Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '07

 
Kategori
Blog
 

Kürtaj ve yeri gelmişken “kelek” bloglar

Kürtaj ve yeri gelmişken “kelek” bloglar
 

Milliyet Blog’dan gelen “Milliyet Blog okurları en iyileri seçiyor” başlıklı iletiyi gördüğümde pek bir şey hissetmedim. “Herhalde Blog yönetimi kendince Milliyet Blog’a renk ve kalite getirmek için bir tasarı geliştirmiş; bakalım nasıl uygulanacak, kriterler sağlıklı belirlenebilecek mi?” diye düşündüm ve 2 Temmuz gününü beklemeye başladım. Derken geçen Cuma gününden itibaren birçok arkadaş bu konuda yazmaya başladı. Yazanların çoğunun “yarışmama” fikrinde olduğu ortadaydı. Bense madem ortada iyiniyetle hazırlanmış bir tasarı var önce bir uygulanmasını görmek daha iyi olur fikrindeydim. Bunu blogda yazmadım ama çeşitli ortamlarda (msn, telefon, mail) görüştüğüm blog yazarı arkadaşlara söyledim. Açıkçası bana temelden muhalif olunacak derecede yanlış bir proje gibi gelmemişti. İstemeyen yazılarının yarışma değerlendirmesi dışında kalmasını talep edebilirdi. Sanırım buna bir engel de yoktu. Hatta ben de bir - iki gün gidişe ve uygulamaya bakıp bu yolu seçmeyi düşünüyordum.

Olmadı. Yarışma projesi iptal edildi. Yani bir anlamda daha ana rahmine düştüğünde “yarışma” adı konan bebeğe kürtaj yapıldı. Dünyaya gelmesine izin verilse hayırlı bir çocuk mu, yoksa ortalığı kasıp kavuran canavar ruhlu bir suç makinesi mi olacaktı hiç öğrenemeyeceğiz artık. Yarışmaktan ben de pek hoşlanmam ama yarışma fikrine temelden karşı değilim. Bana göre yarışmanın kendisi değil, kaybetmeyi bilememek sorun oluşturuyor her alanda; bu futbolda da böyle, tavlada da uzun eşek oynamakta da aşkta da… Bir yarışa girmek zorunda kalırsam da kaybetmekten gocunmam. Kendimi acıya dayanabilecek kadar güçlü ama başkasına verdiğim acıya katlanamayacak derecede de zayıf gördüğümdendir belki.

Neyse, umarım sonuç hayırlı olmuştur Milliyet Blog için. Bu vesileyle asıl değinmek istediğim konuya geleyim: Şimdi yarışma fikrine karşı çıkıp projenin rafa kaldırılmasını sağladık ama burada alttan alta büyük bir yarış sürüp gidiyor aslında. Moda deyimle “tık” yarışı, hit yarışı, en aktif, en çok okunan olma yarışı. Hatta bazı blogcular kendi kendileriyle yarışmaya başladılar artık. Mesela bakıp soruyor kendi kendine en aktif arkadaşlarımız: “Dün kaç blog girmişim?” “Yedi!”, “O zaman bugün en az sekiz blog girmeliyim!” deyip başlıyor blogları döşenmeye.

Yav yazık arkadaş, verdiğin emeğe, yaktığın elektriğe, döktüğün göznuruna. Bize acımıyorsan kendine acı! Bilenler bilir, bu konu benim eskiden beri Milliyet Blog’un en çok yakındığım uygulamasıdır. O kadar ki artık benim için kadim “ne olacak bu memleketin hali?” sorusu yerini “ne olacak bu blog enflasyonunun sonu” sorusuna bırakmıştır! Bir kişinin bir günde sınırsız sayıda blog girebilmesinin yarattığı sorunlara geçmişte çoğumuz değindik şimdi bunlara yeniden girmek istemiyorum. Sadece o çok aktif arkadaşlara şunu hatırlatayım: Blog anasayfasını herkesin kendi ürünlerini sergileyebilmesi için oluşturulmuş ücretsiz bir vitrin olarak düşünün. O vitrinde burada yazan herkesin bir süreliğine yer alma hakkı vardır. Sonuçta hepimiz yazdıklarımızın başkaları tarafından okunması için buradayız biraz da, aksi halde buraya üye olmaz yazdıklarımızı defterlerimizde, bilgisayarlarımızda saklardık. Siz bir günde 17 blog girerseniz (evet bir günde 17 blog giren de var! bu yazıyı okursa bilir kendini) yarattığınız enflasyon bir yana başkalarının haklarını da gasp etmiş olursunuz. Bilinen bir şeydir ki, buradaki yazıların okunma şansı yayımlandığında anasafyada kalma süresiyle orantılı biraz da. Tekrarlana tekrarlana suyu çıkmış şeyleri ya da aklına esen her ıvır zıvırı blog diye yazıp gönderirsen hem lüzumsuz bir iş yapmış olursun hem de bencilce davranmış olursun. Blog yönetimi buna çare mi bulamıyor, yoksa bulmak mı istemiyor bilmiyorum ama ben bunun doğru bir uygulama olmadığını hep söyledim, söyleyeceğim. Birçok arkadaşın sırf bu uygulama yüzünden Blogdan soğuyup yazmaktan vazgeçtiğini biliyorum.

Günde aralıksız birkaç blog girenleri anlamaya çalışıyorum bazen. Hadi arada bir olur belki iki üç blog girme gereği duyarsın ama Allahın her günü beş - altı blog yayınlamaktaki maksat nedir? Acaba bu arkadaşlar kesmece karpuz satan manav mı sanıyorlar kendilerini? Yani “bir blog girerim o okunmazsa ikinciyi, o da okunmazsa üçüncüyü, dördüncüyü, beşinciyi, altıncıyı... Nasılsa birinden birini tutturur okuturum” diye mi düşünüyorlar? İlyas Salman’ın başrolde oynadığı bir filmde vardı böyle bir sahne: Salman, kesmece karpuz satıyor ama kabzımalın kendisini kazıklayıp kelek karpuz verdiğinden haberi yok. Müşteri “iyi mi karpuz, kes öyleyse bir tane, ama ham çıkarsa almam ha” diyor o da şu olgundur, bu kırmızıdır derken tezgâhtaki bütün karpuzları bıçaklayıp hepsinin de ham olduğunu görünce farkına varıyordu ancak kabzımaldan yediği kazığın. Bizim günde yedi sekiz blog giren hızlı blogcularımız da sattıkları karpuzların kelek olduğunu mu görüyorlar acaba? Kestikleri ham çıktıkça bir yenisine mi uzanıyorlar yoksa?

Sözü daha fazla uzatmadan söyleyeyim: ben bir okur olarak adı her an Blogun her yerinde karşıma çıkan kişinin yazısını dünya edebiyat tarihine geçecek kalitede olsa dahi okumam. Çünkü herşeyden önce o kişinin samimiyetine inanmam; bencilliğin ne gibi biçimler altında tezahür edebileceğini kavrayacak bilinçten yoksun kişinin aklı başında bir okura verebileceği bir şey de olamaz zaten.

Not: Bu da benim bugün kestiğim ikinci karpuz! İlkinin ham olduğuna inandığımdan değil, zorunluluktan; affedin…
 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..