Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '19

 
Kategori
İnançlar
 

La Faile İllallah

Allah Rasul’ü zaman konusuna şöyle bir yaklaşım yapar: "İnsanoğlu bana eziyet eder!.. Âdemoğlu DEHR’e söver. Şüphesiz ki DEHR BENİM!.. Gece ve gündüzü değiştiren de benim.”

Pek çoğumuz, zamanı sürekli geleceğe doğru akan bir nehir gibi düşünürüz. Ne var ki zaman içinde boğulup işin içinden çıkamayız. Dehr; sonsuz, sınırsız, zaman kavramsız ANdır.

Ancak insanlar düşünce dünyasında, ‘beynin içinde’ oluşan bu tür şeyleri içselde yaşaması gerekirken onların dışarda cereyan ettiğini düşünerek gerçeğin bu şekilde olduğunu zannediyor ve yanılıyor. Kendinde hangi mânâyı oluşturmayı dilediyse, o mânâya uygun sûreti dilediği boyutta oluşturmuş ve o sûrette o mânâyı yaşamıştır. Ne içinde, ne de dışında! …

Bizler pek çok şeyi sorgular ve anlayamadığımız için tepki veririz. Çünkü belirli normlarda yaşayanların mantığı, kapasitesi geniş bir programın dışındadır. O nedenle imanın şartlarına göre; teslim olmak, susmak, sorgulamamak ve bir şeyi hakkıyla bilmeden konuşmamak gerekiyor.

Saffât Suresi 96. Ayet  bu noktayı şöyle vurgular: Senden Allâh'a ulaşan yol, senin dışından öteye, ötene değil senin özüne, hakikatine dönük bir yoldur. İman, hakikatinin ve varlığın hakikatinin Allâh olduğuna, algıladığın her şeyin Allâh'ın farklı özelliklerinin açığa çıkışı olduğuna imandır. "Hâlbuki sizi de yaptıklarınızı da Allâh yaratmıştır!”

Bu bakımdan "Vahdet" yaşamında neden, niçin ve nasıl soruları yoktur. Vahiy de bu esasa göredir. Bu denilenlerin sebepleri olur; insan ya cahildir, ya vahdet yaşamının üslubunu bilmiyordur, ya da hayalinde yaratmış olduğu Allah'ı sorguluyordur.

Diğer yandan negatif enerjili yapılar; alemlerin varoluş hakikatini kavrayamayanlara sürekli oyunlar oynar ve tuzaklar kurar. Şeytan, insana hiçbir bedel ödemeden hiç gerçekleşmeyecek hayallerin hakikat olacağı zannını verir.

Diyelim ki insanların hakikat yaşamıyla ilgili hiçbir bilgisi yok. Peki bu varlıklar, düşünceleri yeni yeni biçimlenmeye başlayan insanları neden kandırıyor? Aldanışta yani ZANda olduğunu bilmeyenlerin de yanmaları sürekli şekilde devam ediyor. Dolayısıyla, sınırlı bilgilerle bazı şeyleri benimsediğimizden, bize çok ters gelen durumları da reddetmiş oluyoruz. Çünkü her birimin kendine göre şartlanmışlıkları var. Hakikatini yaşayanlar hariç, çok istidatlı ve kabiliyetli olan beyinlerde de bu tip durumlar söz konusu. Burada önemli olan nokta neden yandığının farkına varabilmek ve bu farkındalığı gereğince değerlendirebilmektir.

Eğer ki dilenmişse, bizi tüm şartlanmalara dayalı değer yargılarından kurtaracak ARINMIŞ bir insanla olabiliriz. Bu nedenle bize ilerleyebilmemiz, şartlanmışlıklarımızı yıkmamız için benimsediğimiz şeylerin tam aksi birtakım hareketler yaptırılır. 'Beyin sapındaki bilgilerin güncellenmesi' deniyor bu işleme.  Unutmayın, İnsanın hakikatini bilip halife olması kolay değil. Uzun süre kayıt ve takıntılarla uğraşılır.

Bahsini ettiğim sorunları, gel-gitleri göz ardı etmek mümkün değildir.

Bu bağlamda düşünürsek istek, arzu ve tutkularımızdan bir türlü kopamadığımızı görürüz. Haliyle meselenin özüne inilemez. Örneğin Allah, Hz. Musa'ya 'kendini var saydığın sürece beni göremezsin' diyor. Bu, Allah'ın bizatihi kelamı olarak dilleniyor. Bundan dolayı, Hz. Musa O'nu görmek istediği halde göremiyor. Aslında görmek istemeyi de murad eden yine Allah’tan başkası değil! Bu anlatımla bizlere ışık tutan da kendisi, icabet edilemeyeceğini anlatan da kendisi.

“Beni gören Hakk’ı görmüştür” deniyor. Hz. Musa kendi yokluğunun ve algılananın yalnız Hak olduğunun farkında fakat ikili yaklaşımla bu şekilde aktarıyor. Biz ise 'Allah böyle diliyor' denmesine rağmen bunu özümseyemiyoruz. Muhakkak bir şeyler yapıyormuşuz gibi havalara giriyoruz. Düşüncenin kendi kendisi ile ilişkiye girmesinin, özbilinç/şuurla kendi kendini düşünme hali oluşturduğunu aklımıza getiremiyoruz.

Hatta biraz daha ileri gitmek istiyorum: ‘Uruç yapan da, inzal olunan da ve bu olguları gerçekleştiren de ta kendisidir.'

Bu konuyu iyi bilenler TEVHİD olayının bu şekilde değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeler. 'Kendinin daha öz bir varlıkta yok olma' düşüncesi de yine bize perde olacaktır. Düşünce akışımızda ikilik oluşturacaktır.

Fakat kâh bedenli hali, kâh bedensizliği velhasıl yaşadığımız tüm eylemler yine O'na aittir. Biraz düşündükten sonra bu açılıma varmamız gerekiyor.

Biz yokuz, Var olan sadece Allah'tır. Nereye dönersek O'nun vechini görürüz. Onun dûnunda başka bir varlık yoktur. Sonuç olarak bizde bu nokta açılana, o idrak seviyesi gelişene, yani DİLEYEN kendi açtığını SEYRedene kadar bu böyle devam eder. Aslında bütün yaklaşımlar, dile döküldüğü için ikilik üzere bir anlatıma bürünür. Fakat ikilik “sen”den, senin kendi varlık zannından doğar.

Allah’ın örttüğü yerde de onu tanıyamazsın; halbuki açığa çıkmak, tanınmak isteyen de istemeyen  de kendisidir. Zahirde görünen O, zahirde kendini kapatan da O... Biz bunların farkına varmadıkça, yaşantımız ve benliğimiz eskisi gibi devam ettiği sürece, yaşadığımız tüm zorlukların, eziyetlerin, hataların ve her şeyin Allah'ın fiili olduğunu müşahede etmedikçe, seyir olmadıkça; ölmeden evvel ölüm gerçekleşmeyecek, açık ve gizli şirk kalkmayacaktır.

Fâil olarak Allâh’ı görmediğinde bu, “gizli şirk” denilen hâldir! Çünkü gerçekte, fâil TEK’tir, o da Allâh’tır!

“Gizli şirk” kalktığı zaman, o fiiller meydana gelir ki, fâil Allâh olur...

Kesin olarak şunu bilelim ki varlığın sadece O’na ait olduğunu kabullenmedikçe ne etiketlerden, ne de beşerî kavramlardan kurtulabiliriz.

Değerlendirmek için yaşamak ve bilgilenmek lazım.

Sevgilerimle,

Ahmed F. Yüksel

Bodrum-Milas  04.11.2019

 facebook.com/ahmedfevzi.yuksel
instagram.com/sufafy
twitter.com/sufafy

 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..