Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '10

 
Kategori
Dil Eğitimi
 

Lâl Gençlik dönemi

Lâl Gençlik dönemi
 

“Lâl (1) öğrenci” tipiyle, (sayıları o gün için az da olsa) yıllar önce, biz Türkçe / Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenleri derslerde karşılaştı . Kompozisyonlar “bozuldu” önce. İfade adına tekrarlara düşülen, meramın bir türlü anlatılamadığı, düzeltilmesi dakikalar alan bozuk cümlelerle görür olduk yarım sayfalık A4 boyutundaki çizgisiz kâğıtlarda. Özensiz ve düzensiz bir yazıyla beylik cümleleri okumaktan zaten saçını başını yolma derecesine gelen biz öğretmenler, bir de sık sık “kısırlaşan yazılı anlatımlar”la karşılaştıkça bu problemi çözmek için kara kara düşünür hâle gelmişti. Düşünsenize bir konuda bir öğrencinize bir soru yöneltiyorsunuz. Öğrenciniz bir şeyler söyleyip oturuyor. Bu defa yanındaki arkadaşına:

-Sen ne düşünüyorsun bu konuda, diyorsunuz.

Aldığınız cevaba bakar mısınız:

- Ben de arkadaşım gibi düşünüyorum.

Kendi ifadesini söz kalıplarına dökmekte âcizlik. Yani sözlü “den den” .

Meselenin can alıcı noktası elbette okumamakta yatıyordu. Öğrenciler okumuyorlardı. Bu yüzden söz dağarcıkları
gelişmiyordu. Sonuçta da sözlü ve/veya yazılı olarak kendilerini ifade edemiyorlardı. O meşhur “150 – 200 kelime” kendini anlatma döneminin başlangıcı idi belki de bu. Ya şimdi? Durum bugün içler acısı hatta tam bir fâcia. Dünkü gençliği “mum”la aratan bir gençlik.

Fazla söze ne hâcet. Yorumsuz olarak vereceğim aşağıdaki yazı her şeyi anlatmış zaten:

Yorumsuz Bir Yazı: Dil Yarası

“İstanbul'da bir "cafe"de arkadaşımı bekliyorum. Karşımda bir "plaza" yükseliyor. Yanında da "show room'lar uzanıyor. Mağazaların ve şirketlerin isimleri, ya tamamen İngilizce veya İngilizce-Türkçe karışımı garip bir dilde... Tiksiniyorum...

Bulunduğum "cafe"ye gençler "takılıyor"... Yanımdaki masada "uçuk" kıyafetli bir çift genç "muhabbet" ediyorlar. Kız saçını pembeye boyamış; göbeği açık... O da ne? Göbeğinde bir halka takılı. Aynı halkadan oğlan da kulağına takmış; saçları dimdik ve jöleli. Oynaştalar... Arif Nihat'ın dediği gibi, "Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaşta"lar... "Fetih" mi dedim? Kendime kızıyorum... "Sen de kafayı savaşa taktın" diye söyleniyorum. Şimdi "savaşma, seviş" çağı...

Çok ayıp, biliyorum ama can sıkıntısından ister istemez yan masayı dinlemeye başlıyorum. Kızın adı Melissa imiş; üniversite sınavlarına hazırlanıyor, dershaneye "takılıyor"muş ve "kafayı yemek" üzereymiş. Oğlanın adı Berke imiş ve kızın "boy friend"i olmanın dışında, bir radyoda "Dicey (DJ)" olarak çalışıyormuş; en büyük ideali TV'de "Vicey (VJ)" olmakmış... Koyu bir müzik sohbetine girişiyorlar. Birbiri ardından sıraladıkları kelimeleri takipte âciz kalıyorum! "Hit", "klip", "singıl", "remiks"... Sonra diğerleri geliyor: "Talk shovv", "stand up", "anchorman", "süper star", "mega star", "pop star"... Maşallah! Şimdiki gençlerin "vokabüler"i ne kadar zengin diyorum içimden?!..

"Cafe"deki TV'nin açık kanalında reklâmlar var. Sevimli robot, "dayrek dırayv" (direct drive) diye oynuyor.. Arkasından bir telefon şirketinin reklâmında fiyakalı bir erkek sesi "konektin pıpıl" (connecting people) diyor Midem bulanıyor...

Cafeden bizim gençlere, ikisi kız, birisi oğlan üç genç daha katılıyor. Doğaç'ın, Berke'nin yakın arkadaşı olduğunu ikide bir "okeeey kanka" deyişinden anlıyorum. Gittikçe koyulaşan sohbette en fazla kullandıkları kelimeleri ve deyimleri "çaktırmadan" not alıyorum. Önce ünlemleri yazayım: "Abi muhteşem ya-aal.'.' "Ay inanmıyoruml.'.' "Hayret bişey!.'.' "Herıld yani!.'.' "Ne İş?!.'.' "Koptum abi yaaa!." "İnanılmaz güzel!.'.' "Yok böyle bir şey!.'.' "Manyak güzel!.'.' Bizim Dicey'in, arada bir "waow!" deyişi var ki, değme Amerikalı velet bunun gibi söyleyemez.

Sohbet sırasında "Tuana"nın cep telefonu çalıyor, işte konuşmasından tesbit edebildiklerim: "Şey yani; ne diyim", "çok acayip pardon", "kül (cool) takılıyor", "dumur oldum"... Telefonu kapatmadan da o tiz.sesiyle cilveli bir edayla "baaay" diyor.

Gençler "muhabbetlerinde" en çok şu lâfları tekrarlıyorlar: "Kahretsin", "ayıpsın", "süper", "sonuçta", "nasıl yani", "falan oldum", "yaaa-ni"... Hele bir "e"leri uzatarak "deeermişim" demeleri yok mu?

Bir ara Berke aşka geliyor ve Melissa'ya "sen benim için çok özel birisin" deyiveriyor. Doğacın tepkisi ise çok zarif: "Oha! Dallama! Kıza yazılmanın yeri mi?.. No ayak bu ayak?.'.'

Bu "korkunç güzel" sohbetten soma, akşam Olga'nın verdiği "parti"de buluşmak üzere vedalaşıyorlar. işte veda sözleri: "Görüşürüz", "kendine çok çok iyi bakıyorsun", "hadi çaaav", "hadi baaay"...

Sakın yanlış anlamayınız, aslında ben bu gençleri çok sevdim; çok sevimli ("oldukça" değil, "çok"), çok güzel çocuklardı. Lâkin dünyanın en güzel ve en zengin dili olan "Türkçe"nin, onların dilindeki bu garip hâli ve "İngilizce"nin istilâsı altındaki zavallı durumu beni kahrediyor. Ve, başta televizyonlar olmak üzere, Türkçemizi bu hâle getirenlere lanet ediyorum.

Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTÜK) ile Türk Dil Kurumu (TDK)'nın müşterek bir araştırmasından birkaç misâl vermek istiyorum:

"Kahretsin!": ingilizce "damn" kelimesi bu şekilde Türkçe'ye çevriliyor. Doğrusu, "Allah kahretsin!"

"Waow!": Doğrusu, "ooo!"

"Nasıl gidiyor?": ingilizce "how is it going?". Doğrusu, "nasılsınız, ne var ne yok?"

"Kendinize iyi bakın": ingilizce "take çare of yourself". Doğrusu, "sağlıkla kalın, esenlikle kalın".

"Görüşürüz": ingilizce "see you". Doğrusu, "Allahaısmarladık, hoşça kal".

Bu misâlleri kolaylıkla çoğaltmamız mümkündür.

Gençlerin arkasından sevgi ve hüzünle bakınırken Şevki Beyin hicaz şarkısı dudaklarımdan dökülüverdi:

"Dil yâresini andıracak yâre bulunmaz
Dünyâda gönül yâresine çâre bulunmaz."

Şarkıdaki "dil" gerçi "gönül" anlamında kullanılıyordu ama ben yaralı "lisanımızı" düşündüm... Sen misin bunu düşünen?.. Bir anda "berbat güfteler" ve "çılgın nağmeler" beynimin içinde dans etmeye başladılar:

"Ben yine salağı oynayacağım"

"Ebabil bir kuştur, sözünden dönen… "Aldıramazsın aldırırlar gülüm" "Psikopatım vallah yaparım.." "Neremi neremi?”

"Aramızda bir top var a bilesin" "Kıl oldum abi"

"Okşa, okşa, okşa"

Ve sempatik "özgür kız" itiraf ediyor:

"Bu aşk bana extra large"

"İşte bütün mesele"... Bu dil bize "ekstra large" geliyor beyler... Biz bu dile. "güzelim Türkçemize"
lâyık değiliz. “

Hasan Celâl Güzel
____________________________
(1) Dili tutulmuş, konuşamaz hâle gelmiş, dilsiz

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..