Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '08

 
Kategori
Öykü
 

Kuyuya uzanan el

Kuyuya uzanan el
 


Yüzünün yeterince su ile temas ettiğini düşünerek doğrulduğunda, aynadaki gözleriyle göz göze geldi. Bir insanla ilk kez göz göze geldiğinde aradığı güven duygusunu o anda yakalamak istedi ama aradığını bulmak tahmin ettiğinden uzun bir zamanını aldı.

Gözleri, kapakları ile giriştiği savaştan kısa bir süre önce galip gelmiş olsa da, her zaferin beraberinde getirdiği yıpranmanın izlerini de taşıyordu. Alnından çenesine kadar yüzeyde oluşan kanallar boyunca ilerleyen su damlacıkları ne yazık ki, bu izleri ortadan kaldırmak için yeterli olmamıştı. Biraz daha yüzünü yıkamayı düşündü ama kısa bir kararsızlığın ardından çözüm olmayacağını düşünerek vazgeçti.

Tam ayna ve lavabo ile vedalaşmak üzereyken, cep telefonunun çaldığını duydu. Yavaş adımlarla yatak odasına gitti, yatağının yanındaki taburenin üzerinde duran telefona doğru uzandı. Arayan kişiyi kolaylıkla tahmin ettiğinden, her bir adımda ne cevap vereceğini düşünmeye çalıştı. Sanki adım sayısını arttırmak farklı çözüm olasılıklarını da arttıracakmış gibi, kısa adımları tercih etti. Ancak telefonun yanına vardığında elinde hala iki olasılık vardı.

Arayan numara, işyerinde sekreterliğe tahsisli cep telefonunun numarası idi ve büyük ihtimalle sekreter bayan, patronun kendisinden sormasını istediği soruyu sormak üzere arıyordu, “Neredeydi ve ne yapıyordu”

Birinci olasılık “sana ne?” demek ve o an için sonsuz bir huzura ermekti. Ancak hayatta her zaman olduğu gibi en kolay görünen kararlar aslında en zor kararlardı. Bu nedenle telefonun evet tuşuna basarken bu olasılığın gerçekleşmeyeceğini biliyordu. İkinci olasılık ise yalan söylemek ve hiçbir keyif almadığı ama başarı sağlamak zorunda hissettiği işine bir süre daha devam edebilmenin yolunu açmaktı. Sekreter hanımın “günaydın, nasılsınız” gibi sıradan ve aslında bu arama işinin kendi tercihi olmadığını hissettiren giriş taksimi esnasında ikinci olasılığı tercih etmesi gerektiğine iyiden iyiye karar vermişti. Karşısında yine yaptığı işten keyif almayan ama yapma zorunluluğunu hissettiren birisinin olması bu kararı almasını daha da kolaylaştırmıştı. Çünkü sekreterin ses tonundan, yaptığı işten keyif almayan mutsuz insanlar ülkesinden bir kişinin eksilmesi halinde kendisini daha fazla yalnız hissedeceğini anlamak mümkündü. Ancak bu ses tonu tek başına bu karara ulaşmaya vesile olmamış, sadece karar anında işlemi hızlandıran bir katalizör işlevi görmüştü.

Sekreter bayan kaçınılmaz soruyu, “nerdeymişsiniz acaba, müdür bey merak ediyor da” gibisinden aslında hiç eline almak istemediği bir şeyi, tırnak ucundan mecburen tutuyormuş gibi sorduğu anda, vereceği cevabı da netleştirmişti. “Müdür beye, çok erken vakitte sahaya göreve çıkan bir memurla daha öncesinden, bu sabah için randevulaştığımı ve şu an görüşme sona ermiş olduğundan büroya dönüş yolunda olduğumu söylersin, ayrıca bu randevu konusunda kendisini bilgilendirmeyi unuttuğum için özür dilediğimi de eklersiniz”

Sekreter hanımın, krizin sorunsuz atlatılacağını hissettiği an duyduğu mutluluk, “tabi murat bey, kendisine hemen iletiyorum” cümlesinde kullandığı ses tonunun, daha önce soru cümlesinde kullandığı ses tonundan farklı olması ile kolaylıkla anlaşılıyordu.

Telefonu kapattığı an, söylediği yalanın kendisini rahatlatacak bir adım olacağına, tekrar kısa süre içinde panik haline sokmasından dolayı, kendi kendisine sinirlendi, “Bari yalan söyleyecektin, adam gibi bir şey söyleseydin. Belki hastalık yalanı bir kez daha işe yarayabilirdi ve bugünün keyfini çıkarabilirdin”

Şimdi durduk yere, hayali yaptığı iş görüşmesinin nerede olmuş olabileceğini düşünmek ve oradan kendi bürosuna ne kadar sürede gidilebileceğini hesaplamaya girişmek zorundaydı. Ancak bu düşüncelerin daha henüz ilk safhasıydı, görüşmenin nasıl geçtiği, müşteri ile neler konuşulduğu ve ne sonuç elde edildiği de uzun uzun düşünülüp, kararlaştırılıp, oldukça net cümlelerle anlatılmalıydı. Aslında ne sonuç elde edildiği ortaydı. Görüşme hayali olduğuna göre, ortada somut bir başarı söz konusu olamayacaktı. Ama belki geleceğe sarkan bir ümit, bir olasılık payı bırakılıp, ileriki zamanlardaki başka bir gecikme için kullanılacak bahaneye malzeme üretilebilinirdi. Bir yandan giyinip bir yandan bunları düşünürken, aniden bir büyük bir utanç kuyusunun içine düştü.

Son yıllarda iyice aşina olduğu bir mekândı burası. Ne kadar uğraşsa, debelense kendi kendine oradan çıkamıyordu. O anda bağırsa, yardım talep etse, belki onu o kuyudan çıkaracak birilerini bulabilirdi ama şu ana kadar mırıldanarak dahi olsa sesini çıkaramamıştı. Utanma duygusu öyle bir şeydir. İnsanda, düştüğü durumdan kurtulmak için yardım talep etmek cesareti bırakmaz. Kendisi talep edemez ama büyük bir özlemle merhamet duygusunun yolunu gözler. Başkasıyla karşı karşıya iken bu kuyuya düşmüşseniz ve karşınızdaki insan bunun farkındaysa işiniz nispeten kolaydır. Size uzanacak bir elin varlığı mevcuttur en azından. Ama bir insan kendi başınayken ve kendi düşünceleri neticesinde bu kör kuyuya düşerse kurtulmasının tek bir yolu vardır; çıkma çabaları sonucunda tüm enerjisini yitirip, kuyunun içinde uyuyakalması. Çünkü uyandığında yeniden hayatına kaldığı yerden devam edebilir, ta ki yeniden utanç kuyusuna düşene kadar.

Tam da düşünce gücüne çok fazla ihtiyaç duyduğu bu anda, beyin enerjisini sonuna kadar tüketecek bu kuyudan kurtulma çabasıyla baş başa kalması, ona bu kez yolun sonuna geldiğini hissettirdi.

Evden çıktığı andan itibaren, başka bir seyahate başladığını da fark etmişti. İlk adımdan itibaren, hesaplaşma da devreye girdi. Sevmediği ve inanmadığı bir işi yapma zorunluluğu onu birçok kez bu hesaplaşma ile baş başa bırakmıştı. Ama idealler dünyasından, gerçeğin pespaye dünyasına doğru yol almaya başladıkça, zihnindeki sorgu memuruna verdiği cevaplar daha da güçlenmeye başlamıştı. Ancak utanç kuyusuna düşme sıklığının artması, savunma mekanizmalarını zayıflatmaya başlamıştı ve hesaplaşma tarihinde kendisini en fazla güvensiz hissettiği an şu andı.

Mesele büyük olasılıkla geçen 10 dakika içinde müdürüne iletilmiş taze yalan veya bundan öncelerde de doğrudan kendisi tarafından sunulmuş ve büyük olasılıkla karşısındaki insan tarafından da inanılmayan yalanlar değildi. Doğrudan kendisiyle işi arasında hissettiği uyumsuzluktu. Kendisinin sahip olduğu bırakın bir kredi kartını, maaşının yattığı ve ilk gününde boşaltılan hesap dışında, banka hesabı bile olmayan bir insan olarak, başka, insanları kredi kartının nimetleri için ikna etmeye çalışmak son derece itici geliyordu. İnsanları olmayan paralarını bir ay öncesinden nasıl harcayabileceklerini, olmayan paraları ile bu kredi kartı ödemesini ne kadar kolay yapacaklarını, olmayan paralarına karşın kullandıkları kartlar ile elde edebilecekleri puanları nasıl değerlendirebileceklerini anlatmak ve daha kötüsü arada sırada da olsa bu çaba da başarılı olmak, onda onulmaz bir yara açıyordu. Ve başvuru aldığı her kartla bu yara daha da derinleşiyordu.

“Acaba” dedi yolda giderken, “haber spikerleri karşılarındaki ekranda okudukları haberleri sunarken, inanmadıkları bir şeyi nakletmeleri esnasında da benim hissettiklerimi hissediyorlar mıdır?” Uzun uzun bu örneğin kendi durumuna tekabül edip etmediğini tarttı zihninde. İnsan ruhunun en kirli damarına doğru yol alıp, birkaç kez, “ben satmasam başka birisi satacaktı zaten” cevabını üretti ama bu cevap kuyunun derinliğini arttırmaktan başka bir işe yaramadı.

Bindiği otobüste, kredi kartı başvurusunu aldığı birileri olup olmadığını düşündü. Eğer alan birisi varsa, ödeme zorluğu çekip çekmediklerini merak etti. Sonra, kendisinden almasalar bile, kredi kartı ile problemli olan insanları yüzlerindeki ifadeden ayrıştırmaya çalıştı. Başvuru yaparken yeni bir kart sahibi olmaktan dolayı yüzleri gülücük saçan bu insanların, kartı mağduriyeti sonrasında kederlenen yüzlerindeki ifadeyi de tanıyabileceğini düşündü. Oturan kişilerden bazılarının bu dertten muzdarip olabileceğini kestirdi. Otobüsün kapı yönüne bakacak şekilde ayakta durduğundan, her indir bindir noktasında, durakta bekleyen insanları da aynı taramadan geçiriyordu. Bu ıstıraptan, ancak inmesi gereken durağa yaklaşınca kurtuldu.

Caddeden sokağa, sokaktan iş merkezine, iş merkezinde büronun katına geldiğinde hala senaryosunu netleştirebilmiş değildi, çünkü utanç kuyusunda uyuyakalmayı becerememişti. Bürodan içeriye girdi. Sekreter hanım, belirtilen gerekçenin gerçek olma olasılığını yükselten bu büroya geliş vaktinden oldukça mesuttu. Bu nedenle müdür beyin müsait olup olmadığı yönündeki soruyu dinleme ve cevaplama anlarının tamamında gülücüğü yüzünden eksik etmedi.

İki kişinin arasında kalmış insanları sevindirebilmekten dolayı hep mutlu olmuştu ama bu arada kalmış insanların mutlu olabilmeleri, genellikle kendisinden taviz verdiği durumlara tekabül ettiğinden, bu durumlarda hiçbir zaman başkası adına duyduğu mutluluğun esas sahibi olamamıştı.

Hala utanç kuyusundaydı ve ne yazık ki sekreter hanımda onu o kuyudan çekip çıkaracak kişi değildi. Müdür beyin odasına girdi. Odada başka birisi yoksa kolayca girip çıkabildikleri bir mekândı. Girer girmez oturabilme hakları da vardı. Ama bu oturma eyleminin, bir göz teması sonucunda gerçekleşmesinin daha fazla takdir gördüğü de bir gerçekti.

Amirlerin, makam ağırlıklarını hissettirmek istedikleri 10-15 saniyelik sessizlik dönemine yeni girilmişti ki, karşısında oturan müdürün onu utanç kuyusunda ebediyen çıkarabilecek kişi olduğunu fark etti. Sessizliğin dört veya beşinci saniyesinde söze girdiğinde, müdür, makamının ağırlığının devre dışı kaldığını hissettiği bir panik hali sergiledi. İnisiyatifi kaybetmenin telaşı ve nasıl tekrar ele alacağının hesabını yapmaya giriştiği gözlerinden belli oluyordu. Ancak ikinci cümle bitirilmiş üçüncüsünün inşa aşamasına geçilmişti. Her sarf edilen sözle birlikte, müdürün ne yapacağını kararlaştıramadığı eli, aslında kendisinin de fark edemediği bir şekilde Murat’ı düştüğü kuyudan çıkarmak için uzanmaya başlamıştı bile. “İstifa ediyorum” sözü duyulduğunda ise kuyunun derinliği bir elin uzanacağı kısalığa erişmişti ve nerdeyse bir sıçramayla kuyunun kenarından tutunup kendi başına çıkabilecek hale gelmişti.

Bürodan çıkarken, sekreter hanımın, sorunun çözüme bağlandığı zannıyla yüzünde tutmaya devam ettiği gülücüğü ödüllendirmek için, akşamüzeri için bir cafede çay içmeye davet etmeye yeltendi. Ama onun düştüğü kuyulardan çıkaracak kadar güçlü olmadığına kanaat getirip vazgeçti ve yoluna devam etti.
 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..