Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '11

 
Kategori
Dünya
 

Kuzey komşumuz Ruslar.

Kuzey komşumuz Ruslar.
 

Matruşka.


En eskilere kadar gidip bir varmış bir yokmuş tadındaki, Baltacı ile Katerina'nın bizim pek de sevdiğimiz masallarına, ucundan kıyısından bile dokunmadan aslında tam da yapmamız gerektiği gibi, gerçek ve hayatın kendisi olan insanı anlatan olaylara bakarsak, onlar, Ruslar bizim için önce Çarın Çocuklarıydılar. Kuzeyde, soğuklarla içiçe yaşayan bilinmezlerdi. Sonra 1920'lı yılların başında biz Kurtuluşumuzun peşine düşmüşken duyduk ki onlar da adaleti, eşitliği arıyor, emeğin hakettiği karşılığı bulmasının peşine düşüyorlardı. İç savaş yaşadıklarını Kızıllar ve Beyazlar olarak ikiye bölündüklerini, rejimin devamından yana olan Çar yandaşı beyazların aksine kızılların eski sisteme karşı yeni bir sistem getirmek istediklerini, bu yüzden de aralarında kanlı savaşların olduğu kulağımıza çalınıyordu. 

Sonra bir gün o insanlardan Menşevik denilen Çar yandaşlarının savaşı kaybedip ülkelerini terketmek zorunda kaldıklarını, Rusya'nın Karadeniz kıyısındaki limanlarından bindikleri gemileriyle o anda düşman işgali altındaki İstanbulumuza geldiklerini işittik ve gördük. Misafirlerimizi, aralarındaki konuşmalardan kulaklarımıza ilk çalınan kelimelerden olan 'iyi' anlamındaki 'Haraşo' ile anmaya başladık. Aslında pek de içimize karışmadan Beyoğlu ve civarında kendilerine bir hayat kurmayı seçtiler. Küçük Rusyalarında, yanlarında getirebildiği kıymetli şeyleri nakde çevirerek ticaret yapmaya çalışanlarından otellerde ya da lokantalarda garsonluk yapan askerlerine kadar asalet ünvanlarını kaybetmiş ama asil ruhlarından hiç taviz vermeden hayatta kalmaya çalıştılar. Bir kısmı Paris, Londra ve Amerika'yı hedeflerken kısa süreli konuk olarak, bir kısmı ise artık yorgun olduklarını ve ülkelerinden o kadar da uzağa gitmek istemediklerine karar vererek temelli olarak ülkemizde kalıyorlardı.
Sonra yıllar geçti, sayıları gittikçe azaldı, ülkemizde kalmayı seçenlerin çocukları, torunları da fırsatını bulduklarında birer ikişer daha önceden Fransa'ya, Amerika'ya gitmiş akrabalarının yanlarına gidip oralara yerleşmeyi tercih ettiler. 

Savaşı kazanan ve kendilerine Bolşevik de denilen kızılların Rusyası 1990'ların başına kadar Komünist rejim ile idare edildi.. Kimilerimiz öykündü yaşamlarına ve liderlerini mihenk taşı yaptı davalarına. Her biri birer 'Yoldaş' idi. Kimilerimiz de en büyük düşmanımız saydı kendilerini ve köpeklerini bile komünist diye çağırmaya başladılar, insanı ve değerlerini aşağılama çabalarında sınır tanımaksızın. Böylece yıllar boyu 'Komünist' lafı bir meyhane küfrü, komünizm de çocuk masallarının korkunç canavarı olarak kullanılır oldu. 

Doksanlarla yeniden beraberdik ve hasret gideriyorduk. Bu kez Nataşalar olarak adlandırır olmuştuk misafirlerimizi. 'Nataşa', her ne kadar sadece kadınlarını ifade etmekte kullanılsa bile zaten ortada erkekleri hiç olmadığı için direkt Rus akla geliyordu. Kadınlarına sorduğumuz zaman, ''Erkeklerinin içki içip kendilerini dövdüklerini, tembel ve küfürbaz olduklarını o yüzden de karılarını çalışmak üzere yurtdışına gönderirken kendilerinin oturup domuz etiyle vodka içtiklerini'' anlatıyorlardı. Zaten yıllarca 'Tan Gazetesi' kültürü ile yetişmiş ve dünyada Türkler olmasa insan neslinin tükeneceği yanılsaması içinde olan erkeklerimizin duymak istedikleri de bunlardı. 

Köy yerinde karısını kızını tarlaya gönderip kahvede kumar oynayıp sabahtan akşama çay içen erkeklerimiz de, şehirde evde karısını beş kuruşsuz bırakıp maaşını son damlasına kadar barlarda pavyonlarda içki içip 'nataşalarla' harcayanlarımız da kendilerine çok rağbet eder olmuşlardı. 

Acıklı hikayelerini dinleyip erkeklerinin ne kadar kötü insanlar olduğunu düşünür olmuştuk, kendi yaptıklarımızın farkında bile olmadan ya da farketsek bile ''Aman bir daha mı geleceğiz dünyaya, bas bas paraları Leyla'ya'' diyerek. Tüm bunlar yüzünden kimilerimiz bazılarını çok sevmiş, kimilerimiz de erkeklerini kaybettikleri veya kaybedecek olma olasılığından dolayı nefret eder olmuştuk Nataşalardan. 

İlk gelenlerden bu güne neredeyse iki onyıl geçti. İlk aşkların meyveleri bugün artık delikanlılar, genç kızlar oldular, hayata hazırlanıyorlar, bir denizin iki yakasının aslında birbirlerine çok benzeyen eski dostlarının aşklarını yaşatıp öykülere konu oluyorlar. 

Hayatın zorluklarına karşın -kırılmaya hazır- bükülmeden yaşamayı ilke ediniyorlar. Biliyorlar ki kendi tabutlarının arkasından yürüyemeyecekler o yüzden yaşarken doğru yollarda yürümeyi hedefliyorlar. Bağban olup bir gül için bin hare hizmetkar oluyorlar* 

Bu iki yakanın gençlerinin buluşma noktası artık sadece İstanbul ile de sınırlı değil. Kimi Türkler aşklarının kimileri de aşlarının peşine düşüp kuzeyin soğuk iklimlerinde yaşamaya başlayalı uzun zaman oluyor. Aklını, bilgisini, kültürünü sırtına vurup Rusya'ya gelenlerin kimileri artık ikinci vatanları olarak Rusya'yı biliyorlar. 

Ruslarla birbirimize benziyoruz dedim ya işte belki de o yüzden Rusya'ya gelen Turkler de Turkiye'ye gelen Rusların karşılaştıkları muamelelerle muhattap olmak zorunda kaldılar. Önyargıyla karşılanıp kiralayacak ev bulamayan ya da rayicin çok üstünde bedel ödemek zorunda kalanlar, sırf Türk olmaktan dolayı ırkçı yaklaşımlara muhatap olanlar; bizlere hep Turkiye'de sırf Rus olduğu için olmadık muamelelerle karşılaşanları hatırlatıyor.. Oysa herkesin amacı birdi; daha güzeli daha iyiyi bulmak ve mutlu, huzurlu bir hayata kavuşmak. Yoksa kim isterdi ki sevdiklerini deniz ötesinde bırakıp göçmen kuşlar gibi ülkesini değiştirmeyi? 

Rusya'ya gelen Türkler, Rusların dillerini, kültürlerini, yaşam tarzlarını, önem verdikleri şeyleri öğrendikçe sebat ederek başarıya yaklaştılar. Sonra gördüler ki her ulusun güzellikleri, güzel insanları var. Büyük şehir insanları her yerde aynıdır. Köylerine kasabalarına dağıldıkça gerçekten onları daha iyi tanıyabildiler. Gelenler de kendilerindeki önyargıları yıktılar, ve bir arada yaşadıkları insanlarla kaynaşmaya başladılar. Aslında anladılar ki kendilerine Ruslar hakkında anlatılan şeyler, gerçeklerin yanına bile yaklaşamaz ve Ruslar da gördüler ki gelenler kafalarındakinden, kendilerine anlatılanlardan farklı insanlar. Böylece adım adım, bir denizin iki kıyısında yaşayan insanların birbirlerine yaklaşmasini istemeyen, bu beraberliğe set çekmek isteyenlerin oluşturduğu duvarlar kırılmaya başladı. 

Tüm bunlar yeterli miydi? Hayır ama zaten hayatta da aslında her şey 'tamam birşeyler oluyor' dediğimiz anda başlamaz mıydı? Yıllar boyu Büyük Petro olarak adlandırdıkları çarlarına deli demedik mi? Her an sıcak denizlere inme isteğini belirten Stalin'den korkarak büyümedik mi? 

Bunca kemikleşmis yargı bir kalemde silinip atilabilir miydi? Kaynaştıkça çoğalacaktık, birbirimizi anlayacaktık. Bizlere iki kutuplu dünya çizip, ''Sizler ayrı dünyaların insanlarısınız'' diyenlere, ''Hayır biz ikimiz de baharız birimiz belki ilkbahar diğerimiz ise sonbahar ama aslında baharız'' diye haykıracaktık, haykırmalıydık. Önyargılı insanların ilişkilerimizi bozmalarına izin vermeyecektik, vermemeliydik. 

İleride belki içimizden birileri belki de evlatlarımız hikayelerimizi yazacaklardı. Güzel şeyler yaşayalım umutlarımızı güzelliklerle süsleyelim ki hakkımızda yazılacakları okuyan sonraki kuşaklar birbirlerine daha güzel daha sıcak bakabilsinler. Bizlerin önyargılarımızı yıkmakla kaybettiğimiz zamanı daha faydalı değerlendirebilsinler. 

Bizler tarihleri olan uluslarız, dünün harita üzerinde kurulmuş veya geçmişleri henüz bir kaç yüzyıl olan devletleri değiliz. Kuzeyin sert ikliminde dirençle yetişen insanları ile Akdeniz güneşinin ruhlarını aydınlatıp kalplerini yumuşattığı insanların, tüm dünyaya örnek olabilecek buluşmasıyız. 

 

y.n: Bir gül için bin dikene katlanıyorlar. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..