Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Abdullah Bayındır

http://blog.milliyet.com.tr/kul

11 Kasım '08

 
Kategori
Türk Mutfağı
 

Kuru fasulye ile pilavın destansı aşkı

Kuru fasulye ile pilavın destansı aşkı
 

Kuru fasulye ve pilav. İki ayrılamaz dost. Türk halkı onları gönül sarayında birbirine nikahlamış yıllar önce.

Bazılarımız burun büker bu aşka. Aman derler ne anlıyorsunuz ki şu fasulye pilavdan diye. Aslında kendi açılarından haklıdırlar. Yememişlerdir kendilerini cezbedecek kadar lezzetlisini. Lokman Hekime sormuş hocası “git bana dünyanın en acı ve en tatlı şeyini bul da getir” diye. Lokman, hekim adam yani bilgiyi derinliği ile kavrayan bir zat, hemen bir kasaba gidip dil almış ve bunu hocasına götürmüş. Hocası sormadan söylemiş “bu et parçası öyle bir şeydir ki, bu iyi olursa dünyada bundan tatlı şey; kötü olursa da bundan acı şey bulunmaz” diye. Kuru fasulyede aynı şekilde Lokman’ın elindeki dil etine benzer. Malzeme ve aşçılık kötü olursa nefret edilecek bir yemek olur.

Yatılı okulda kaldığım seneler yemekleri mecburen yemekhanede yerdik. Pazartesi günleri yemek benim için işkence gibiydi adeta. Her Pazartesi kuru fasulye çıkardı yemekte. Aman Allah’ım o ne menem bir şeydi öyle. Fasulyenin tohumları yemek içinde kurtçukları andırırdı. Zaten yurt yönetimini çekiştirmek için fırsat arayan bizler de fasulyenin kurtlu olduğunu iddia ederdik hep. Nefret ederdim açıkçası fasulyeden o zaman. Yanında lapa kıvamındaki pilavı ile müthiş! bir ikili oluştururdu, biz öğrencilerin diliyle taşlı pilavla kurtlu fasulye. Daha sonra üniversitede de yemekhanede fasulye çıktığında “yemeğe girmeyin, fasulye var; dışarıda yiyelim” cümleleri kurulurdu öğrenciler tarafından. Hasılı anladım ki toplu yerlerde yapılan kuru fasulye iyi yapılmıyordu. Malzeme kötü, aşçılık kötü.

Ama anamın elinden yapılınca fasulye öylemi olurdu. Kuru fasulyeyi daha çarşıdayken itina ile seçerdi anam. Önceleri Erzincan fasulyesi ararken şimdilerde İspir fasulyesi arıyor malzeme olarak kullanmak için. İşin mutfak kısmı ise bir diğer itina yeri idi. El emeği göz nuru ince kıydığı soğanı, ev salçası veya domates konservesi bir de etle tencereye münasip ölçeklerde koyar ve hafif ateşte olmaya bırakırdı anacım. Piştikten sonrada hemen yedirmezdi, bir müddet demlenmeliydi kuru. O sürede pilav da hazır olurdu çünkü. Patlayana kadar yediğimi hatırlarım. Yanına cacık da isterdim hep. Yazarken bile ağzım sulandı şimdi. İşte böylesine sanat eseri kıvamı bir kuru fasulye-pilav birlikteliğinden haberi olmayanlar, yurtlarda veya yemek yapma duyuları gelişmemiş hatunların elinden kuru fasulye yiyen zevatın zihnindeki kuru fasulye algısı elbette ki damağı lezzetten çatlamış bizlerle aynı olmayacaktı. “Kuruyu sevmeyen kendi açısından haklıdır” demem bu yüzden.

Peki benim anam da eşim de iyi kuru fasulye yapamıyor diyenler ne yapsın? Mahrum mu olsunlar bu lezzetten? Yok yok, içim elvermez onları mahrum etmeye. İstanbul’da Süleymaniye Camii’nin karşısındaki Kanaat Lokantası ve Erzincanlı Ali Baba Lokantası iyi bir kuru ziyafeti çekmek için akla ilk gelebilecek adresler. Ancak dikkat edin, eğer akşam giderseniz bu mekanları açık bulamazsınız. Zira buralar gündüz hizmet veren orta ölçekli lokantalar. Bir de Büyük Çamlıca’ya giderken sağ köşede ismini şu an hatırlayamadığım bir mekan var ki, İspir fasulyesine müptela olanlar için vazgeçilmez bir mekan. Erzincan fasulyesi için Süleymaniye, İspir fasulyesi için de çamlıca tercih edilmeli bence. İstanbul dışındaki fasulye mekanları hakkında Rize ile ilgili bazı şeyler duymam yanında fazla malumatım yok sayılır. Bu kadar yazdıktan sonra yarın Süleymaniye’ye uğramam şart oldu artık. Görüşmek üzere...

 
Toplam blog
: 3
: 1598
Kayıt tarihi
: 09.11.08
 
 

İnsan ve insana dair her şeye ilgi duyan, çevresindeki olayları yorumlamaya çalışan bir eğitimci ve ..