Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '14

 
Kategori
Kitap
 

Kürk Mantolu Madonna; "Boğulacak kadar yalnızım!"

Kürk Mantolu Madonna; "Boğulacak kadar yalnızım!"
 

Bir toplum içsel durumunun ne olduğunu, neler hissedip, yaşadığını yazarlarının ortaya koyduğu eserleriyle dışa vurur. Bu nedenle ülke edebiyatı aynı zamanda topluma dair gizli, şifreli bilgidir.

Okullarımızda maalesef bu bilginin özünü göremiyor, anlayamıyoruz. Çünkü gösterilmiyor.

“Yazar, şair burada ne anafikir vermek istiyor?” sorusunun önüne geçebilen bir sistemimiz yok maalesef.

Daha çok “didaktik” örnekler ön plana çıkıyor; tarihe ait kahramanlık öyküleri, destanlar ve büyük kişiliklere yönelik güzellemeler, methiyeler okuyoruz.

Bu da çocukları, gençleri okumaktan uzaklaştırıyor.

Oysa yazmak bir çok içsel süreci beraberinde getiren özel bir eylemdir ve zaman zaman su-ekmek gibi temel ihtiyaca dönüşür.

Yazmak aynı zamanda düşünmenin en kolay yollarındandır. Bütün düşünme süreçlerimi yazarak ortaya koyabiliyorum.

İnsan sadece düşünen bir varlık değildir; duyguları olan ve bunu da yoğun yaşayan sanat öznesidir. Zaten insan bu şekilde varlığını tamamlar, mükemmelleşir.

İlk gençlik yıllarımı yabancı yazarların yazdığı eserleri okuyarak geçirdim. Bu eserlerin büyük bölümü klasiklerden oluşuyordu. Sanırım ülkemizde yaşayan hemen herkes bu süreçten geçmiştir. Hatta çok büyük yazarlarımız ve şairlerimiz bile. Çünkü verili koşullar buna zorluyordu.

Zaten temel çelişki de burada başlıyor.

Modernleşmenin bir uzantısı olan batılılaşma beraberinde onların hayatlarına dair bilgilerin gelmesiyle daha karmaşık bir hale dönüşüyor.

Hiçbir şekilde onlar gibi yaşayamadığımız halde onların yaşam ilişkilerinin ürettiği içsel dünyanın labirentlerinde yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.

Bu kısa süre sonra toplum yaşantımıza da yansıyacak ve hayatın anlamını sorgulayan ancak bir türlü gerçeği bulamayan kuşaklar gelip geçecektir.

İşte o ilk gençlik yıllarımda aynı çelişkileri ben de yaşadım. Bu öylesine çözümsüz bir duygu karmaşasıydı ki içsel anlamda hissettiğim sıkıntının maddi gerçekliklerini ortaya koymak mümkün olmuyordu.

Tutunamayanlar tamamen bu çelişkinin ortaya serilmesi, itirafı ve isyanı üzerine kurulmuş bir eserdir.

Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ında da bunu hissedebiliriz.

Son yıllarda bizden olan eserlere daha fazla zaman ayırıyorum.

Kürk Mantolu Madonna’yı uzun zamandır kafamın bir köşesine yazmıştım. İlk defa bir Sabahattin Ali okuyacaktım ve ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Sabahattin Ali bizim için hep o talihsiz katledilme öyküsüyle zihnimizin bir yerlerine kayıtlıdır. Okuduktan sonra şunu daha rahat söyleyebiliyorum; Kürk Mantolu Madonna’yı yazan bir kişiyi öldürebilmek için siyasi görüş farkı asla yetmez. Bu başka bir şeydir. Elbette bu okuyan bir toplum için anlam ifade eder; okumayan, düşünmeyen sadece kendisini bir tarafa eklemeye çalışan kişilerin anlamasını beklemek hayaldir.

Kürk Mantolu Madonna’yı bitirdiğimde aklıma gelen ilk şey şu oldu; yazarların kendisine has ayrı bir ülkesi var. Bu onları diğerlerinden bir şekilde ayırıyor. Yazarlar sadece duyguların tercümesini yapmıyorlar o duygu her ne ise onu baştan yaratıyor, şekillendiriyor ve bambaşka bir can veriyorlar.

Yaratma arzusunu besleyen en güçlü duygu “yalnızlıkla” beslenir.

Yalnızlık insanı değiştirir, geliştirir.

Eski Ahit’te bile Tanrı’nın yalnızlığa dayanamadığı ve kendisini merak ettiği, görmek için kainatı yarattığı anlatılır.

Kürk Mantolu Madonna da bir yalnızlık ürünüdür. Gerçek sevgiyi, aşkı, tutkuyu, bağlılığı arama çabası vardır. Onun aslında var olabileceğini gösterir ancak bu hayatın içinde kolaylıkla anlaşılamayacağı, fark edilemeyeceğini de gösterme çabasındadır.

Çünkü yalnızlığı yaratan her ne ise bu bizim ilişkilerimizi de kuşatmıştır.

Bir tarafta saf ve koşulsuz sevginin varlığı, diğer tarafta maddi hayatın dayattığı gerçeklikler, nereye gidersek gidelim peşimizi bırakmayan hayat koşulları…

Sevmek sadece bir an’a ait olmak, yalnızlık ise o an’a dair beklentiyi, kavuşmayı, tekrar yaşayabilme, hissedebilme umudunu canlı tutmaktır. Ancak en çok da hayal kırıklıklarıdır.

Raif Efendi Berlin’de tek başına geleceğe dair içinde en ufak bir umut ışığı olmadan gününü geçirirken bir resim galerisinde karşısına çıkan bir otoportre ile belki de bütün yaşantısı değişecektir.

20140411-154504.jpg

Otoportre, yalnızlığın ürünü olan umudun beslediği bütün imgeleri içinde barındıran kadına dair bir görsel mucizedir.

Çekim gücü vardır; kuşatır. Umudu canlı tutabilmek için tekrar tekrar onu görme isteğiyle günlerce galeriye gider gelir; taşınır. Elbette bir resme bu kadar zaman ayıran kişi etrafın ilgisini çeker; öncelikle de ressamın…

Ressam, yani Kürk Mantolu Madonna resimdeki gibi Raif Efendi’nin ona yüklediği bütün anlamları içinde barındıran mucizevi varlıktır; ancak her mükemmelliğin içinde olduğu gibi ulaşılmaz, elde edilmez, kontrol altına alınmaz, evcilleştirilmez, bize benzetilmez özellikleri de vardır.

Ancak bir an gelir…

Nirvana’ya ulaşırsın. Nirvana işte ulaşılan son zirvedir; bundan öncesi ve sonrası elbette zirve gibi olmayacaktır.

Sonu mutlulukla biten filmlerin sonrasını her zaman merak etmişizdir; bu mutluluk bir ömür boyu mu sürer yoksa kesintilere mi uğrar? Mükemmel bir hayat mümkün müdür?

Yoksa o da bir an’a mı aittir?

Bir sanat eserinin gücü, başarısı onu tekrar tekrar okuma, görme, izleme, dinleme isteği ile doğru orantılıdır.

Raif Efendi hayatı da işte bu formülle açıklanacak şekilde yaşamaktadır belki; mükemmel olan yaşanmış, bundan sonraki her ne varsa hepsi bu kusursuz olanın hatırlanmasıdır zaten hiçbir şey o an gibi olmayacaktır.

Bu kabullenmişlikle, kaderine razı yaşayan bir adamdır o artık!

Bir çoğumuz gibi…

“Boğulacak kadar yalnızım!”

http://twitter.com/uzaygokerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..