- Kategori
- Yurtdışı Tatil
Kuzeyin sımsıcak parlayan yıldızı Dublin
Uzun yıllar görülecek yerler listemin başında yer almasına rağmen bir türlü fırsat bulup
gidemediğim İrlanda’ya sonunda bu yaz gitmeyi başardım. Yemyeşil doğası, şatoları ve
ünlü yazarları dışında ne beklediğimi çok da fazla bilmiyordum aslında. Yaz ve sıcak
sevmeyen ama yeşile ve doğaya hasret kalmış bir İstanbullu olarak haziran sonunda serin
bir İrlanda gezisi çok cazip geldi.
İlk gidenler için birinci konu “hangi İrlanda?” karışıklığını çözmek. İrlanda Cumhuriyeti
adanın büyük bir bölümünü kaplayan Avrupa Birliği üyesi, Euro kullanan, İngilizce konuşan
bağımsız bir ülke. Başkent Dublin de burada. Kuzey İrlanda ise adanın kuzeyinde yer alan
Belfast’ı da içine alan, Birleşik Krallık üyesi olan ve pound kullanılan daha küçük bir ülke.
Turistik olarak daha cazip olan tabi ki İrlanda Cumhuriyeti. 2011 ve 2013 yıllarında
Birleşmiş Milletler’in belirlediği dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında 7. sıraya yerleşen
İrlanda Cumhuriyeti, özgür basın, ekonomik özgürlük ve insan hakları konularında da
dünyanın en ileri ülkelerinden biri. 2009 yılındaki büyük ekonomik krizin ardından yaptığı
ekonomik reformlarla büyük vergi indirimleri getiren İrlanda, pek pek çok ünlü ve büyük
şirketin Avrupa merkezini Dublin’e çekmeyi de başarmış.
5 gece 6 günlük seyahatimize THY direkt uçuşuyla Dublin’den başladık. Araçların
direksiyonu ve trafik ters olduğu ve dolayısıyla araba kullanmayı gözümüz yemediği için
şoförlü aracımız bizi hava alanında bekliyordu. İlk tanıştığımız İrlandalı olan şoförümüz
Arthur, masmavi gözleri, sempatik tavırları ve her daim güler yüzü ile bizi karşıladı.
Otelimize yerleşip sonra kendimizi en yakın restorana atıp Guinness biralarımızı
yudumlamaya başladığımızda sadece şoförümüz Arthur’un değil pek çok İrlandalının son
derece sempatik, güler yüzlü ve konuşkan olduğunun hayretle farkına vardık. Oysa
beklentimiz hiç öyle değildi. Soğuk, mesafeli ve hafif de küstah olacağını düşündüğümüz
bu kuzeyli insanlar konuşkan, sıcakkanlı ve cıvıl cıvıllar. Öğle yemeğini yediğimiz restoran
son derece zevkli döşenmiş, sıcak, temiz ve son derece ucuzdu. Diğer gittiğimiz
restoranlardaki izlenimlerimiz de aynen bu şekilde devam etti. Mekânlar modern, zevkli
döşenmiş, yemekler son derece lezzetliydi. Yemek çeşidi az ama yediğimiz her şeyin tadı
yerindeydi.
Akşamüzeri saatlerinde şirin kızıl saçlı üniversite öğrencisi rehberimizle şehirde dolanırken
en çok etkilendiğimiz yer tabi ki Trinity College Kampüsü ve inanılmaz kütüphanesi oldu.
Binlerce değerli kitabı ihtişamlı mekânında alçakgönüllülükle ağırlayan kütüphane, insanda
yüzlerce fotoğraf çekip hafızasına kaydetme duygusu uyandırıyordu. Ünlü “Book of Kells”
de itina ile burada saklanan binlerce kitabın en değerlisi. Kelt rahipleri tarafından 800
yıllarında yazılan bu latince el yazması inci,l batı kaligrafisinin bir şahaseri olarak kabul
ediliyor.
Küçük, derli doplu Dublin’in cıvıl cıvıl sokaklarında ilerlerken şehre damgasını vurmuş
yazarların heykelleri, kitaplarında bahsettikleri mekanları da yolumuza çıktı. James
Joyce’un Ulysee kitabındaki ünlü eczane Sweny’s bir nevi küçük müze kitapçıya
dönüştürülürken, Oscar Wilde’in hafif ironik ifadeli ilginç heykeli yazarın acıklı hayat
hikayesini vurgular gibiydi. Yazarlar, şairler bu küçük şehirle o kadar iç içe geçmişler, o
kadar damga vurmuşlar ki adeta şehrin bir parçası haline gelmişler. Döndüğümüz her
köşede, geçtiğimiz her sokakta ünlü bir yazardan izler bulduk. Şehirde ayrıca birbirinden
güzel kitapçılar da insanı cezbediyor.
Dublin denilince akla tabi ki bira ve özellikle de Guinness geliyor. Bu koyu renkli farklı
tattaki bira gösterişli bir müze ile şehre katkıda bulunuyor. Bira fabrikası gezisi sırasında en
büyük tartışma konumuz arpa ile buğdayın farkı oldu ve bu kadar temel bir ürün
konusunda ne kadar cahil olduğumuzun da farkına vardık. Fabrika binasında kat kat
gezerek bir bira uzmanına dönüşürken en tepedeki cam bölümde girişte aldığımız
kuponlarla şehri kuşbakışı izleyerek buz gibi biramızı yudumladık.
Dublin’de geçirdiğimiz birkaç gün içinde en çok dikkatimizi çeken konulardan biri de ne
kadar canlı ve uyumayan bir şehir olduğu. Hafta içi bir akşam saat 21.30 gibi yemeğe
giderken diğer pek çok Kuzey Avrupa şehrini düşünerek “restoran boşalmıştır herhalde”
diye düşünürken kendimizi tıka basa dolu, kahkaha sesleriyle dolu bir mekanda bulduk ve
bizden bir saat sonra bile insanlar gelmeye devam ediyordu. Gece yarısı restorandan
çıkarken yol üzerindeki barlar hala sokaklara kadar dolup taşıyordu.
İngilizlerden tarih boyunca çok çekmiş olan İrlandalılar tabi ki onlardan fazlasıyla da
etkilenmişler. İngiliz usulü 5 çayı, İrlanda’da da son derece popüler ancak ona bir tutam
entelektüellik katmayı ihmal etmemişler. Şehrin şık otellerinden birinde denediğimiz son
derece lezzetli kek ve sandviçlerle sunulan 5 çayının sürprizi ünlü İrlandalı Şair W. B.
Yeats şiirlerinden esinlenmiş küçük pasta tabağı oldu. Şiirden etkilenen pasta nasıl olur?
diyorsanız gidip denemeniz gerekiyor.
Medeni bir ülkenin tertemiz, yemyeşil sokaklarında dolaşmak, gencecik cıvıl cıvıl insanlarla
dolu bar ve kafelerde eğlenmek, uygun fiyatlı güzel yemekler yemek ve her köşe başında
bir yazar ya da şairin ruhunu hissetmek istiyorsanız yaz bitmeden Dublin’e gidin derim.
https://jabiroo.com/blog
https://jabiroo.com/blog