Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Şubat '09

 
Kategori
Siyaset
 

Kürtler Mezopotamya'da yayılırken... (VII) / ''3000'e Doğru''

Kürtler Mezopotamya'da yayılırken... (VII) / ''3000'e Doğru''
 

Seyyid Rıza, Dersim, Ağustos,1937... Sol tarafında oğlu Teslim,sağ tarafında damadı Efendi'yle...


Atatürk, çoğu görüşlerini paylaştığı, İngiliz bilim insanı , tarihçi Herbert George Wells'in, ''The Outline of History'' adlı çalışmasına özel bir önem vermiş, Söylev'in 521. sayfasında bu çalışmaya ciddi bir göndermede bulunmuştu!..
1927 yılının Ekim ayında yapılan, Cumhuriyet Halk Partisi kongresinde söylediği nutkunda, şöyle diyordu: 

''Baylar. İngiliz tarihçilerinden Wells, iki yıl önce bir tarih kitabı yayınladı. Bu kitabın son sayfalarında, ''Dünya Tarihinin Gelecek Evresi'' başlığı altında bir takım düşünceler vardır. Bunlar Birleşik bir Dünya Devleti kurmak konusuyla ilgilidir. 

Wellls bu bölümde, birleşik bir dünya devletinin nasıl kurulabileceğini ve böyle bir devletin önemli ayırıcı niteliklerinin neler olacağı üzerindeki düşüncelerini ortaya atıyor; adaletin ve tek bir yasanın buyruğu altında dünyamızın alacağı durumu canlandırmaya çalışıyor. 

Wells, 'bütün egemenlikler tek bir egemenlik içinde eritilmezse, ulusların üstünde bir kuvvet yaratılmazsa dünya yok olacaktır' diyor. Ve şu düşünceleri ileri sürüyor: ' Gerçek devlet, çağımız ileri yaşama koşullarının zorunlu kıldığı, Birleşik Dünya Devletinden'den başka bir şey olamaz. Kuşku yoktur ki, insanlar kendi yarattıkları şeylerin altında ezilmek istemezlerse ergeç birleşmek zorunda kalacaklardır' diyor. Ayrıca, insanlığın dayanışması ile ilgili büyük düşün gerçekleşebilmesi için ne yapmak neyin önüne geçmek gerekeceğinin doğru olarak bilinmediğini; saldırgan bir dış siyasa geleneği olan devletleri, bir dünya birleşik devletinin güçlüklerle temsil edilebileceğini ileri sürüyor. Wells'in düşüncelerini de burada anmak isterim: Avrupa ve Asya'nın artan gereksemeleri ve uğradıkları yıkımlar, belki dünyanın bu iki parçasındaki ulusların bir ölçüde birleşmelerine yarayacaktır. Olabilir ki, dünya ölçüsünde bu birleşmeye gidilmeden önce, bir sıra bölgesel birleşmeler yapılır.'' 

'' Baylar, bütün insanlığın, görgü, bilgi ve düşünüşte olgunlaşması, Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden vazgeçerek, yalınlaştırılmış ve herkes için anlaşılacak bir duruma getirilmiş katkısız ve lekesiz bir dünya dininin kurulması ve insanların şimdiye değin, kavgalar, pislikler, kaba istek ve eğilimleri arasında bir bataklıkta yaşadıklarını kabul ederek, bütün gövdeleri ve usları ağulayan kötülük etmenlerini ortadan kaldırmaya karar vermesi gibi koşulların gerçekleştirilmesini gerektiren Birleşik Dünya Devleti kurma düşünün, tatlı bir düş olduğunu yadsıyacak değiliz.'' 

O günlerde Britanya'nın denetimindeki Mısır ve Suudi Arabistan'daki , İslam Birliği kurulması yolunda görüşlere karşı, Atatürk sözlerine şöyle devam ediyordu: 

''Türkiye'ye tebelleş olmamaları koşuluyla halifecilerin Müslüman Birliği kurmak isteyenlerin gönüllerini hoş etmek için bizde de az çok buna yakın bir kuram ortaya atılmıştı. Ortaya atılan kuram şu idi: Avrupa'da, Asya'da, Afrika'da ve dünyanın başka yerlerinde yaşayan Müslüman toplulukları, gelecekte herhangi bir gün , kendi başlarına buyruk bir duruma gelirlerse ve o zaman gerekli ve yararlı görürlerse, çağın koşullarına uygun nitelikte bir takım uzlaşma ve birleşme ilkeleri bulabilirler. Elbette her devletin, her topluluğun birbirinden alacağı ve sağlayacağı şeyler bulunacaktır. Karşılıklı çıkarları olacaktır. Tasarlanan bu Müslüman bağımsız devletin yetkilileri bir araya gelip bir, Kongre' yapacaklar; böylece falan falan Müslüman devletler arasında şu ya da bu ilişkiler kurulacaktır. Bu ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için, ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir meclis kurulacaktır. Bu Meclisin başkanı, 'Birleşmiş Müslüman devletleri temsil edecektir' diye bir karar alınırsa, işte o zaman istenirse, o 'Birleşik Müslüman Devleti'ne 'Halifelik', başkanlığa seçilecek kişiye de , 'Halife' adı verilir. Yoksa herhangi bir Müslüman devletin bir kişiye bütün Müslümanlık dünyası işlerini yönetip, yürütme yetkisi vermesi, akıl ve mantığın hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir!...'' 

Şeyh Said 1925 yılının Ocak ayı içinde, Şubat ayında isyana katılacak Kürt liderleriyle yaptığı konuşmada, şu fetvayı veriyordu: '' Bizler ve Türkleri birbirine bağlayan sadece din kalmıştı!... Türk Hükümeti dini de kaldırdı ve artık bizi birbirimize bağlayan hiçbir şey kalmadı!...'' Atatürk'de, ''En doğru, en hakiki tarikat, medeniyetler tarikatıdır!...'' diyordu. 

O günlerin siyasi ve toplumsal ortamında söylenenler bu gün de geçerli miydi?... Bu topraklarda yüzlerce yıldır sürdürülen ve aynı zihniyetle, Osmanlı'dan Cumhuriyet hükümetlerine devredilen tehcir politikası sonunda; Rumeli, İç Anadolu, Teke Yarımadası, Ege ve de Akdeniz kıyılarına tehcir edilen Kürtler ve Zazalar, olası Kürt Ulus devletinin kurulacağı Doğu Anadolu'ya geri mi döneceklerdi!... Bu hakikata uygun muydu ve de mümkün müydü?... Örneğin; en iyimser hayalle, günümüzde, bir sabah evinin kapısına eşyalarını Doğu'ya taşıyacak, bir yük kamyonunun geldiğini gören, Çorlu'da fabrikası, İstanbul'da evi, Bodrum'da yazlığı, Mazgirt'te de bir köy evi olan, çocukları başka kültürlerden insanlarla yeni hayatlar kurmuş; Trakyalı bir Türk, bir Boşnak, bir Arnavut, ya da bir Çerkez'le evlenmiş ve ayrılıkçı hareketi de duygusal bir şekilde kalben ve gerektiğinde madden destekleyen Kürt ya da Zaza kökenli bir insan olsaydınız; o anda, ne düşünürdünüz, ne yapardınız?... 

Atatürk, 1930 yıllarında Avrupa'da kimi siyasi liderlerin ''Irkçılık ve ''üstün ırk'' kavramlarını, devlet başkanı olarak yürüttükleri bir siyasaya dönüşmesini ciddi bir şekilde izlemiş ve kendi gerçeğinde yorumlayabilmek için, zamanın kuramcı ve düşünürlerinden, başta J.A.Gobineau olmak üzere, E.Pittard ve A.C. Haddon'nun yapıtları üzerinde çalışmıştır!... Ayrıca ''Doğu Sorunu''ile ilgili de, başta Karl Marx olmak üzere , Albert Sorel, Pasha Sadyk, Edouard Driault, Tollemache Sinclair ve Max Sılberschimidt 'in ünlü yapıtlarıyla birlikte bu konuda, yüz civarında çalışmayı gözden geçirdiği söylenir!... 

İmparatorluk döneminde yüzlerce yıl Ocaklık, yurtluk olarak, özerk sayılacak bir şekilde yönetimsel yapıya sahip olan Dersim halkları da, Tanzimat sonrası , yaşadıkları bölgenin güneydoğusunda ve güneyinde, Bedirhanlıların görüp yaşadıkları, merkezileştirilme sürecine alındılar... Ve bu bölgede bağımsız, hiçbir mecburiyete bağlı olmadan bu güne kadar özgürce yaşamış olan aşiretler de doğal olarak, bu batı eksenli bu yeni süreçten memnun kalmadılar!... Tanzimat'tan, Sevr'e (!) kadar olan yetmiş yıl içinde, küçüklerini saymazsak yalnız bu bölgede sekiz büyük isyan çıkardılar!... 

Ziya Gökalp'le kurtuluş sürecinde, Kürtler ve Kürt aşiretleriyle ilgili çalışmaların bir rapor halinde Mustafa Kemal Paşa'ya sunulmasıyla başlayan bu bölgeyi raporlama süreci, asker-sivil bürokratların Atatürk'ün ölümüne kadar , ona verilen birçok raporla devam etti!... Bu raporlar; Diyarbakır valisinden, umumi müfettişlere, Dışişleri Bakanı Şükrü Kaya'dan, Ekonomi Bakanı Celal Bayar'a ve Umum Müfettiş Abidin Özmen'in ''Şark Meselesi'' raporundan Başvekil İsmet İnönü'nün (!) raporuna kadar da devam edecektir!... 

Dışişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın, soruna ve olaylara nasıl yaklaşıldığına ışık tutacak raporunun , İnönü'ye sunulan , tarafımızca müdahale edilmemiş, tam orjinal metni aşağıdadır: 

''... 

T.C. 

Dahiliye Vekaleti
Hususi Kalem Müdürlüğü 

Yazıldığı yer : Elâziz Kaleme geldiği 19/11/931 

Tarihi : 18/11/931 Açıldığı 19/11/931 

Numarası : 32 

Dahiliye Vekaletine 

Başvekil paşa hazretlerine arzolunacaktır. 

Arapkir hususiyle Kemaliye’nin Dersin Kazalarına civar halkının Dersim’lilerden çektiklerini dinledikten ve gördükten sonra Dersim meselesiyle yakından alakadar olmamak mümkün deyildi. Elâziz’e avdette Umumi Müfettiş ve Vali beyfendilerle Kâzım, Kenan ve Osman paşalarla birlikte Çemişkezek, Hozat, Pertek ve Mazgirt kazalarına gidildi. Siirt mebusu Mahmut Bey’de refakat lutfunda bulundular. Dersim’i daha iyi görebilmek için ovacık ve Nazimiye’ye ve dersim’lilerin tecavüz ve taarruzlarının zararlarını iyice anlayabilmek için de Kigi, Kemah ve Erzincan’a hatta Kangal’a kadar gitmek lazımdı. Vakıt ve mevsimin buna müsait olmaması 

… noksanın idare rüesasından aldığım malumatla ikmaline çalıştım. 

Bu havali ve buraların hali zati devletlerinin tamamiyle malumudur. Yalınız maruzatıma bir mukaddime olmak üzere arzetmek istediğim keyfiyet artık Dersim meselesinin kat’i surette hallinin devletçe, milletçe ve bilhassa hükümetçe tehiri caiz olmayan muzur, tehlikeli ve zaman geçtikçe hali müşkilleşecek ve zararı artacak bir vaziyet almış olmasıdır. 

Dersim’i ihata eden kazaların yüz elli bin nufusluk halkı Dersim’lilerin mütevali ve mütemadi taarruz ve tecavüzlerinden gittikçe daha ziyade mutazarrır olmaktadırlar. Dersim’e yakın olan muhitlerin kazanç ve hayatları Dersim’lilerin ayakları altında her gün çiğnenmektedir. Toplu, büyük çetelerin köy basması suretiyle götürmesi, mukavemet edenleri öldürmesi, yollar kesmesi son aylarda âdî vakalar sırasına geçmiştir. Dersime’ yakın yerlerdeki halk malından, canından emin olmadıkları gibi manevi cesaret ve mukavemetlerini de kaybetmiş bulunuyorlar. Bu yakın çenberin, harici muhiti de cezasız kalan ve bu vakaların tesiri altında ziraat ve ticaret noktasından maddeten mutazarrır ve asayişsizlik yüzünden manen muztariptirler. 

Dahiliye Vekaletine 

II 

Dersim’in içinin arzettiği manzara bundan daha az acı ve acıklı deyildir. Bir defa Dersim’in Çemizkezek, Pertek, Mazgirt ve Hozat kazalarındaki umumiyetle Türkler ve aşiret hayatını terk ederek silahları alınan çiftçiler tamamiyle Dersim’lilerin nufuz ve tehditi altındadırlar. 

Devlet’e asker ve vergi veren bu halk canını ve malını korumak için garp ve şimal aşiyretlerine vergi vermek mecburiyetinde oldukları gibi her gün de soyulmak ve öldürülmek tehlikesindedirler. Soyulan pek çoktur. Öldürülenler de vardır. Köyünden tarlasına gidemiyen ve yahut şehre iltica eden köylüler pek çoktur. Dersim’in mütecaviz ve mütearrız aşiyretleri de birbirlerine karşı hasım ve küskün bir vaziyettedirler. Aralarında müsademe, mukatele ve hırsızlık daimîdir. Dahilde hükümet ve teşkilatı, zabıtası, mahkemesi bir heyûladan ibarettir. Bu makanizma hükmünü ancak silahsız ve muti halk üzerinde müessir olabildiğinden nufuz ve saltasını bunlar üzerinde yürütmektedir. Dağdaki şakilere ve aşiyletlere karşı hiçbir emrini ve hükmünü infaz edememektedir. Makûs bir netiyce olarak hükümet halk nazarında aşiyretlerin ve onların ağalarının nufuzunu arttırmaktadır. 

Dersim’in içi muntazam hükümet teşkilatına rağmen temamiyle anarşiktir. Dıştan görünüşü silahlı, teşkilatlı hırsızlar yatağı ve ocağı olmasıdır. Bu ocak gün geçtikçe kızışmakta ve etrafını yakmaktadır. Acil ve kat’i tedbir alınarak bu ocak kat’i surette söndürülmezse ateş günden güne sirayetini arttıracaktır. Yakın zamanlarda
hasıl olacak netiyce etraftaki halkın gasp ve istismar sahalarının tabi oldukları ağaların hükmü nüfuzuna girerek köle olmakla ve yahut bir çoklarının hazırlandığı gibi evlerini terk etmekle Dersim’lilerin nüfuz ve tecavüz hudutlarının artması ve yahut ta silah tedarik ederek daha gerilerdeki silahsız ve muti halka musallat olarak Dersim sisteminin genişlemesi olacaktır. 

Dahiliye Vekaletine 

III 

Dersim’de seyit Rıza ile, Haydaranlı rüesasından başka ağalarla ve Seyit Rıza’nın oğlu ile görüştüm. Hepsinin vaz’ı tavru mutidir. İlticakârdır. Hükûmetten ancak teveccüh ve himaye beklemektedirler. Cehalet, fakirlik, arazi ve maişet darlığı bazı aşiyret efradını şuraya buraya tecavüze sevk ediyor. Cumhuriyet hükümetinin bunları tecziye edeceği muhakkaktır. Kendileri işleri ve güçleriyle meşgul oldukları halde bazı müfsitler kendilerini hükümet nazarında müttehim gösteriyorlar. Bundan çok Muztariptirler. Kendileri Türk’türler. Ve Cumhuriyetçidirler. Bazı Kürt’lerin hırsızlıklarını onlara atfetmek doğru deyildir. Eğer bazı katil ve hırsızlar aşiyretler arasına karışmış bulunuyorsa artık aşiyret hayatı kalktığı için hükümlerinin nafiz olmadığından ve sözleri geçmediğindendir. Hükümet istediği zaman onları yakalayabilir. Ve mağsubatı alıp sahiplerine verebilir. Kendileri ile ayrı, ayrı görüşüldüğü vakıt bütün fenalığı yapan, hasım olan aşiyret reisidir. Hükümet onun vücudunu kaldırırsa Dersim meselesi halledilir. Her birinin ayrı ayrı şikayette ittifak ettikleri şahıs Seyit Rıza ile Haydaranlı reisleri Kamer ve Hıdır ağalardır. 

Dahiliye Vekaletine 

IV

Seyit Rıza’nın günden güne nüfuz hükmünü arttırdığı meşhuttur. Yağma ve hırsızlıklardan en çok istifade ettiği ve hükümete en az ehemmiyet verdiği için diğer aşiyret ağaları zahirde onu tel’in etmekte, fakat hakikatta ona gıpta eylemekte ve gittikçe nüfuz ve tefevvukunu kerahetle kabul etmektedirler. Hariçtekilerle münasebetlerinden şüphe edilen ve Koçkiri’ye kadar nüfuzu şamil olan ve hariçteki katil ve hırsızları da himaye ederek silah kuvvetini ve adamlarını arttıran bu adam kat’i tedbir alınmazsa istikbalin Dersim için hazırlanmış bir şefidir. arz ettiği hal ve manzara şahıslardan ziyade bir sistem ve o sisteme karşı idaredeki ihmalin netiycesidir. Bu vaziyeti ihdas eden sistem aşiyret hayat ve ananesidir. Bu sistemi muzur ve tehlikeli yapan en müessir sebep ise aşiyretin silahlı olmasıdır. Silah mıktarı altmış ve bu kadar aşiyretin azlığına ve çokluğuna göre tahavvül etmek üzere ve kendilerinin de ayrı ayrı ifadelerine göre on sekiz, yirmi bin tahmin edilmektedir. Binaenlaeyh Dersim’in ıslahı ve içindeki ve bilhassa dışındaki halkın taarruzdan muhafazası ve aşiyret sisteminin de halli için her şeyden evvel Dersim’in silahtan tecridi ve Aşiyret reislerinin bu muhitten uzaklaştırılması lazımdır. 

Dahiliye Vekaletine 

V-VI 

Resmi ve şahsi malumat ve mutaleaların ve mahallesinde hasıl olan intibaların ve Dersim vak’aları ile yakından alakadar halk ile yapılan haspihallerin netiycesi bu hükümde müşterektir. Umumi Müfettiş bey, Vali bey Kazım paşa, Kenan paşa, Osman paşa, Mahmut bey ve diğer Vali ve Kaymakamlarla yaptığım ferdi ve müctemi müzakerelerin askeri, mali, idari, siyasi varit ve muhtemel her safhası mülahaza edilerek işin muhtelif cephelerden tetkikiyle istihsal edilen netiycede defeatle ve ittifakle bu esasa vasıl olunmuştur. Eskiden yapılan ve netiycesiz kalan hareketler daima göz önünde bulundurulmuş ve Dersim’in artık Türk idare tarihinde yaşamaması ciheti en esaslı hedef telakki olunmuştur. Avdetimde zati devletlerine vaki olacak maruzatım da bu esaslara müteferri olacaktır. Bu hususta şimdi tatbik teferruatından sarfınazarla hulasatan takdiri devletlerine arzedeceğim esaslar şunlardır: 

I. Dersim’in ıslahı acil ve zaruridir. Tehirinde devletçe zarar vardır. 

2. Islahın temini ve zararın tevkifi ve izalesi ve Dersim sisteminin halli ancak; 

B. Silahların toplanması, (Bu da müşkil ve külfetli olmayacaktır) 

C. Aşiret ağalarının ve ağa olabileceklerin Dersim’den uzaklaştırılması,  

D. Dersim’de topraksız ve ağaların esiyri köylülerin mahallen ve ya naklen topraklaştırılması,  

3. Bunların tatbiki askeri bir harekete mütevekkiftir. Bu Askeri harekettir memleketin müdafaa sistemini gevşetmemesi ve bilhassa şart ve cenupta tatbik edilen proğramı tehir etmemesi ve hazineye ağır bir yük tahmil etmemesiyle telif eylemek şarttır. Bu askeri hareketin devlet müdafaasını ihlal ve şark proğramını tavik etmiyecek surette tatbikinin mümkün olduğu askeri mutalela ve müzakerelerle anlaşılmıştır. Veçhi tatbiki bittabi tasvibi devletlerine arzolunacaktır. 

4. Bu hareketin 932 senesinin ilk müsait mevsiminde başlanmasında muvaffakiyet daha esaslı ve daha kolay olacağından ıslah keyfiyeti tasvibi devletlerine iktiran ettiği anda askeri ve idari istihzarata birden başlanır. 

5. Nakil, iskan ve diğer idari program da tasvibi devletlerine arzolunacaktır. 

6. Kışın yaklaşmış olmasına ve taarruz ve tecavüzlerin duracağı muhakkak olmasına rağmen Desim’lilerin taarruzuna uğrayan hariç muhitteki Türkleri önümüzdeki ilk baharla yazın ilk aylarının tecavüzlerine karşı mahfuz bulundurmak zaruridir. Bunun için de en müessir tedbir ve çare oralardaki sabit ve seyyar Jandarma kuvvetlerinin diğer yerlerden tasarruf edilerek takviyesi ve Türk köylülerinden bir kısmının silahlandırılması, Sansa boğazı, Kemah boğazı, Kemaliye ve Çemişkezek’te eskiden olduğu gibi icapeden askeri kuvvetlerin ikamesidir. Asker ikamesi keyfiyeti askeri harekât planına Tevfik edilmek mümkündür. Bu ve bunlara ait tatbikat ve teferruat maruzatı ayrıca takdim olunacaktır. Arzederim efendim. 

Dahiliye Vekili Şükrü Kaya...'' 

1935 yılında, ''Tunceli vilayetinin idaresi hakkında , 2884 sayılı kanun'' çıkartıldı... ''Tunceli Kanunu'' adı verilen bu kanuna göre vilayet çok geniş askeri, idari ve yargısal yetkilerlerle donatılmış askeri bir vali tarafından yönetilecekti. Bu vali gerekli gördüğü kişi , aile ve aşiret üyelerini, vilayet dışına çıkarmaya, sürgün ve tehcire de yetkiliydi!... Hükümetin ayrıca bölgeden, asker ve vergi alma talepleri de vardı... 

Dersim İsyanı öncesinde; 1936 Aralığında düzenlenen, umum müfettişler toplantısında, 4.Umum Müfettiş Alpdoğan Paşa da raporunda şöyle demektedir: '' Türkçe bilmeyen çocuklara bu mekteplerde Türkçe öğretiliyor. Türk duygusu aşılanıyor. Tunceli içersinde dilini unutmuş, Türk soyundan insanların kasaba ve nahiyeler civarında iskanları düşünülüyor... Toplu bir Türk camiası vücuda getirecek bu hususta hazırlıktayız. Soyadı kanunu mıntıkada takip edilerek, Türk soyu adlarının soyadı olarak halka verilmiş olması ve bu adlarla kendilerinin çağrılmasıdır...'' 

(devam edecek ) 

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..