Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '21

 
Kategori
Siyaset
 

Küreselleşme ve Aymazlıklar

CUMHURBAŞKANI Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Katar Ekonomik Forumu’nda video konferanstan açıklamalarda bulunmuş…

Açıklamalarından bazı detaylar şöyleydi:

2020 yılı itibariyle dünya ekonomisi %3,5 küçülmüş.

Yine küresel ticaret %10’a yakın daralma yaşamış.

Bu salgın süreci bağlamında, “Doğrudan Yatırımlar” %42 azalırken, 90 milyondan fazla insan “Aşırı Yoksulluk Sınırının” altında yaşam savaşı vermekteymiş.

Küresel borç toplamı 282 trilyon $(dolar)’ı aşarak tarihin en yüksek seviyesini test etmiş.

Küresel sistemin çeperinde yer alan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler salgın karşısında âdeta kaderlerine terk edilmiştir.

Türkiye olarak bu salgın sürecinde 158 ülkeye ve 12 uluslararası kuruluşa tıbbî malzeme yardımında bunulmuş.

Öte yandan Sayın Erdoğan’ın bir dikkat çekici vurgulaması ise…

“Göçmen Düşmanlığı” ve “İslam Düşmanlığı” üzerinden olmuş.

Batı ülkelerinde ırkçı ve İslam düşmanı saldırılar son 5 yıl içinde %250, bu saldırılar esnasında hayatını kaybedenlerin oranı ise %700 artmış.

 

Evet…

Bu açıklamalar, üzerinde durulması gereken hususlar.

Salgın sadece insanları “sağlık” açısından değil, orta ve uzun vadede gıda ve yoksulluk bağlamında tehdit etmeye devam edecek gibi.

Yine, birçok fakir veya gelişmekte olan ülkelerinin birçoğunun ilk doz aşıya erişemedikleri de göz önüne alındığında…

Küresel barışın, adaletin, huzurun, refahın, istikrarın nasıl tesis edilebileceğini ileri sürebiliriz?

****

 

İNSANLIK, çeşitli tarihsel kırılmalardan geçerek, bu dönemki durumuna erişmiştir.

Şöyle yakın tarihimize bir baksak ve ne olup bittiğinden ders alıpalmadığımızı değerlendirsek…

Bugün, ne dersek diyelim, dünyamızda salgından ötürü bir muğlak süreç işlemekte. Yeryüzümüzün, muktedir devletler tarafından bilinmeze sürüklenme riski geçmişte de vakiydi, önümüzdeki dönemlerde de vakidir.

Uygarlık dönemeçlerine baktığımızda, gördüğümüz, o dönemin koşullarının tüm yaşama damga vurmuş olmasıdır.

İlkçağ yaşam reflekslerine baktığımızda…

Toplayıcılık…

Avcılık…

Ve sonrasında, yerleşik hayata geçilmesiyle beraber tarım faaliyetleri, insanların yaşam biçimlerini etkilemiştir. Zaten tarım toplumlarının yaşam güdüleyicisi dindi. Gerçi tüm din-tarım toplumlarının/imparatorluklarının belirleyici ideolojileri dinsel ögeler üzerinden olumlanmaktaydı.

Toplayıcılık-avcılık-tarım/yerleşik yaşam süreçleri…

Bu tip hayat biçimlerinin ideolojileri ve kimlik tanımlamaları daha çok din üzerinden cereyan etmekteydi.

Bugün, gelişmiş ülkeler ile hâlen gelişmekte olan/gelişen ülkeler arasındaki makasın günbegün artmasının ardında…

Tarihsel süreçlerin ve insanlık serüveninin, bu toplumlar tarafından tecrübe edilememiş olmasıdır. Bugün, birçok ülke, toplum, din-tarım toplumunun refleksleriyle yaşamı idame etme ve anlamlandırma yoluna gitmektedir.

Endüstri Devriminin, sanayileşmenin getirdiği değerlere baktığımızda, toplumsal yapının oluştuğunu görürüz.

Feodalitenin yerinde artık ulus devletler baş göstermiş, döneminin ideolojisi milliyetçilik- ırkçılık olmuştur.

İNSANLIK SERÜVENİ, bundan sonra nasıl olacak.

****

 

SON TAHLİLDE…

80’li yıllarla beraber dünya farklı bir yörüngeye doğru yol alıyordu. Berlin Duvarının yıkılmasıyla beraber SSCB’nin dağılması, Soğuk Savaş’ın resmen sonlandırılması…

Artık dünya için tehlike bitmişti. Esasında, Batı kampı bir boşluğa da düşmüştü. Bu dönemden sonra, sosyalizmin de artık değerini yitirmesiyle beraber, liberal ekonomik politikaların liberal siyasal kararlarla desteklenmesi, dünyada “küreselleşme” rüzgârlarının esmesine vesile oluyordu.

Yirmibirinci yüzyıl, yani tabiri caizse milenyum çağı olan 2000’li yıllar artık iletişim-bilişim devriminin yaşandığı dönemdi.

 

Önümüzdeki süreçlerde, bu suni ya da olağan krizler neticesinde, açlık ve yeterli temiz suya erişememe riskleri, önümüzde patlamaya hazır bomba gibi duracak. Gelişmiş devletlerin, refah düzenlerini sürdürebilmeleri açısından, hammadde bakımından zengin ülkelerin sömürülmeleri, bu ülkelerin artık sıcak savaş taktikleriyle değil, daha sofistike yöntemlerle, işte iktidarların devrilmesi, içişlerine müdahale etme vb…

Bu bağlamda, bu ülkelerde yaşanacak iç çalkantılar ve kaos ortamları, bu ülkeleri yaşanamayacak durumlara getirecek. Evet, belki bir sıcak savaş yaşanmayacak ama, Suriye’de Irak’ta zamanında deneyimlediklerimiz neydi? Kendi kendilerini yok etmeleri idi. Savaşın, kendi içlerinde cereyan etmesinin “sağlanması”.

 

Aslında, Batının çok hassas değerlere sahip ülkeleri(?), bu ülkeleri çıkarları adına karıştırırken de bumeranga neden olmaktalar. Kendi ülkelerinde, çağa uygun olmayan siyasal sistemlerle yönetilmekte olan bu ülkelerin yurttaşları; kurtuluşu, umudu, geleceklerini, tarihin bir cilvesi olarak sömürünün kaynağı olan ülkelere göçte bulmaktalar.

Şöyle büyük resme baktığımızda… Gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeleri istikrarsızlığa sürükleyen emperyalist devletler, mazlum coğrafyaların mazlum insanlarını ötekileştiren devletler oluveriyorlar.

GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI… IRKÇILIK… İSLAM VE MÜSLÜMAN DÜŞMANLIĞI…

Üzerine bir de “nefret ve kinle” beslenen söylemler!

BATININ OYUNLARI BİTMEZ ki…

  

 
Toplam blog
: 706
: 83
Kayıt tarihi
: 18.05.16
 
 

Ben, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü mezunuyum. Şuan için öze..