Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kursağımızda kalan sevinç...

Kursağımızda kalan sevinç...
 

Hayal kurmayı çoğumuz severiz... Çünkü hiç olmayacak şeylerin olmuş gibi algılanması, sanal da olsa insana ayrı bir mutluluk ve huzur verir.

Bu bağlamda huzuru ve mutluluğu arayanların daha çok hayal kurduğunu zannediyorum. Kendisi rahat bir hayat yaşamadığı gibi, başkalarının yaşadığı rahatlığa da karşı olan huzursuz bazı tipler vardır ki, onlar kendileri hayal kurmayı beceremedikleri gibi, çevresindekilerin hayallerini yıkmayı, hatta gerçeklerini bile altüst etmeyi sanki kendilerine görev bilmişlerdir.

Mutluluk onlar için hiç tadılmamış bir lezzet bile değildir. Sanki onun lezzetinden de şüpheleri vardır.

Bu tipler başta aile fertleri olmak üzere, akrabalarına, komşularına, kendileriyle teması olan herkese mutlaka negatif enerji yayarlar. Oğlunun veya kızının mutluluğunu çekemeyen bazı kaynana tiplerine siz de rastlamışsınızdır.

Hayatta seyrek de olsa karşılaştığım bu türden insanları, mümkün olduğunca kendilerinden uzak durulmasında fayda olan bir ruh hastası olarak nitelendiriyorum. Aksi takdirde günümüzün stresli ortamında zar zor elde edilen üç kuruşluk huzurumuzun kaçması işten bile değildir.

Huzurun yerini tutabilecek ve insana mutluluk-güven hissini verebilecek ikinci bir duygu yok sanırım. Bu yüzden birine eziyet etmeyi kafasına koyanların yaptığı ilk şey, manevi işkence yaparak can sıkıcı bir durum yaratmaktır.

Düğün, bayram, doğum günü, mezuniyet töreni gibi, hayatımızın bir daha tekrarlanmayacak en özel zamanlarında, hiç olmayacak şeyden huzursuzluk çıkarıp bir çuval inciri berbat etmek, bu tiplerin olağan davranışları arasındadır.

Sevinseniz sevinemezsiniz, üzülseniz üzülemezsiniz.

Benzeri bir uygulama, uluslararası ilişkilerde, devletlerin birbirlerine karşı uyguladıkları ince politikaların temelinde de yer alır. Hazırlanan entrikalara öyle doğal görünüm verilerek hazırlanan krizler vardır ki, işin içinde yabancı bir el olduğunu farkedemezsiniz bile.

Türkiye'nin ilk olarak aldığı Nobel ödülünde de böyle bir durum ortaya çıktı.

Sırf bu ödülü alabilmek için Türkiye'nin aleyhinde kullanılabilecek iki cümle söyleyen –ya da kendisine söyletilen– yazar Orhan Pamuk'un, bu yaptıklarından dolayı Nobel'i kazanacağı iddia edildi ve tesadüfe bakın ki, çok geçmeden de kendisi bu ödüle lâyık görüldü.

Bir sevincin kursakta kalması ancak bu kadar olurdu herhalde.

Gerçi hiç böyle bir olay olmamış gibi Orhan Pamuk'un ödülüne sevinenler oldu ama, büyük bir çoğunluk sevinemedi veya en azından mutlulukla karışık buruk bir lezzet yaşadı.

Konuyla ilgili o günlerde lehte aleyhte pek çok şey söylendi. Şimdi Orhan Pamuk'un ödül töreninde yapacağı konuşma gündeme damgasını vurdu ve tam "Nobellik" olarak değerlendirildi. Gerçekten de duygu yüklü, edebi yönü ağır basan güzel bir metin.

Bu arada sayın Orhan Pamuk, gazetecilerin siyasi sorularına yanıt vermekten kaçınarak ve daha çok yazarlığıyla ilgili konulara ağırlık vererek, bir edebiyat adamı olduğuna vurgu yapmış görünüyor.

Konuşmayı merakla baştan sona okudum ve oldukça duygulandım. Gerçekten duygu yüklü, edebi tarafı ağır basan çok güzel bir metin. Keşke Orhan Pamuk o ilk sözleri söylemeseydi de, aklımıza hiçbir şey gelmeden sevinçle, gururla, ülkemizin ve Orhan Pamuk'un kazandığı bu ödülün tadını doyasıya çıkarabilseydik.

"Peki o zaman bu ödülü verirler miydi?" sorusu tekrar ister istemez kafama takılıyor.

Bir edebiyatçıya Nobel verilmesi, ülkesi aleyhinde kullanılabilecek siyasi bir söylemde bulunması şartına bağlıysa, veya böyle bir ödülü almak, ülke aleyhinde kullanılacak da olsa bir söylemle mümkünse, her iki halde de Orhan Pamuk'un edebiyat açısından aslında bu ödüle lâyık bir konumda olduğu tescil ediliyor demektir.

Oysa biz ödüle gölge düştüğü kanaatini taşırken, farkında olmadan Orhan Pamuk'un yazarlığının ve edebiyat değerinin tartışılmasını da gündeme getirmiş gibi oluyoruz. Bunun doğru olmadığını bilmemiz ve Pamuk'un Nobel kazanabilecek nitelikte bir yazar olduğunun altını öncelikle çizmemiz lazım.

Siyasal bağımsızlığımızı ekonomik, sosyal ve kültürel imkânlarımızla güçlendirmiş bir ülke olabilseydik, bu şekilde hislerimizle oynanmasına izin vermez, sevinçlerimizin coşkusunu iliklerimizde hissedebilecek kadar başı dik ve gururlu olurduk.

Entelektüel seviyesi itibariyle, toplum ortalamalarının üzerinde olanların zihinlerinde hep Avrupalı olmak, o ülkelerden birinde doğmak veya orada yaşamak, oralardaki imkânlara kavuşmak gibi hayaller vardır. Ben birey olarak böyle bir özlem çekmek yerine ülkemizin bu bahsedilen şartlara haiz olmasını, güçlü, kudretli, dirayetli, sözünü geçiren bir konumda olmasını arzu ederdim.

İkisi arasında nasıl bir fark var ben de tam bilemiyorum. Belki de psikolojik bir baskı altındayım. Hani öğrenciler kırık not aldıklarında "Hoca 3 verdi"; yüksek not aldıklarında da "9 aldım" derler ya... Onun gibi bir şey işte...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..