Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Kürt sorunu! PKK terörü! Demokrasi ve demokratik açılımlar...

Yaşam bir insan için ne ifade eder? Çeşitli cevaplar verdiğinizi duyar gibi oluyorum. Ben bugün “Yaşam=Sorun Çözme Sanatıdır” tanımını kullanmak istiyorum. Yani, ya çözüm üretip sorunu çözen taraf olursunuz, ya da çözüme kapalı sorun üreten tarafta.

Bireyin ve toplumun hayatında sorun her daim var olacaktır. İnsanı anlamlı kılan ise; sorunlar karşısındaki sağlam duruşu ve sorunu çözmede gayretidir. Sorun varsa, mutlaka çözümde vardır. Unutmamalıdır ki; küçük sorunlara yenilenler, bir gün kendileri sorun haline gelirler ve bir gün sorunlardan haz duymaya başlarlar.

Son günlerde ülkemizin gündeminde yer alan konu başlıklarının arasında belki de en önemli sorun olarak görülen Kürt Sorunu üzerine atılan sevindirici ve heyecan verici adımlara şahitlik yapıyoruz. Malum olduğu üzere hükümet ülkemizde yaşana-gelen sorunları çözme adına bir “Demokratik Açılım” adıyla siyasi, ekonomik vs... başlıklar altında bir paket program üzerinde çalışmalarını sürdürdüğünü ve bunu en kısa zamanda nihayetlendireceğini açıkladı. Peki daha sonra ne yaptı?

Meclisteki tüm Siyasi Partilerin görüşlerini alacaklarını ve her türlü katkıya açık olduklarını beyan etti ve kendileriyle görüşme talebinde bulundu. Demokratik açılım sürecine yönelik T.C. Hükümeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile geç kalmış bir görüşmeyi gerçekleştirdi.

CHP lideri Deniz Baykal; Bu görüşmeyi PKK ile yapılan bir görüşme olarak nitelendirdi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise; Başbakanı PKK yandaşlığına soyunmakla itham etti.

Oysa sorunların adını net koyamazsak, çözüm üretme noktasında da yanlışlar yapılabileceğini pek tabi hepimiz bilmekteyiz.

Kısa süre önce yazılan bir bloğun başlığı "Önce herkes kendi Kürt açılımını yapsın; http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=194737) " çok hoşuma gitmişti; İnsanı düşünmeye, çözüm üretmeye, varsa bu konuyla ilgili olarak iç dünyasında yaşadığı hezeyanlarıyla yüzleşmeye iten çarpıcı bir başlıktı.

Türkiye’de, kendilerini "Laik Eğitimli Orta Sınıf"a dahil gören bir sınıf oluştu. Halihazırda mevcut Erk’e hakim olan "Kapitalist Elit Tabaka"nın varlığı da yadsınamaz bir gerçektir ve bu hakim sınıf Erk’i kaybetmemek uğruna ülkemde sanal düşmanlar üretmekten de çekinmediler. Dün gündemde baskın olan Laik-Antilaik bir sanal çatışma, bugün Kürt-Türk tartışmaları, daha önceki günlerde; Alevi-Sünni çatışmaları, daha daha önceki günlerde sağ-sol çatışmaları gibi gündemler oluşturup, ülkemdeki kaos ortamından faydalanıp, Erk’i ellerinde tutarak güçlerine güç kattılar. Ve bunları yaparlarken ülkemin geleceğini ve ülkemin menfaatini ne yazık ki, gözetmediler.

Dün nasıl ki; "Laik Eğitimli Orta Sınıf"a dahil olan sınıf, aslında laiklik kisvesi adı altında "Kapitalist Elit Tabakanın Para Oyunu"na alet olduklarının farkına bile varamadan, "Kapitalist Elit Tabaka"nın varlığını ve sömürüsünü sürdürebilme ve "Erk"i kaybetmeme oyununa alet oldularsa, bugün de hassasiyetleri kaşınarak oluşturulacak bir sınıfın bu “Kürt Sorunu”nun çözülmesini istemeyecek olan “Kapitalist Elit Tabaka”nın oyununa alet olacağını düşünüyorum.

Bu hassasiyetler kaşınmaya başladı bile. Bu görevi, muhalefet partilerin liderleri üstlenmiş durumda üstelik. Ne demiş Sayın Bahçeli Antalya il kongresinde yaptığı konuşmada bir bakalım; “Sayın Başbakanı uyarıyorum, vazgeç bu Avrupa sevdasından, vazgeç bu PKK yandaşlığından, vazgeç bu Türkiye’de demokratik açılım la etnik bölünmeye çanak tutmaktan. Türkiye’nin bir böleni olarak tarihe geçmene fırsat verme. MHP bu konuda hiçbir çözümü kabul etmiyor, açıkça ifade ediyorum. Bunu çözüm olarak kabul etmiyoruz, Türkiye’nin yıkım projesi olarak görüyoruz. Bin yıllık kardeşliğimizin bozulması olarak görüyoruz”. Üstelik Sayın Baykal’da aynı minvalde açıklamalarını basından hep birlikte dinliyor ve okuyoruz.

Kardeşlik; açıklanmaya ve üzerine konuşulmaya çokça muhtaç bir kelime. Geçenlerde bir arkadaşımız bir blog yazmıştı. Okurken içim acımıştı, üzülmüştüm, paramparça olmuştum. Yorum yazarak duygularımı dahi dile getirmekten imtina ettim. Sen, o coğrafyada doğmuş olabilirsin fakat bizler kardeşiz, seni kardeşim gibi seviyorum diyemedim. Çünkü; başta siyasiler olmak üzere bu ülkede o kadar çok kişi önce biz kardeşiz deyip sonra da kardeşlerini unuttu ki. Kardeş kelimesinin bu kadar içinin boşaltılmış olmasıdır beni bir yorum yazmaktan alıkoyan. Ve öyle değil kardeşim aslında seni ve sizi sevenler ve sizleri biz olarak görenler var diyemedim.

Sorunun adını doğru koymalıyız. Sorun bir Kürt-Türk sorunudur. Terör sorunu değildir. Türkiye’nin reel bir terör sorunu vardır. Türkiye’nin reel bir Kürt-Türk sorunu da vardır. Fakat Kürt-Türk sorunu PKK Terör sorunu ile aynı kefeye koymak hatanın en büyüğü olacaktır. Birbirlerinden etkilenmiş ve beslenmiş olmaları iki tanımlamanın da aynı sonuru ifade ettiği anlamına gelmemelidir.

Unutmamak gerekir ki; demokratik gelişmeler terörü doğurmaz ancak sonlandırır. Bakın; “Ergenekon davası Türkiye için tarihi bir fırsattır. Geç de olsa Ergenekon tasfiye sürecine girmiştir. Bugün Ergenekon belli ölçülerde kontrol altına alındığı için Kürt sorunu da çözüm bağlamında konuşulur bir zemin yakalamıştır. Sorunlar nasıl birbirlerini etkiliyorsa, çözümlerde birbirini etkiliyor. İyi şeyler olacak, iktidar kararlı, devlet çözüme ikna oldu” diyor Eski Cizre Belediye Başkanı ve Milletvekili Haşim Haşimi ve “Ergenekoncular Kürt meselesini tepe tepe kullandı” diye de ekliyor.

Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; da katıldığı bir programda; “Bu açılımı, bu yeni çalışmayı, sadece bir gruba yönelik bir açılım gibi düşünmemek lazım. Tarihi bir bütünleşme olarak görmek lazım. Dışarıdan birileri et ve tırnak gibi birbirine geçmiş bütünleşmiş toplumu düşman etmek isteyebilirler. İçeriden bazıları hissi davranıp, o hissi ortamın içinde böyle bir psikolojik gerilimin parçası olabilirler. Fakat devlet adamlarının, aydınların her şeyden önce bu bütünlüğü koruma ve mevcut sorunları çözme gibi bir sorumlulukları vardır” diyor.

Şuan ülkemiz ne ile yönetiliyor, tabi ki 1982 Anayasası ile.

Peki bu anayasa meşruiyetini nereden alıyor, 12 Eylül 1982 darbesinden.

Peki bir darbe anayasası ile demokrasi ve demokratik açılımlar yapılabilir mi?

Tabi ki, HAYIR...

Bir e-muhtıra sonrası, bu e-muhtıraya tepki gösterenlerle birlikte %47 oy almış bir hükümet vardı, yeni bir anayasa dedi, umutla bekledik, durdular, tekrardan yeni bir anayasa dediler, yeniden umutlandık, durdular, yeniden yeni bir anayasa dediler biz tekrardan umutlandık. Sonuç; Meşruiyetini "Birey Odaklı Gerçek Demokrasi"den alacak olan yeni bir anayasa ile taşların tam anlamıyla yerli yerine oturacağına, ülkemiz gündeminde var olan sorunların çözümüne temel katkı sağlayacağına inanıyorum.

Yakın geçmişte biz mütedeyyin insanlar “öteki” muamelesi görmüş, haksızlığa, zulme ve zorluklara maruz kalmış olabiliriz. Bizlerin bunlara muhatap olmamız, bizleri Hakk’ı söylemekten ve doğrudan yana olmaktan alıkoymamalıdır.

Sorunları ile yüzleşmiş ve çözmüş, daha "ÖZGÜR" ve daha "YAŞANABİLİR" bir ülke temennisiyle.

Sağlıcakla Kalın...

 
Toplam blog
: 108
: 2366
Kayıt tarihi
: 05.04.08
 
 

1972 Haziranında  Eskişehir'de doğdum. Edirne'de ikamet ediyorum. Duygu ve düşüncelerimi yazıya d..