Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '09

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Küresel bir silah olan radyonun tarihsel serüveni

Küresel bir silah olan radyonun tarihsel serüveni
 

İlk radyo yayını 1920 yılında ABD’de Pittsburg’da yapıldı.


Radyo ilk olarak Macaristan’da 19. yüzyıl sonlarında Budapest Registar adıyla telefonlu (kablolu) radyo olarak ortaya çıkmıştır. Ama gerçek anlamda ilk radyo yayını 1920 yılında ABD’de Pittsburg’da yapıldı. 1930’lara gelindiğinde radyo önemli bir toplumsal etki gücü olarak siyasal alanda dikkati çekti ve Nazi deneyimi II. Dünya savaşının radyolar savaşı olarak anılması sonucunu doğurdu. 1946-47 sonrasında oluşan iki kutuplu dünya(Soğuk Savaş Dönemi) radyo savaşlarına sahne olur. Washington – Moskova düellosu diyede adlandırılan bu savaş iki tarafın kendi söylemlerini dünyaya mal etme amaçlarının bir sonucuydu. Savaşlarda kılıç kalkanın yerini önce Radyo, daha sonrasında ise diğer Kitle İletişim Araçları aldı. Bir örnek vermek gerekirse, ABD bu savaşın başlangıcında; 15 milyon Watt’lık 100 verici ile 38 dilde haftada 800 saat yayın yapmaktaydı.

Ülkelerin keşifler sonrası askeri ve ticari güçleri ile kendilerine sömürge yaptıkları devletlere dair kültürel yayılmalarını uyguladıkları bir sürecin en önemli silahı oldu radyo. BBC World Service’in Hint Yarımadasındaki yayını ve Radio France Internationale’nin Afrikanın bazı bölgelerindeki yayınları bu durumun kanıtını oluşturur.

Türkiye’deki ilk radyo vericileri ise 1927 yılında Ankara ve İstanbul’da faaliyete geçti. 1938 yılında ise Ankara’da o yılların en güçlü vericilerinden biri (120 KW) devreye girdi.

BBC World Service, Amerika’nın Sesi (VOA), Radio Moscow gibi kısa dalga yayınları hızla gelişti. Türkiye ise II. Dünya Savaşı sonrasında katıldığı Kore savaşındaki askerlere yönelik 1948’de başlattığı yayınlarını bugün Türkiye’nin Sesi adıyla sürdürmektedir.

Kısa Dalga yayıncılığa artan talep bu dalgalardaki kıt frekansların tahsisinde tartışmaları gündeme getirdi. Uluslar arası Telkomünikasyon Birliği (ITU) bünyesinde oluşturulan Dünya İdari Radyo Konferansı (WARC) ile bu tahsis işleminde gelişmiş ülkeler lehine bazı ilkeler getirildi.

Kısa dalga yayınların sınırları aşma özelliği, ülkeleri istenmeyen yayınlara karşı bazı teknolojik tedbirler almaya itti. Bu yayınları bozma üzere geliştirilen jamming (aynı frekastan gürültü yayınlayarak istenmeyen yayını bozma) uygulaması özellikle soğuk savaş yıllarında yaygınlaştı.

1933 yılında FM tekniğinin 1960’larda da stereo yayın tekniğinin bulunmasıyla radyo müzik endüstrisi ilişkisi başlamış oldu. Müzik kutusu haline gelen istasyonlar yaygınlaştı. 1948 yılında ABD’de Bell Laboratuarlarında icat edilen transistör radyoyu hem ucuzlattı hem de hareketli hale getirdi. Cep ve araba radyoları yaygınlaştı, radyo dinleme alışkanlıkları değişti. Radyo her yerde dinlenilebilir hale gelmişti.

Türkiye’de de radyo hep siyaset gündeminin içinde oldu. Demokrat Parti döneminde “partizan radyo” nitelemesi gündeme geldi. BBC’nin önderlik ettiği kamu yayıncılığı anlayışı 1964 yılında kurulan TRT için de benimsendi. Özerk bir kamu kuruluşu olarak örgütlenen TRT 1971 ve 1980 müdahaleleri sonucunda “tarafsızlığı tartışılır” bir devlet yayın kuruluşuna dönüştürüldü.

1982 Anayasa’sının 133. maddesi 1972’deki gibi Radyo-Televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceği ve idarenin bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceğini; esas olarakta tarafsızlık ilkesinin gözetileceği belirtilmekteydi. İkinci Yasa; 1 Ocak 1984’de yürürlüğe giren 2954 Sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kanunu’dur. Bu Kanun, yayın tekeli TRT’de olmasına karşın bütün Radyo ve TV yayınlarına ilişkin olarak düşünülmüştür. Bu durumun en iyi göstergesi; Radyo Televizyon Yüksek Kurulu’nun (RTYK) kurulmasıdır. 12 Üyeden oluşan bu Kurul; bütün yayınların gözetimi, denetimi ve genel ilkelerini saptamakla yükümlüydü. RTYK, aynı zamanda TRT Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyeliği için aday gösteren bir kuruldu. Bakanlar Kurulu’da bu adaylar içerisinden uygun gördüğünü atama yetkisine sahipti.

1983-1990 arası TRT ile ilgili olarak hükümet yanlısı yayınların, kardolaşmanın, genel müdürlerin, yayın yasaklarının tartışıldığı yıllar oldu. Orhan Gencebay, Bülent Ersoy gibi isimler yasaklanırken hafif arabesk adı altında Hakkı Bulut gibi isimler desteklendi. Devlet toplumunun ne dinleyip ne dinlemeyeceği, popüler kültürün nasıl şekillenmesi gerektiğini belirleme çabası içerisindeydi. TRT ekranlarını sansür mekanizması ile kendince temiz tutma çabası içerisindeyken, sinema salonları ve kaset satışları TRT’nin yasaklarının aksi istikamette ilerlemekteydi. Kamu yayıncılığı ve denetleme mekanizması popüler kültürün gücü karşısında kayıtsız kalmaktaydı.

1992’den itibaren de ard arda tecimsel radyo ve televizyon kanalları açılmaya başlandı. Radyo yayınları için gereken donanım televizyon için gereken donanıma kıyasla daha ucuz olduğu için kısa sürede yüzlerce radyo kanalı oluşmuştu. Kısa süredeki bu hızlı artışa devletin bir düzenleme getirme çabası 1993 yılında radyoların kendilerini savunma amacı ile başlattıkları kitlesel bir eyleme dönüşerek ‘Radyomu İstiyorum’ sloganı eşliğinde araçların radyo antenlerine bağlanan siyah kurdelelerle her tarafı sardı. Yer yer siyasal ve ekonomik yapılanmaların elindeki etkili silah olan kitle iletişim araçları bu olayda başka bir gücün değil kendinin savunması için çalışıyor, kitleleri bu kez kendi menfati için yönlendiriyordu.

8 Temmuz 1993’te Anayasa’nın 133. Maddesi’nden yapılan değişiklikle ‘...radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevsinde serbest’ bırakıldı. Bu maddeyle, kamu tüzel kişiliği olaran TRT kurumununda özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esası kabul edildi.

3984 Sayılı Yasa ve kanun bağlamında oluşan Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK Türkiye Televizyon tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’nin 1992’de imzaladığı Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi, Kasım 1993’de Mecliste onaylanıp yasalaştı. 13 Nisan 1994’de Meclis’te kabul edilen 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’da bu sözleşmeye uyumlu olarak hazırlanmaya çalışıldı. Bu yasanın getirdiği en önemli yapılanma kuşkusuz ki; Radyo Televizyon Üst Kurulu(RTÜK)’dur. RTÜK; 5’i iktidar, 4’ü muhalefet partilerinin göstereceği adaylar arasından Meclisin seçtiği 9 üyeden oluşmaktaydı. 1994’de kuruluşlara uyarılarla başlayan ve Şubat 1995’ten itibaren kapatma cezalarıyla süren RTÜK uygulamaları, RTÜK’ü Türkiyede en çok tartışılan kurumlardan biri haline getirmişti.

3984 Sayılı Kanun’da belirlenen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun yetki ve sorumlulukları şunlardır; * Ulusal ve Bölgesel frekans planlamalarını yaptırmak, önşartları yerine getirmiş müracaatçı kuruluşlara, tarafsızlık ve hakkaniyet ölçüleri dahilinde yayın izni ve lisans vermek ve ilgili kanunda belirtilen görevleri yerine getirmek için yönetmelikler hazırlamak. * Radyo ve Televizyon yayınlarını izleme sistemleri kurarak, yayınların 4’ünü maddeye ve bu alanda Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların uygunluğu açılarından denetlenmesini yapmak. Uydu aracılığıyla yurt içinden veya yurt içine yapılacak yayınların ulusal ve uluslararası esaslara uygunluğunu gözetmek, bu amaçla diğer ülkelerdeki yetkili kuruluşlarla işbirliği yapmak. * Üst Kurul öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlal eden, yayın ilke ve esaslarına aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır. Bu uyarıda, ihlalin ağırlığı ve tekrarı halinde sonuçları açıkça belirtilir. İhlalin tekrarlanması halinde, ihlalin ağırlığına göre izin uygulaması bir yıla kadar geçici olarak durdurulur veya yayın izni iptal edilir.

4756 Sayılı Yasa Türk Televizyonculuk tarihi açısından büyük tartışmalara sebep olmuş bir sürecin isimini oluşturur. İlkkez 2000 yılında meclis gündemine gelen yasa Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer’in tüm zorlamalarına rağmen 16 Mayıs 2002’de meclisten geçti. 14 Haziran tarihinde bazı maddelerinin yürürlüğü durdurulsa da genel hatları ile eksik bir yapılanma olduğu tartışmasız kabul edildi. 4756 Sayılı Yasa’nın yayın ilkelerine yaptığı vurgu ve interneti denetlemeye çalışması ile düşünüldüğünde karşımıza baskıcı, denetimci ve cezacı bir anlayış çıkmaktadır. Her türlü uyarı ve karşıtlıkta uzlaşmaya rağmen bu yasanın çıkmasında gösterilen ısrar ve dayatma anlaşılmaz bir özellik sergilemektedir.

 
Toplam blog
: 64
: 5712
Kayıt tarihi
: 27.06.07
 
 

İnsanım herkes kadar; zengin kadar fakir kadar, kadın kadar erkek kadar, Müslüman kadar Hristiyan ka..