Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '08

 
Kategori
Felsefe
 

Laiklik sürecine felsefi bakış

Türban sirkülasyonundan çıkıp, laikleşme sürecini anlatabilmek için var olan felsefi açılımların algı alanına sokulma işi iyice hissedilir oldu. Laikleşme bir ayrımlaşma meselesi olduğuna göre, bunun temeli kognitoda olacak muhakkak, yani aklın bilme ve irdeleme sentezinde. Bunu da en iyi yapan herhalde Kant'tan başkası değildir diye başlamak gerekiyor.

Bir konuyu anlamak ve iyice içselleştirebilmek için önce, ona giden yolların zorunluluk gerektiren bir mesele olmaları şartı vardır. Yani hedef ile ona giden yolun prensip olarak ayrı şeyler olmasına rağmen aynı olması zorunsallığı. Bu bir asal çelişki, ama açıklayıcı bir çelişki. Yöntem alınan ile çıkarılması düşünülen sonuç örtüşmeli. Yani hem sonuç yöntemi sağlamalı hem yöntem sonucu ve ayrıca konu edileni. Bundan sonra Kant'ı anlatmaya, oradan İslam ve dindeki laikliğe geçmek gerekiyor.

Ne diyor Kant: ''Şayet biz mantıksal bir yargının içeriğini her türlü malzemeden soyutlar ve dikkatimizi sadece anlık (Verstand/İntellekt) formuna yönlendirirsek, düşünme işlevinin orada her biri üç andan (momentten) oluşan dört başlık altına toplanabilir olduğunu görürüz. Yargıların niceliği: Genellik, Çoğulluk, Teklik. Nitelik: Onaylayıcı, Hayırlayıcı, Mutlak/Sonsuz. Bağıntı: Koşulsuzluk, varsayım, ayrıklık. Kiplik: Belkilik, yalınlık, zorunluluk.

Bu alıntı Immanuel Kant' ın ''Salt aklın Eleştirisi'' adlı eserinden (İlk baskı Sayfa 70). Türkçe'de aklın on iki kategorisi diye bilinen, felsefi düşünceyi bilgi kuramı bazında hazırlanışıyla en yalın temsil eden bölüm. Felsefe düşünsel devamlılık, tam kapsamlık ve kavramsal sıklık gerektirdiğinden Kant, aynı düşünsel içeriğin açılımını takip eden bölümde tekrar işliyor ve:

Nicelik olgusunu: Teklik, Çokluk, Hepsilik.

Niteliği: Gerçeklik, Hiçleme/Değilleme, Sınırlama.

Bağlantı fenomenini: Bağımlı Varolma (Özellik) ve Bağımsız Varolma (Öz ve Töz), Neden ve Sonuç, (Kader-) Beraberlik.

Kiplik değerlendirmesini ise: İmkan-İmkansızlık, Varolmak-Varolmamak, Zorunluluk-Rastlantı karşılaştırmalarıyla, aklın olaki mantıksal çıkarım yönleniminin bilgi üretme kaynağı olarak formsal zeminini tanımlıyor. Klasik anlamda bu kategorik formlar, salt aklın sıfatları olarak biliniyor. Bu muazzam bir yanılgı. Bilgi kaynak formsal zemini olarak, bu kategoriler aklın değil, aklın refleksiyonlar eylemiyle düşünsel bağıntılar kurduğu ve bilgisel neticeler ürettiği anlık/zihin kategorileridir. Akıl, yani Yunanca kökenli Us kavramı, Almanca Vernunft kendi iç eytişiminde formsal kategori barındırmaz, bu yanıyla salttır. Akıl, bir bilgi ve ide belirtme eylem yetisi olarak kapsamlık dışıdır, yani aşkındır. Ne malzeme, ne de aksiyom içerir. Us - Anlık düşünsel birlikteliğinde bilgi ve algı kategorilerinin neye özgeliği, psikolojik bir tasım değil, mantıksal bir tercihtir. Felsefesini kavramsal düalizm üzerine kuramlaştıran Kant, aklı her türlü malzemeden soyutlayarak, kategorileri intellektin sorunu yapmış, bu sayede akıl, bir hacim kavramı olmaktan çıkmıştır. Burada Aklın karışık olma ihtimali artık yoktur. Olsa olsa anlık formlarının, yani kategorilerin deforme olasılığı vardır. Peki felsefede böyle bir ayrıma neden gerek duyulmuştur. (Öyle ya hem Akıl kavramı hem Us kavramı (Türkçe) hemen bir şey çağrıştırırken, Anlık kavramı Türkçe pek fazla bir şey çağrıştırmıyor./Bu çıkarım, dilin her türlü kullanım yoğunluğunda Anlığın anlamsal bileşkesinin kolektif için ne ifade ettiğinden türetilmiştir ve bu Türkçe felsefe için de geçerlidir/. Yerine kullanılacak Zihin kelimesi ise, çok çabuk akılla özdeşleştirile bilinir. /Türkçede felsefe kavramı olarak yer edinen Anlık kelimesi, Almanca Verstand kavramının Türkçe uyarlamasıdır. Kelime kökeni itibariyle Verstehen, (anlamak) kavramından türetilmiştir sanısıyla, yüzyılın ortalarında Alman felsefesi okuyan Türk felsefecileri tarafından Türkçeye Verstand Anlık olarak aktarılmıştır) Bunun ve şunun için. Düşüncenin evrimi, belirgenleşen varlık sorunsallıklarının bir bilinç için/ yeni felsefi tanımlamayla, bir kognitif aparat için/ açıklanır ve bilinir duruma getirilmesi sürecinde, ayrımlaşma olgusunu kendisine mutlak sarmal kabul eder ...

LAİK OLMAK

Bütün bunları ülkenin üniversiteleri bilmek ve anlatmak zorunda. Onun da toplumda diğer entegre devreleri oluşacak. Yani bilim, politika, ekonomi vesaire, güncel yaşam biri birini anlar ve algılar vaziyette olacak. Psikolojisi rahat bireyler de bunların biyotik entegre devresini oluşturan dinamik götürüp getirenler olacak. Entegre devreleri sağlam olmayan insan beraberlikleri aynı coğrafyayı paylaşsalar bile toplum olamazlar, demokrat olamazlar, laik ise hiç olamazlar.

Şimdi felsefeyi biraz daha Türkçe konuşursak; laiklik bir ayrımlaşma meselesi olduğuna göre, düşünme yeteneği de ilk anlamda akıldan çıkıyorsa, ayrımlaşma özelliği taşıyan laikliğin bilgi kuramı açısından anlaşılır olması için aklın kendi içindeki ayrımlaşma özelliklerinin tanımlanması gerekiyor.

Ayrımlaşma hem bilinçten bağımsız gelişen ontolojik evrimin bir bağlamı, hem de her türlü zihinsel formasyonun genel karakteridir. Mantıksal çıkarım uğraşısının diğer bir bilinç için takip edilebilir olma zorunluluğu, sembol oluşturma yetisi ve semboller arasında bağıntı kurarak hedeflenen nesnelliği tanımlama olasılığı arasında ayrım gerekirliğine götürmüştür. Kant' ın ana sorusu bu bağlamda matematiksel bilgi nasıl olanaklıdır doğrultusunda, matematiksel çıkarımın intersubjektif özellik taşımasını ve sergilenim koşullarının her bireyde aynı olmasını öngörür. Önsel koşulların aynı olması, bilsel süreç sonucunun mutlak 'doğru' olarak bağlanmasını beraberinde getirir. İşte Kant bu olanağın apriori yanını irdeler. Yani salt bilginin ön koşullarını. Zihindeki genel semboller düzlemi, anlık içeriği, nesnel afirmasyonun (uyarımın) algı formu olarak karşılığıdır ve onları idare ederken bir üst kategori olarak akıla refleksiyon malzemeleri sunar. Son kertede konumlaşan akıl, referenz aldığı anlık sunumları ile ona yön verir. Skolastik felsefede semboller üreten anlık düzlemine kavramsal muhasebe yetisi imasıyla intellekt denilmiştir. Ratio (akıl) ile intellekt beraberliği genel düşünme eyleminin çerçevesini tutar. Tasımların doğru veya yanlış olma olasılıklarını daha net görebilme sorunsallığında Kant, kavramlar ve semboller üretmeyi anlığa, bunlardan yapılabilecek zorunlu çıkarımlar işlevini de akıla devretmiştir. Doğru ve yanlış çıkarımın en net takip edilebilir düzlemi olan matematiksel muhasebe baz alındığında, sayılar ve semboller anlığın, sayılar ve sembollerin rastlantısal versiyonu aklın görevidir. Akıl öznel ifade aldığında yanlış kurmaca ediminden öte, yanlış sonuçlar alabilir. Bu yanlış olma durumu her özne için yanlıştır. Çünkü genel sonlanımın anlıktaki sembolsel izdüşümü intersubjektif karakter taşır. Hatta sembollerin her imkanlı versiyon oluşturma dinamikleri önsel şematiklerle belirlenmiş olduğundan, aklın bir dedüktif, bir de indüktif düşünme olasılıklarına sahip olduğu varsayılır ve birinin zorunsallık, diğerinin ise rastlantı ifadelerine koşullandığı açılımı vardır.. Wittgenstein buna dilin gelişiminde ortaya çıkan bir koşullanımadır diyor. Dış tanıma yönelik ifadelerin yöntemsel yanı da önbelirlenim sahasındadır. Ama bir ideler yetisi olarak aklın, anlık refleksiyonlarından ve yöntem determinasyonlarından ne yapacağının ön bir garantisi yoktur. Bu bağlamda akıl mutlak özgürlüğün en üst düşünsel mercisidir. Anlıktaki her türlü sembol kavşaklıkları akıl için bir iç ödevdir ve dış açılımları apriori doğrudurlar. Deneye gerek duymazlar. Bir problemin, problem aynılığı, gizli sonucu kendi başına evidenttir. Aklın bu esamereyi ama aslen onaylayabilmesi için, ondan bağımsız ve mesafeli olması ve bu sayede yetken kabul edilmesi gerekiyor. Özne yüklem zorunsallığında, öznenin yüklem içerisindeki varlanımını görerek apriori ve aposteriori ayrımına gidilmesi aklın hedefidir. Yüklem ne kadar çok özneyi kapsıyorsa, olay o kadar evidenttir. Örneğin bir aritmetik işlemin iki yanı. Orada yeni bir bilgi açılımı yoktur. Olgu analitiktir. Kendi olan kendidir. Yüklem ama özneden ne kadar bağımsızsa, olay o kadar normatiftir. Örneğin her türlü insan eylem kavşaklıkları ve dış tanım versiyonları. Orada özne yüklem ilişkisi takip edilirliğini yitirir. Zorunsallık yerini hafiften rastlantıya bırakır. Sentetik açılımlar göreceli ifadelerle yeni bilgi olarak onay alırlar. Mutlak bir uzlaşmanın olmayacağı aklın regülasyon limitini zorlar.

Aşkın olanla yaşam içinde verili olanın akıl tarafından spontane olarak tertemiz birbirinden ayırt edilmesi, ilk etapta sosyal bir ayrımlaşma hedefi güden laiklikleşme sürecinin kognitif alt yapısını oluşturur. Aklın içerik olarak aldığı uğraşı zeminindeki malzemeler psikolojik bir filtreden geçirilemiyorlarsa, bilgi kuramı açısından netleşen ifadeler pratik algılanımda bulanık agrigatlar olarak kalırlar.

Laiklik meselesinin ancak ve ancak bir bilinç işlevi olan tanrısal kelamın içerisinden analitik düzleme transfer edilebilme durumunda zihinsel bir anlam ifade edebileceğini düşünmek için aklın ayrımı nasıl yaptığının temelini görmek gerekir, aklın değil, aklın ayrımlaştırma ediminin laikliğe faydası vardır.

Bütün bunların ötesinde dinimiz artık bundan böyle günlük yaşamı biçimlendirmeye yönelik öneriler geliştirmekten çok, insanın ruhsal dinginliğini (Erlösung) yoluyla bulmaya vesile olmalıdır, dini vecibelerin sadece ve sadece kendisi ile ilahiyat arasında vuku bulduğunda gerçek değerine kavuşacağını farkına vardırma, dini emirlerin, insanlararası ilişkileri belirlemeye yönelik değil, tek başına insanı hatırlatmasına aracı olacak nitelikte anlatıma tabi tutulmalıdır ...

LAİKLİK NEDİR ?

Bu hikaye hani şu adına laiklik dediğimiz şey var ya onu anlatmaya giden yola denk düşüyor. Yani laiklik veya sekülarizasyon nedir olayına. Metafiziksel söylem içinde aranan nesnellikten kopma emareleri arama, hermeneutik yaklaşıma çözüm sunabilecek yorum olanakları bulma olayı. Hıristiyanlığın temelini oluşturan teslis meselesinde olmaz bir üçlemenin yersel mantık düzeni içerisinde anlaşılır kılınması için gösterilen çabanın laikleşmenin içsel aslına dönüşümü; yani anayı tanrı edabında yadsıyarak baba-oğul ve kutsal ruh bileşkenlerini sözün getirdiği nesnel somutluluktan ayırmak ve bunları yaşam düzenlemelerinin üst ideal olguları olarak her birini kendi yolunda bilişir kabul etmek; bunların Türkçe bir adı var mı? Bilinen kadarıyla yok. Öyleyse yanıt da Türkçe olmayacak. Biz hep ithal açıklamalarla yetinmek zorunda kalacağız. Kaderimiz bu. Laiklik dediğimiz şeyi kendi öz dilimizde açıklama olanağına sahip değilsek, olayın kendisinden her zaman uzaklarda olup, onu anlatma ve açıklama farklılarının eydişmesine geçeceğiz. Bilmem anlatabildim mi. Kavga edeceğiz, çünkü açıklayamıyoruz. Açıklayabilmemiz için ayrıca birey içsel dengelerinin laiklik denen içerikliğin kendisi için anlaşılır olması ihtiyacını öz sorun niteliğine alması gerekiyor. İçsel bir ön zorlama yoksa, olayın zahir kalacağı kesin. Teğet şeyler. Bir de açıklama ihtiyacından önce, ten ve tin karşılanımları iyi bir metafiziğin aracı duruma gelmeleri icap ediyor ki açıklama temelsiz ve adsız kalmasın. Yoksa laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır, der geçeriz. Oysa bunların her ikisi de anlam kavramları, nesne adları değil. Biri diğerine hemen indirgenebilir, hatta soyutlamayı son denklemlerine kadar artırdığımızda, bunlar aynı şeyler, birbirinden nasıl ayrılsın bile diyebiliriz. Dünya işlerinin ahiret işlerinden ayrılması dediğimizde de durum pek farklı değil. Dünya işlerini azbuçuk biliyoruz, yani tanıyoruz, peki ahiret işlerini biliyor muyuz ki, ayırma olanağına sahip olalım. Ha tam burada ip uçları gelmeye başlıyor. Laiklik denen şey soru sormanın (ismin gramatikal halleri gibi) bir x hali olamaz mı. (laikleşme, tüm dogmatik özellik taşıyan sembol güçlerinin birbirinden ayrımlaşması anlamına gelir, yani sadece dinsel değil, sosyolojik de olur, mesela millet, kimlik gibi fenomenlerin yerini tutan bayrak gibi sembollere mesafelikler addetmek süreci de bir nevi laikleşmedir) Biz öldükten sonra ön olarak bilemediğimiz olabileceklerin bize istediğimiz ve özlediğimiz şekilde yansımasının garantisini sağlamak üzere öncesizlik ve sonrasızlık arasında tanıdığımız bu hayatın esamerelerinden ayrı tutma serbestliğini yaşama verilerinde yer bulabilen bir manyetizma olamaz mı. En azından Kant böyle söylüyor. Tanrının varlığını bildiğimiz ontolojiyi aşan bir ruh ontolojisinde arama ve öyle düşünmenin bilgi işleme kabiliyetimizle uyuşamayacağını, ama içeri dönük a apriori soru mecburiyetliliğinin mutlak kalıcılığının etrafında dönen salt tin üretişlerinin tanrıya da yer ayırtabileceğini kurgulamanın daha isabetli olabileceği varsayımının, içeriyi ve dışarıyı, dışarının bir dışarısı daha olma durumunu değilleyerek ki olsa bile orası hiçliktir, birbirinden tertemiz ayırt edebilme yetisini teşvik edebilmenin laiklik karakterizmini algılanır hale getireceği doğrultusundadır. İşte orada Tanrının varlığı değil, tanrı idesi algı içeriği oluyor, buradan da varlık ve ide arasındaki yaşamı bu benim hayatım diye içine alan arıtma yansımalarının tezlendiği ayrıma gidiliyor. Soru dışarıya doğru değil, içeriye doğru soruluyor, yönlendiriliyor, metafiziksel varlanımların ancak ve ancak dışarıda sentezleneceği zorunsallığı pek fazla bir şey değiştirmiyor, bir şey varsa o dışarıda olacaktır, ama aslolan sorudur, (hatta bütün felsefe tarihi için böyle iddia edilir, bulunan, ortada kanıtlanan bir şey yoktur, tek değişen şey soruyu soruş şeklidir, henüz tam bir cevap bulunmuş değil, bu her şey için geçerli, felsefi tartışma konusu olan her şey soruya bağlı şeylerdir), biz soruyu tanıyor ve biliyoruz, Tanrı var mı? Bu içimizden geliyor. Cevabı yine içimizde buluyoruz, var veya yok, ama bunlardan çıkan sonuçta önce içimizde (soru olarak) kalıyor. Tanrının varlığını zorunlu olarak dışarıda düşündüğümüz zaman hem çok kötü bir metafizik yapmış oluyoruz, hem de laiklik denen şeyin önünü kati suretle kapatıyoruz ve üzerinde yapılan her tartışma yersiz oluyor. Metafiziğin hası içeri doğru aşkın olanıdır. Kant buna ikinci Kopernikus dönüşü diyor. Yani dönen Güneş değil, bizim üzerinde olduğumuz Dünya'dır, diyen Kopernikus birinciliğinden, varlığı bir sanma ve bir sınama yerinin dışarısı değil, içerisidir, diyen bilebilmeler ikinciliğinde buluşuyoruz. İşte tam burada, Kopernikus dönüşünün bir paradigma değişikliği olduğunun farkına varılması durumunda, laiklik, din ve sosyo biyolojinin bilinç kategorilerinde ayrımlaşması, kendi dinamiğini yaratıyor. Bilinçten bağımsız kognitif ayrımlaşmalar olabileceğini iddia etmek mümkün mü. Evet sen şimdi diyeceksin ki, bu paradigma değişikliğinin varlanabilmesi için, bilinç içeriklerinin dış esamereler tarafından belirlendiğini ön koşul olarak kabul etmek gerekiyor, yani sosyo ekonomik gerekler, Hegelci tasarlamalar, “Sein bestimmt Bewusstsein”. Tabi anlıyorum. Ama orası bizim salt düşünerek müdahalede bulunacağımız bir yer değil. Biz düşünerek varlık sorunsallıklarının analitik mi, sentetik mi, dedüktif mi, indüktif mi olduklarını, ne tür kategoriler içerebildiklerinin bazını ölçebiliyoruz. Oysa ekonomide düşünmekten çok, eylem aktiviteleri bilincin determine malzemelerinin yaratıcılık edimini örgünleştiriyor. Düşünme buradan sızabilecek normatif dayatmaların toplumsal dağılımdaki kontrol mekanizmalarını eğretilemek için devreye giriyor. Ekonomik katılımcılıkta eylemden önce veya eylemi takip eden düşünsellikleri düşünce saymak gerekmiyor. O işin içinde zaten var. Kant'ın verdiği örnekte olduğu gibi, taş yer kaplar, sözünde olduğu gibi. Yer taş kavramında zaten gizli. İş yapılırken düşünülür mü. Bir de en başta kendine onu sorun olarak alacaksın, ya da oraya, soruna atılacaksın. (05.01.03)

 
Toplam blog
: 29
: 500
Kayıt tarihi
: 17.08.08
 
 

İstanbul ve Münster Üniversiteleri basın yayın mezunuyum. Gazeteci olarak çalışıyorum. İlgi alanl..