Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '12

 
Kategori
Siyaset
 

Kürt sorunu söyleminin açmazları

Her şeyden önce “Kürt Sorunu” söylemi, sorunun kendisinin Kürtler olduğu anlamına gelir. “Kürt  Sorunu” , müştekilerin değil, aslında, kim saldırgan ve mütecaviz ise onun kullanması gereken bir tabirdir. Yani Kürtleri “sorun” olarak kabul edenlerin kullanması gereken bir tabirdir. 

Türkiye’de Türk Milleti, Kürt’leri kendine rakip veya denk ayrı bir millet/ulus olarak görmez. Türk toplumu, Kürtleri, Kazaklar, Kırgızlar,  Tatarlar vs  bir  millî cüz olarak görür. Bundan dolayıdır ki herhangi bir Türk için “Kürt” demek, Türk’ün içindeki şubelerden biri anlamına gelir.

Bunu nereden anlıyoruz?  Irkçı terör ve onun yardakçılarının bütün ahlâk ve insanlık dışı tahriklerine ve tecavüzlerine rağmen Türk Milleti’nin hiçbir protestosunun “Kürt” adına yönelmemesinden anlıyoruz. Türk toplumunun protesto ettiği şey, terördür, ahlâksızlıktır, şiddettir, gasptır, ihanettir. Türk Milleti için “kötülük”  insanın kendi bünyesinde, ırkında olan bir şey değildir. Türk Milleti, kötülüğü insanın eylemlerinde görür… Bundan dolayıdır ki her şehit cenazesinde, bağrı ne kadar yansa da  “Kürt sorunu yok, terör sorunu var!” diye pankart açar. Bundan dolayıdır ki “Kürtler yaşamı cehenneme çevirecek!” diyerek bütün Kürtleri saldırgan insanlarmış  gibi gösteren hainlere dahi asla onların eylemleri ile mukabele etmemiştir.

Kürtlerin iktidar istediği söyleniyor. Güzel…

Kürtler bizim haberimiz olmadan ayrı bir millet olmuşlarsa eğer, bu devletin kuruluşunda yerleri olmamalıydı. Onların ayrı bir millet olup olmadıklarına karar verecek olan da onları asırlardır kollayıp gözeten ve kendi aile yapısına dahil etmiş olan  Türk Milletidir. Bugün Ortadoğu’da ne Araplar ne Farslar, Kürtleri kendi milletlerine dahil ederler. Ne bir Arap ne de bir Fars, Kürtleri “kardeş” kabul eder…  Kürt toplumunu, kendi kanından ve canından sayan tek ulus Türklerdir.

Bunu neden belirttik?

Eğer Kürtler bizden değillerse, ya bizim ülkemizi işgal eden veya bizim, ülkelerini işgal ettiğimiz yabancılar olmalıdırlar. Etnik ırkçılar ikinci seçeneği  dayatmaktadırlar. “İşgalci TC Kürdistan’dan defol!” pankartı bunun delilidir.

Eğer böyle ise arada  resmen düşmanlık var demektir. Bu durumda ırklarına, dillerine bakılmaksızın, ay yıldızlı nüfus cüzdanıyla ev alıp satan, hastaneye giden, okuyan, çalışan insanların bir kısmı bizim düşmanımız demektir. Mesele şudur: Hiçbir işgalci, işgal ettiği toprağın yerlisini kendisine denk saymaz ve onu eşit haklardan yararlandırmaz! Eğer biz kendimizi işgalci olarak görseydik işgal ettiğimiz toprakların insanlarını kesinlikle kısıtlardık. Bu öyle  Kürtçe kaset yasağına falan da benzemezdi. Bir işgalci, kendisine potansiyel düşman olarak gördüğü herkesin günlük hayat ayırt edilebilir olmasını ister ve insanları da buna zorlar. “Kabul etmemek”, “ötekileştirmek” işgalcinin tavrıdır.

Bugün Türkiye’de durum böyle midir? Tapu dairesine giden bir insanın etnik kökenine  göre muamele görmesi diye bir durum var mıdır? Üniversiteye girişlerde  “Irkınız” diye bir  bölüm var mıdır? Hastanede farklı ırklara göre odalar mı ayrılmıştır? Otobüslerde ırkını belli etmek mecburiyeti mi vardır?

Peki sürekli barış ve kardeşlikten bahsettikten sonra yaşamı cehenneme çevireceklerini söyleyenler ne istiyor? Irkı ayrı olan ve Kürt olduğunu söyleyenlerin Kürt’lere özgü ve ayrı bir şekilde günlük hayatta yer almasını…Yani Kürtlerin bir zamanların ABD'sindeki gibi zencileştirilmesini... Ayırt edilebilir hale getirilmelerini... Bu ne anlama gelir? Bu, insanların kendilerini ifade etmek hürriyetini tanımak değil,  onları, kendilerini açıklamaya zorlamak anlamına gelir. 

Bugün, bir zamanlar Nazi'lerin Yahudi'lere uyguladığı,  sarı yıldızlı kıyafet ayrımcılığının benzerini  Kürtler için savunanlar, bölücü örgüt mensupları ve yandaşlarından başkası değildir. İnsanların,  mensubiyetlerinin toplumda bir sorun haline getirilmesi, uluslaşmanın değil, kabileciliğin arzusudur. Böylece kabileler kendi varlıklarını kabul ettireceklerini sanırlar ama bütün yapabilecekleri derin bir yabancılaşmayı, ve kendi bilinçlerindeki kompleksi topluma dayatmak olacaktır.

Eğer biz işgalci olsaydık tam da onların talep ettiklerini yapardık. Mesele şudur ki bu gün kendisinden utanılması gereken ve adına ırkçılık, ırk ayrımcılığı denen ahlâk dışılığı  asıl savunanlar,  Kürt adı ile camileri bile ayırmaya kalkan adamlardır.

Demek ki biz kimsenin yurdunu işgal etmiş değiliz.

Eğer  “Kürt Sorunu”, bir Kürt işgali anlamına geliyorsa… O zaman ırksal kökenleri Kürt olup da etnik ırkçılara göre bizden olmayanların, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ne işleri vardır? Biz Kürtleri “ayrı” ve işgalci saysaydık acaba meclisimizi onlara açar mıydık?

Eğer etnik ırkçı terör, birilerinin iddia ettiği gibi  bir ihanet değil de isyansa bu, zaten etnik ırkçıların bizi ne millet ne de kardeş olarak saydığı, tanıdığı anlamına gelir. “İhanet”  mensubiyeti paylaşmakla ilgilidir. Birbirine düşman olanların, birbirlerine  ihanetlerinden bahsedilmez. Eğer Kürt toplumu içinden birileri, bizi saymıyor ve bize karşı isyan ediyorsa belki artık “yabancı olduğu için” ihanet etmemiştir ama “bizden olmak” hakkını da kaybetmiştir.  Bu durumda, sözde isyancıların, zaten Türk vatanının herhangi bir nimetinden ve hakkından yararlandırılmaları söz konusu edilemez. Onlar için tek akıbet,  kullandıkları şiddet silahıyla karşılanmak ve yok edilmek olacaktır.

“Kürt Sorunu” diyerek Kürt toplumunu aşağılayan bir söylemin çarpıklığı, burada açıkça görülmektedir. Kürt Sorunu diye  etnik-ırka dayalı, dile dayalı bir sorunumuz yoktur. Çünkü Türk Milleti olarak biz,  dil ve ırk  farkını herhangi bir sorunsal olarak kabul etmeyiz.

Asıl sorun, “sorunu” kimin belirleyeceğidir. Burada etnik ırkçılar sorunu kendilerinin belirlemek istemekte ve fakat başaramamaktadırlar. Sorunu belirlemek ve tanımlamak Türk Milleti’nin yetkisindedir. Bu, onun meşru  egemenlik hakkından kaynaklanır.

Bundan dolayıdır ki adına “Kürt Sorunu” denerek tartışılması zorlaştırılan etnik ırkçı terör ve siyaset fırsatçılığı emellerine ulaşamamaktadır. Çünkü Türk Milleti  gerçekten  onların “sorun bağlamını” olduğu gibi ve onların dediğince kabul edecek olsaydı, ülke çoktan bir iç savaşa sürüklenirdi. Bugün Türkiye’nin hâlâ bir  ve beraber durmasını sağlayan şey tam da adına Kürt Sorunu denen etnik ırkçılık sorununun Türk Milleti’nin kavram dağarcığında, havsalasında ve terbiyesinde herhangi bir yerinin olmamasıdır. Türk Milleti, sorunu belirleme yetkisini, silâhlı tehditlere rağmen devretmeyerek hakkın ve hukukun zorbalıkla silinemeyeceğini göstermektedir. İşte ırkçı bir fesadın maya tutmamasının en büyük sebebi Türk Milleti’nin derin ve köklü uluslaşma serüvenidir.

Türk Ulusu temeli kurallaşma ve kurumlaşma olan büyük bir toplumdur ve bu büyük, kavrayıcı yapısını, kavimsel, kabilesel tarafgirliğin ilkelliğine feda etmeyeceğini, etnik ırkçılara göstermiştir, göstermektedir. Sorun, bir ırkın ne yapacağı değil, medeniyet paradigmamız yerine kabile bağlılığının yerleştirilip yerleştirilmeyeceğidir.

Bu yüzden uluslaşmanın en güzel ifade edildiği,  Mustafa Kemal’in vecizesini her zaman, her yerde haykırarak bitirelim:

Ne mutlu Türküm diyene!

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....