bulduk dediler

Cennetin içinde buğday yediler

Sürdük bir tarafa puyan eyledik

 

Âdem ile Havva'dan geldi çok insan

Nebiler Veliler oldu mümayan

Yüzbin kere doldu boşaldı cihan

Nuh Naciyullah'a tufan eyledik

 

Salih'e bir deve eyledik ihsan

Kayanın içinden çıktı nagehan

Pek çokları buna etmedi iman

Anları hak ile yeksan eyledik

 

Bir zaman Eshab-ı Kefh'i uyuttuk

Hazreti Musa'yı Tur'da okuttuk

Şit'i çulha yaptık bezler dokuttuk

İdris'e biçtirip kaftan eyledik

 

Süleyman'ı Dehr'e sultan eyledik

Eyyub'a acıdık derman eyledik

Yakub'u ağlattık nalan eyledik

Musa'yı Şuayb'a çoban eyledik

 

Yusuf'u kuyuya attırmış idik

Mısır'da kul diye sattırmış idik

Zeliha'yı ona çattırmış idik

Zellesinden bendi zindan eyledik

 

Davut peygambere çaldırdık udu

Kazadan kurtardık Lût ile Hûd'u

Bak ne hale koyduk nar-ı Nemrud'u

İbrahim'e bağ u bostan eyledik

 

İsmail'e bedel cennetten kurban

Gönderdik şad oldu Halil ür rahman

Balığın karnını bir hayli zaman

Yunus peygambere mekân eyledik

Bir mescide soktuk Meryem Ana'yı

Pedersiz doğurttuk orda İsa'yı

Bir ağaç içinde Zekeriya'yı

Biçtirip kanına rızan eyledik

 

Beyt-i Mukaddes'te Kudüs şehrinde

Nehri Şeria'da Erden nehrinde

Tathir etmek için günün birinde

Yahya'yı, İsa'yı üryan eyledik

 

Böyle cilvelerle vakit geçirdik

Bu enbiya ile çok iş bitirdik

Başka bir Nebi'y-yi zişan getirdik

Anın her nutkunu Kur'an eyledik

 

Küffarı Kureyşi ettik bahane

Muhammet Mustafa geldi cihane

Halkı davet etmek için imane

Murtaza'yı ona ihvan eyledik

 

Ana kıyas olmaz asla bir nebi

Nebiler şahıdır Hakk'ın habibi

Biz anı Nebi'y-yi ihsan eyledik

 

Hak Muhammed-Ali ile birleştik

Hep beraber Kâbe-kavseyn'e gittik

O makamda pek çok muhabbet ettik

Leylerel esrayı seyran eyledik

 

Bu sözleri sanma her insan anlar

Kuş dilidir bunu Süleyman anlar

Bu sırrı müphemi arifan anlar

Çünkü cahillerden pinhan eyledik

 

Hak ile hak idik biz ezeliden

Ta ruz-i Elest'te Kalubeli'de

Mekân-ı Hüda'da bezm-i celide

Cemalini gördük iman eyledik

 

Vahdet âlemini bilmeyen insan

İnsan suretinde kaldı bir hayvan

Bizden ayrı değil Hazreti Süphan

Bunu Kur'an ile ayan eyledik

 

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır

Doğan ölen yapan bozan hep Hak'tır

Her nereye baksan Hakk'ı mutlaktır

Ahval-i vahdeti beyan eyledik

 

Vahdet sarayına girenler için

Hakkı hakkel yakın görenler için

Bu sırrı Harabi bilenler için

Birlik meydanında cevlan eyledik

 

 

Mehmet Özgür Ersan kadıköy 01.06.2016 01.19

 

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..