Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Kurtuluş hangi cehennemde ?

Bugün bir grup medya; bir filozof gibi, bir hekim gibi, kendi kafamızla düşünemeyeceğimiz ve kendi kendimizin yargıcı olamayacağımız miktarda uyuşturucu bilgi ve görüntü sunuyor. Sunduklarını kabul ediyoruz. Geçmişten, gelecekten kopuyoruz ve büyük cinayetlere ortak oluyoruz.

Alman, Fransız, İngiliz, Danimarka’lı, Hollanda’lı fark etmiyor. Yabancılara fabrika ve toprak satışından hep rahatsızlık duydum. Parasal güçleriyle, güzel deniz kıyılarımızı satın alıp, çevreden kendilerini tel örgülerle soyutlayarak, buralarda siteler, koloniler kurmalarından hep rahatsızlık duydum ama ipin ucu kaçtı. Çünkü yaptıkları her şey yasal görünüyor.

Varlık nedenimizi iyi bilmek için, tarihe dikkatle baktığımızda, dün nasıl bir cehennemin ortasında bulunduğumuzu, oradan nasıl sağ kurtulduğumuzu ve düşmanları nasıl kovduğumuzu anlayabiliriz. Topraklarımız bugün, nankör zihniyetlerce yağmalanırken, yaşayan her Türk insanının, sert tepkiler göstermesi gerekirdi. Avrupa Birliğine uyum denilen, yeni mandacılık akımlarıyla, Türkiye’nin dışa bağımlı duruma getirilmesine, yaşayan her Türk insanının sert tepkiler göstermesi gerekirdi.

Geçmişte, Türkiye’yi ölüme mahkum eden, ünlü Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920’de imzalandı. Sadece Arabistan’ı, Suriye’yi, Mezopotamya ve Filistin’i kaybetmekle kalmadık, bütün Trakya’nın, İzmir ve Ege Bölgesinin, İtalyan işgalindeki Güney Anadolu’nun ve sonunda Doğu Anadolu’nun düşman ülkelere teslim edilmesi kararlaştırıldı. Böylece Türkler, Kuzey ve Orta Anadolu’daki bir karış toprağa çekilmeye zorlandı. İstanbul, uluslar arası bir manda altına alındı. Bu sonuç, Türklerin, yüzyıllar boyunca emekle, kahramanca ve kanlarını dökerek, kültürlerini yaşattıkları, dünyaya hükmettikleri bir sistemin yıkılışı oldu. Osmanlı hanedanının son padişahı Altıncı Mehmet Vahdettin’in varlığı, otoritesi, küçük bir gölge gibi kaldı.

Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinde: Düzen bozukluğuyla, halkın umutsuzluğuyla, iç savaşla, Yunan saldırısıyla, Ermeni ve Kürt isyanlarıyla, irticai çıkışlarla mücadele etmek zorundaydı. Batılı devletler, Yunanlı dostlarını, Anadolu’yu savunanları imha etmek üzere görevlendirdi ve harekete geçirdi. İngilizler, Boğaz’ın Anadolu yakasına çıkarma yaptılar. Türkleri batıdan doğuya doğru yenilgiye uğratmak ve Ankara’yı ele geçirmek istediler. Kendilerini Aşil’in evlatları diye tanımlayan, Asya’da Yunan kolonileri kurma hayalleriyle büyülenmiş Yunan yöneticileri vardı o dönemlerde.

İngilizler, sık sık ve ikiyüzlülükle: Türk - Yunan anlaşmazlığında tamamen tarafsız olduklarını açıkladılar. Oysa Yunanlıları kışkırtan, yönlendiren, silahlandıran ve istihbaratı sağlayan kendileriydi ( belgelerle kanıtlanmıştır ).

Anadolu hareketine karşı hareketler, daha Sivas Kongresi günlerinde başlatılmış olup, bunlar 1919 - 1920 yılları arasında, İstanbul Hükümetinin ve İngilizlerin yoğun çabalarıyla, yaygın ve genel ayaklanmalar biçiminde görüldü. Fakat tümü bastırıldı. İsyancıların liderleri idam edildi.

Başlıca isyanlar

1- Ali Galip’in kışkırttığı Kürt hareketi

2- Bayburt’un Hart nahiyesinde Şeyh Eşref isyanı

3- Konya’da Bozkır isyanları

4- Marmara Bölgesinde Anzavur isyanları

5- Bolu - Düzce - Gerede isyanları

6- Yozgat’ta Çapanoğulları isyanları

7- Konya’da Delibaş isyanlarıdır.

5 Ağustos 1921’de Yunanlılar, Sakarya’da Türklere ağır bir darbe indirme hazırlıkları yaparken, Meclisteki anlaşmazlık ve dedikodulardan usanmış olan Mustafa Kemal kürsüye gelerek: Memleketimiz ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Zaman, harekete geçme zamanıdır. Tartışmalarla, nutuklarla oyalanma zamanı değildir. Başkomutanlık görevinin, Meclis yetkileriyle birlikte şahsıma verilmesini istiyorum. Çünkü asker benim ardımdan gelmeye kararlıdır dedi. Meclis, Mustafa Kemal’e mutlak yetkinin verilmesini onayladı.

Sakarya vadisinde, bunalmaktan öte, yakıcı - kavurucu bir Ağustos güneşi altında, 22 gün boyunca kanlı ve vahşi bir savaş yaşandı. Bir alayımızın yüzde sekseni, bir başka alayımızın tamamı yok oldu. Göğüs göğüse yapılan çatışmalarda, 7 değerli kumandanımız şehit oldu.

Türk ordusu : 45.000 tüfek, 177 top ve 5.000 süvariden, Yunan ordusu ise: 88.000 tüfek, 300 top ve 1.500 süvariden oluşuyordu. Tüfek hesabiyle, Sakarya savaşına katılan düşman piyadeleri, bizim iki mislimiz kadardı. Özellikle makinalı tüfek adedi, bizimle karşılaştırılamayacak ölçüde fazlaydı. Yorgun Mehmetçik, sınırlı gıda ve sınırlı cephaneyle, canını dişine takarak, düşmanı 300 kilometre batıya çekilmek zorunda bıraktı ve 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e ulaştı. Yunanlıların denize dökülmesiyle birlikte, İngiltere hiç silah kullanmadan İstanbul’dan çekildi ve Sevr Antlaşmasına imza atan bütün emperyalist ülkeler tıkandılar, saldırgan duyguları bir parça geriledi.

Çok yıpratıcı çatışmaların ardından, düşmanı geri püskürtmemiz, karşı saldırıyla takibe koyulmamız bütün dünyanın ilgisini çekti. Anadolu’da kurulan yeni Türk devletinin, ruhunun ve gücünün mükemmel bir orduya dayandığı ve büyük bir ustalıkla idare edilmekte olduğu düşüncesi gelişti. Ordumuz ve komutanlarımız örnek alındı.

Yunan gazeteleri, o tarihlerde: Ulaşım araçlarının eksikliği ve Türklerin direnişi nedeniyle Ankara’ya girme düşüncelerinden vazgeçebileceklerini yazdılar. İtalyan ve Fransız basını da: Yunanlıların mağlubiyetlerini gizlediklerini yazdı. Yunanlılar, kompleksleriyle uzun zaman, biz mağlup olmadık diye dünyayı aldatmaya çalıştılar ve bu konuda birbirlerine girdiler. Yunanistan Başbakanı Gunaris, olumlu bir etki yaratmak için ve ortak hareket olanakları kurmak için, Sakarya savaşının ardından Avrupa başkentlerini dolaştı. Fakat bu beklentisine hiç bir yerden yanıt alamadı. Beklediği ilgiyi görmedi.

Bugünü yaşarken dünü asla unutmamalıyız. Ne olursa olsun, yüreğimiz ve vicdanımız susmamalı. Gidebileceğimiz ikinci bir vatan yok.

Claudius

Copyright

TYRANNOS Edebi Ürünler

 
Toplam blog
: 56
: 334
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

İzninizle hayatıma dair satır başlarını aşağıda sunuyorum. Yolunuz düşerse günün birinde beklerim. ..