Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '10

 
Kategori
İnançlar
 

Kuran'da, Mevlana'da, Einstein'da, benzeşen benzeşmeyen şeytan kavramı

Kuran'da, Mevlana'da, Einstein'da, benzeşen benzeşmeyen şeytan kavramı
 

Hemen tüm dinlerin anlamlar evreninin odak noktasında duran bir figürdür şeytan. Bugün biz, kendi çağdaş dünyasının insanları olarak, en dindarından, din olgusuna en karşıtına, aslında şeytan figürünü düşünce evrenimizden de, ilahiyat algılayışımızdan da dışlamışızdır.

Her şeye gücü yeten, mutlak muktedir Tanrı’nın karşısında onunla didişen, onunla bir tür iddiaya tutuşan ve onun isteğine zıt gerçekliklere neden olabilen bir ‘şeytan’ a, inanç dünyamızda yer verdiğimizde doğal olarak bazı sorgulamalar yapmak, günlük yaşamda bize yetecek oranda gereksindiğimiz temel metafizik sistemimizin üzerine gitmek zorunda kalırız.

Gündelik yaşamın meat aklının anlamlandırdığı bir dinin korugan direklerinin üzerine gitmek, o gidişin samimi koşulları yaratılmadığında çabuk bir inanç zıtlaşmasına dönüşeceğinden günlük yaşam insanı için var olan gerçeklik elbette şaşırtma kuvveti en az olan gerçekliktir.

Gündelik yaşam şeytanının üzerine biraz gidersek, basit “kötüye yöneltici” şeytanla daha derin dini kavramlandırılışın şeytanı arasında bir bağlam kurmayı denersek ne olur, nasıl olur?

Tasavvuf dini büsbütün tanımlar veye kuşatır mı? Elbette bu söylenemez. Ama ortadoks dini metinlerin anlattıklarının ötesinde tasavvuf geleneğinin bizatihi kendisi de insanların dini inancını anlama ve derinleştirme çabasında dinden “gayrı” olmamasının fazlalığıyla teşekkül eden bir “dahil” lik oluşturur ve sahih tasavvuf düşüncesini irdelerken pekala dini düşüncenin ortodoksisini de irdelemiş oluruz.

Tasavvufun şeytanını ve temel dini metinlerin şeytanını irdelediğimizde ortaya nasıl bir kavrayış çıkar?

İslam dininin temel metni Kuran’a bakalım:

“O şeytan sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun.” der Kuran’da.

Bu kelam zannımca Kuran’ın şeytanının çokça sanıldığının aksine etken değil edilgen bir varlık olduğunu, Albert Einstein’in tanımladığı biçimiyle “iyiliğin yokluğu” denen şeye yakın bir yerde durduğunu gösterir. Şeytan tanımlanışındaki bu edilgenlik, davranış biçimlerindeki hizalanışın şeytan yöneltmelerinden kaçınmaktan çok, Tanrı yöneltmelerine uyum ile gerçekleşmesi gerektiğini belirtir ki bu şeytanın ve kötücül güçlerin etken tanımlamalara maruz kaldığı günümüz “korku filmleri” anlam dünyasının reddi bakımından inananlara bir dayanak yaratır. Kuran’ı Kerim veya İncil ile Voltaire’in savlarını kıyaslamak istemem. Bu kıyaslamalar dindarlar için aşağılayıcı olduğu kadar pozitivistler için de komik bulunur. Ancak Voltaire’in yüzyıllar sonra İncil’si (Kuran’a da taşınan) şeytan ve kötülük güçlerinin hiçe indirgenmesi gereken edilgenliğini güçlü şekilde ortaya koyduğunu, insan aklı ve Tanrısal-doğal doğrular arasında berrak bir determinizm resmi çektiğini düşündüğümüzde ilgilendiğimiz ayetin bozulmamış aydınlanma fikriyatıyla bir anlamda ortaklaştığını görürüz.

Yukarıdaki ayet nazarıyla şeytanın etkenliği-edilgenliği meselesine bir parça değinmiş olduk. Yine de bu meselenin kutsal kitap yorumlayışları bakımından farklılıklar gösterebileceğini, bu ayetten veya başka ayetlerden çıkacak hem doğal, hem de zorlama yorumlarla kolayca daha etkin şeytan yorumlarına gidilebileceğini söyleyebiliriz. En azından Kuran’ın Einstein gibi “yok, ” Voltaire gibi “hiç bir şeytandan bahsetmediğini, Kuran’ın insan serüvenini anlatış hikayesinde onun kolay reddedilemeyecek bir varlığının, rahatlıkla somutsanabilecek bir gerçekliğinin bulunduğunu söyleyebiliriz. O halde biraz da bu somut gerçekliğin “etken” halindeki “benliğine” bakalım. Hz. Muhammed’in zahiri anlam aranmadan yorumlanabilecek diyaloglarında veya biraz sonra sözünü edeceğimiz tasavvufun en önemli isimlerinden biri olarak kabul olunan İbn-i Arabi’nin: Su içtiğin kabın ağzını kapat. Gece lambaları söndür. Kapıyı kilitle. Şeytan kilitli kapıları açamaz. Eğer kapıyı kapatırken besmele çeker, Ayet-ül Kürsî okursan, sabaha kadar zarardan emin olursun” önerisindeki biçimine dek bizzat “var olan” ve böyle kabul ettiğimiz şeytan acaba İslam dininin tüm bakış açıları için günümüz dünyasındaki biçimiyle saf kötülüğü mü temsil eder? Ona tamamen İslam bağlamı içerisinde kalınarak dahi hak vermenin mümkün olduğu noktalar var mıdır? Şeytan gerçekten bütünüyle şeytan mıdır?

Tasavvuf demiştik. Mevlana’ya gelelim.

Şeytanın somut gerçekliği konusunda ona mutlak inanır bir düzlemde kalmakla birlikte “Şeytanı görmedinse kendini gör!” diyerek nefis-şeytan ilişkisine İbn-i Arabi’yi aşan bir tasavvufi yorum getiren Mevlâna, şeytan benliği hakkında da benzer cümlelerinde: “Onun ilmi vardır ama imanının aşkı olmadığı için Âdem’de toprak suretinden başka bir şey göremedi.” ve “Şeytan âşık olsa, şüphesiz şeytanlığı gider, Cebrail olurdu” demişti.

Mevlana’nın şeytanın kötülüğünü “aşk” yoksunluğuna bağlaması onun aşka ne denli yüksek bir önem bahşettiği düşünülürse şeytan için şüphesiz yeterli bir aşağılamadır. Ancak şeytanın Adem’e itaat etmemesini “aşk” ının büyüklüğüne de bağlayanlar olmuş, durumu böyle yorumlayanlar da görülmüştür.

Şeytanın Adem’e secdeyi kabul etmemesini, Allah’a duyduğu muazzam aşkın paylaşılmasını, muazzam biçimde bağlandığı Allah’tan başkasına secdeyi kendisine yedirememesinin neden olduğu da bir görüştür. Bu görüş, şeytanın insanlığı hep etkilemiş büyük davasının sadece bu aşkın gölgelenişinden duyduğu hüzün ve hınçtan kaynaklandığını öne sürerek, şeytanı mağrur değil kuvvetli ve bütün yapıp ettiklerine, ettirdiklerine rağmen biraz da haklı bir mazlum konumuna getirir ve ona bambaşka bir anlam yükler.

Şeytan etken midir, edilgen midir, ne ölçüde var, ne ölçüde yoktur, dini inanışın seyrini belirleyen öyküdeki şeytan benliği bir roman kahramanı gibi gerçek bir karakter incelemesine tabi tutulsa ortaya neler, nasıl farklılıklar çıkacaktır, bu farklılıklar dine bakışı ve dini inanış şekillerini nasıl değiştirecektir, değiştirecek midir? Elbette, geçmişte de yanıt aranan bu sorular dinin dini anlamından kopup tamamen siyasal ve kimliksel, neredeyse “göstermelik” bir ritüeller bütünü haline geldiği bu gün de haklarında tartışılmayı, aranacak cevaplarını bekliyor.

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..