Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Kuzey Sardunyaları

Kuzey Sardunyaları
 

“Durağında günlerce, aylarca, yıllarca, bıkmadan, usanmadan umutla, hırsla, tıpkı bir Mesih bekler gibi dört gözle yolunu beklediğiniz, artık tutkuya dönüşmüş bir arzunun günün birinde, hiç ummadığınız bir anda en çarpıcı görkemiyle çıkageldiği; çıkagelmenin ötesinde tüm gözeneklerinize değin ruhunuzu, bedeninizi ve de o güne dek kendi halinde, günlük tekdüzeliğinde yuvarlanıp giden yaşamınızı alt üst edercesine etkilediği; etkilemenin ötesinde benliğinizi son sınır taşına değin, iflahı mümkünsüz bir metastazla sarıp sarmaladığı gerçeğini hiç yaşadınız mı?”(1) diye başlıyor “ Kuzey Sardunyaları ”na Nadir Paksoy.

Günlerdir gecelerdir sanal yolculuklardan bir türlü başımı kaldırıp da kendimi tam veremediğim Proust’un “Swannlar Tarafı” adlı romanını bir kenara bırakıp, havanın sıcaklığı ile katlanan sıkıntılarımı aşabilmek amacıyla evdeki kitap öbekleri arasında çıktığım nostaljik okuma yolculuğunda çıktı karşıma “Kuzey Sardunyaları”. İçinde bulunduğum ruh durumunu yansıtan güzel paragraflar bana arkadaşlık etmeye başlayınca baştan sona okumaya karar verdim. Kitaplara sığınanlar çok iyi bilir bu durumu.

Hayaller vardır binbir çeşit, arzular vardır. Kimileri gezgin olup dünyayı dolaşmayı, yepyeni yerler yeni dostlar keşfetmeyi, kimileri tekneye atlayıp okyanuslara yelken açmayı, bazıları da yaşam ipinin basakmaklarını tırmanmanın verdiği onca yorgunluk ve deneyimden sonra Nirvana’ya ulaşmayı tek amaç edinmiştir, kimileri de bozgunlardan sonra okumayı. Yaşam boyu okurlar çünkü tüm yaşamları da bir bozgundur aslında. Okumak kaçarak sığındıkları bir ana kucağıdır, sevgilinin yumuşak bağrından bile daha fazla mutlu olacakları tek yerdir. Ütopyalar, hayaller, kırılgan ve mutlu yaşamlar. Hemen hepsi kitapların içinden seslenmektedir onlara yaşam kadar canlı en güzel sesleriyle.

İnsanlar için hayatın anlamının tepkilerinin ve hayallerinin bileşkesinde gizli olduğunu düşünüyorum. Kitap kapağına konu olan Edvard Munch ’un “Öpüşme” tablosu da öyle! Edvard Munch sanatında kendisine hayatın anlamını açıklamaya çalıştığını söylemiş ve başkalarına da... Bir zamanlar sanatçıların, ressamların üstlendiği "hayatın anlamını anlama ve anlatma" edimi anlaşılan o ki günümüzde dört günlük sanal arkadaşlık ortamlarında gündem bulmakta. Düş teknelerinin yelkenini tutku rüzgârları üflerken, kendilerini sanal dünyanın o vazgeçilemez büyülü ortamında ütopyalarının kahramanı olarak ifade etme özgürlüğünü kişiler üzerinden birkaç kısıtlı gün kullanır bu misyonun gönüllüleri.

Kiminin hayalleri gerçekleşirken, bazıları için bu ne kadar çabalasalar da ulaşılamayandan öteye gidemez, yazgıyı sorumlu tutarlar ve hep olmayan hiçbir zaman olmayacak ülke olarak kalır kurguları gerçekleşmeyen arzular olarak.

Kimileri de mitolojik fantastik ütopyaları; kendi gerçeklikleriyle harmanlayıp, bambaşka hiç uslarında, düşüncelerinde o güne kadar gerçekleşebileceğine olanak tanımadıkları ama gizliden gizliye arzu ediyor oldukları çılgın hayallerin peşinden koşmaya başlar coşkuyla. Ütopya aslında “olmayan yer”dir bilirsiniz elbette. Ne sözlükler yazıldı hakkında, bilirsiniz. Olmayacağını bilirsiniz de yine de o hayalin peşinde koşarken; küçücük bir çocuğun yüreğidir coşkuyla çırpan.

İşte Nadir Paksoy da böyle yapmış. “Düşsel bir Akdeniz kentinden başlayıp Geceyarısı Güneşi Ülkesi'ni keşif turlarına tutsak, uzun karanlık gecelerle, kısa beyaz günlerle süren yitik bir iç yolculuğun simgesel dış yansımalarını”(1) yazmış.

Fantastik ütopik dünyalardan yaşanmış ya da yaşanması olası dünya gerçeklerine kadar uzanan imgelerin bir harmanını simgesel bir anlatımda yoğurmuş Nadir Paksoy.

Yirminci yüzyılın ortalarında doğup da öykülerle, masallarla büyütülmüş çocuklardan söyleyiniz hangisi gizemli “denizkızı” söylencelerini duymadı? Güzelim denizkızı’nın bazen bir kötü cadı kadar acımasız olup, gemileri kayalıklara sürdüğünü, bazen de bir yunus kılığına bürünerek çaresiz kaptanlara yol gösteren iyilik meleği olduğunu hatırlamayanınız var mı?

Nadir Paksoy bu iç yolculuğa çıkarken pek çok sosyolojik gerçekliği de karşılaştırma olanağını kullanmış kitabında. Belki de bundan on dört yıl önce “güvercin kanadından düşen göktaşı”yla bugünlerin karanlığını simgesel olarak vurguluyordu, tekrar denizkızı'na dönüşen yunus’la da...

Bizlerin aydınlanma diye kavuşmayı dört gözle beklediğimiz insanlık ve uygarlık ölçeklerinden verdiği örneklerle hüznünü azaltmaya çalışmış olsa da aslında elem çiçekleri her yerden fışkırıyor. Bana öyle gözüktüler pembe bile olsalar. Kültürsüzlükten, cehaletten, başka ulus bireyleri için çok normal olan insani yaşam tarzlarının ve olanaklarının yoksunluğundan ve elbette sevgiliden ayrı olmanın hüznünden besleniyor bu elem çiçekleri.

“Düşsel bir Akdeniz kentinden acılardan, ölümüne direnmelerden kopup gelmiş, orta yaşlı, sakallarına ilk kar taneleri düşmüş bir adam.”(1) diye tanımlıyor anlatıcı kendini.

“Yumak yumak anılar”, “ilmik ilmik çağrışımlar” ve “Aşığım sana doyamıyorum”(1) ezgileri zorlukla duyulan. Film sarma mekanizması olmayan bir fotoğraf makinesiyle ayni kare üzerine üst üste basılmış gibi görünen birbiriyle kaynaşıp birbirini kovalayan görüntüler, imgeler.(1)

“Katran geceyi, kar çiçekleri giderek beyaza bürüyorken, kuzey sardunyalarından bir yaprak daha düşüyor.” (1) Hüzün çiçekleri bunlar dememiş miydim size?

Yolculuklar, anılar, anı parçacıkları, geri dönüşler, geçmişten gelen Kon-tikiler. Kuzey mehtabının en soğuk ruhları bile baştan çıkarıcı ışıltısı, nerede ne zaman püsküreceği belirsiz yanardağları andıran bellekler…

Acıtan bir duygusallıkla yazılmış sosyolojik bir roman olarak da okumak olası Kuzey Sardunyaları’nı simgesel olarak da.

Yanızca bakakalıyorum

Silüet kayboluyor

Gerçek bitti

Gerçek yok artık

Tıpkı bir ölüm gibi…. (1)

Aslolan yaşamdır insani yaşam ve öldükten sonra ne çare... Yaşamı doyasıya yaşayabilmek.

Nadir Paksoy’un kitabı yazdığı yıllarda (1994) bir Patoloji doçenti olduğunu okuyoruz. Bunu vurgulamamızın nedeni mesleki terimleri bazı edebiyat betimlemelerinde başarıyla kullanması. Yayınevi sayfasından şu anda bir üniversitemizde Patoloji Profesörü olduğunu ve Sultanahmet’teki Büyülü Otobüsün cazibesine kapılarak Katmandu’dan başladığı gezilerine devam etmekte olduğunu öğrenip çok seviniyoruz. (2)

Mitolojik cadılar, anlatıcı kişinin geçmişi ve bizlere hâlâ bir ütopya olarak görünmekte olan Kuzey ülkelerinin sosyolojisi ve kuzeyde olmanın psikolojisi, silüeti peşinde koşulan bir ütopik yaşam ya da sevgili ancak bu kadar güzellikte kurgulanarak birleştirilebilirdi diyorum. İçinde eleştiri de barındırıyor simgesel anlamlar da. Bazen kaybedilen bir sevgiliyi anıştırıyor bazen de ulaşılmak istenen uzak bir ütopyayı. Umudun mutluluğu ile kaybetmenin hüznünün midye tarakları gibi sımsıkı birbirine kaynaştığı duygu yoğunluğu bol bir anlatı.

“Ölümün ardından neler bırakırız.

Yaşanmışlıklar ve anılar.

Gerçek; yalnızca gece

gerçek, yalnızca kar

gerçek, yalnızca karanlık..

Ve gerçek,

Artık ayrı yollarda varoluşlarımızın,

Yürek ve bilinçaltı derinliklerinde akıp giden sızıntısı…

Ve gerçek, artık yeniden kaynaşıp, bir kaynağa

dönüşmesi olanaksız

yeraltı pınarları…”(1)

“Film sona eriyor.

Görüntüler kar taneciklerine dönüşüyor.” (1)

Tam da görsel öğeler adeta sinema diliyle betimlenmiş diye düşünürken anlatıcı da doğrulayıveriyor düşündüğümüzü.

“Sadece anlatıcının değil kitabı okuyanların da uzun süre “anılarının afişlerinde kalacak bir “uzun etkili-kısa metrajlı” Kuzey filmi”(1) adeta.

Kuytulardan sızan puslu akşam üzerlerinde prizmalardan yayılan ışık senfonisini kendini yalnız hissetmeyen görür mü? Kuzey Ezgisi’nin hızlı adımlarla gecenin karanlığına karışmasından kim etkilenir? Kitap kanımca yalnızlığa da hayatın anlamına da bir ağıttır. Hem içli anlatımı, hem de yalnızlık konulu resimleriyle, hem de okuma sürecinde sürekli anlatan, açıklayan bir öykücünün sıcacık biraz da hüzünlü sesinin bıraktığı arkadaşlık imgelemi ile. Belki de heykellerine tükürülmeyen bir ülke olamamanın sessiz ezikliğini paylaştığımızdan. Bir de Akdeniz ılıklığında ve Kutup soğukluğunda selamı nedeniyledir. Ben bu kitabı çok sevdim.

Bir daha okuyacağım yeni baştan, kendimi yalnız hissettiğimde, hemen yarın.

(1)Nadir Paksoy, Kuzey Sardunyaları, BAĞLAM Yayıncılık , Birinci baskı, İstanbul, Eylül 1994,

(2) http://www.baglam.com/yazar.asp?no=8

(3) http://www.edvard-munch.com/gallery/love/kiss.htm ( Blog fotoğrafı ve kitap kapağı)

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..