Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mayıs '09

 
Kategori
Güncel
 

Laiklik için din özgürlüğü zorunluluktur

Laiklik için din özgürlüğü zorunluluktur
 

Hafta sonu gazetelerde “Din ve Vicdan Özgürlüğü” konusunda Türkiye’nin ilk defa Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu tarafından “İzlenme Listesi”ne alındığı haberi yer aldı.

Komisyon'un raporuna göre, Türkiye'de dini özgürlükler geçen yıl içinde kötüleşti. USCIRF raporuna göre Türkiye’de başörtüsü ve diğer bazı yasaklar varlığını sürdürüyormuş.

Rapora göre “Laiklik yanlış yorumlanıyor!” ve Türkiye laiklik yorumundaki sorunlar sebebiyle din ve vicdan özgürlüğü alanında giderek kötüleşen ülkelerden biri haline geliyormuş. Türkiye'nin izleme listesine “laikliği yorumlama şekli” çerçevesinde girdiği raporda yer alırken, “bu durumun dini özgürlük ihlalleriyle sonuçlandığı” ifadesi kullanılmış..

Türkiye'de uygulanan Batı'dan farklı laiklik yorumuna bağlı olarak yaşanan darbe ve siyasi kriz ve parti kapatmaların sıralandığı raporda, Diyanet'in yapısındaki sorunların, çoğunluktaki Sünnilerin, Alevilerin ve diğer dini azınlıkların sıkıntılarının altının çizildiği raporda, din eğitimi ve başörtüsü yasakları konusundaki uygulamalara da dikkat çekilmiş.

Komisyon, Türkiye ve Rusya'nın yanı sıra Laos, Somali, Tacikistan ve Venezuela'yı izleme listesine almış. Türkiye'nin alındığı listede daha önce Mısır, Afganistan, Belarus ve Küba bulunuyormuş.

Komisyonun bir de “Özel Endişe Uyandıran Ülkeler Listesi” var ve bu listede ise Nijerya, Myanmar, Çin, Eritre, İran, Irak, Kuzey Kore, Pakistan, Suudi Arabistan, Sudan, Türkmenistan, Özbekistan ve Vietnam yer alıyormuş.

Komisyon'un, dini özgürlükler konusundaki kısıtlamaların devam etmesi nedeniyle Türkiye'yi bu yıl izleme listesine almaya karar verdiği de raporda vurgulanmış.

Öncelikle ülkemizin hangi konuda olursa olsun Somali, Afganistan, Laos, Küba, Mısır, Tacikistan ile aynı kategoride yer verilmesi üzüntü vericidir.

Ancak USCIRF ülkemize haksızlık ettiğini kesinlikle düşünmediğimi de söylemeliyim.

Din özgürlüğü insan haklarıyla ilgili temel metinlere de girmiştir. Din özgürlüğü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde açık ve net şekilde ifade edilmektedir. Bu belge açısından bakıldığında Türkiye'de kâmil bir din özgürlüğünün varlığından söz edilemez. Bu yüzden, AB üyesi olması halinde Türkiye, bu sözleşmeye uymak ve laiklik anlayış ve tatbikatını kökten değiştirmek zorunda kalacaktır.

Ülkemiz maalesef “Din ve Vicdan Özgürlüğü” alanında “Laiklik yorumunun laikliğe aykırı biçimde” yapılmasından kaynaklanan uygulamalar sebebiyle vatandaşlarını mutlu etmekten uzak bir ülkedir.

Türkiye’de laiklik adı altında yapılan uygulamalar laikliğe aykırı uygulamalardır aslında.

Batı toplumlarında laiklik din ile devletin birbirine karşı bağımsızlığını sağlayarak toplumsal barış ve özgürlüklerin platformu/güvencesi olmuştur.

Türkiye’de ise devlet “laiklik uygulaması” adı ile devletçi elitin iradesini mutlak anlamda topluma hakim kılmış ve özellikle din üzerinde mutlak anlamda hükümranlık kurmuştur.Devlet bu nedenle siyasal alanı dinin aleyhine olabildiğince güçlendiren bir sistem inşa etmiş ve bunu yaparken kapalı ve dogmatik bir ideoloji yaratarak sistemin ve politikaların eleştirilmesini imkansız kılarken kendince kutsanmış referanslar oluşturmuş ve sistemin/rejimin korunmasını “askeri bürokrasiye” vermiştir.

Augustine öğretisi laik devleti aşağılayarak dinin altına alırken Türkiye’mizde devlet katında bunun tam tersi bir anlayış hakim olmuş ve din “tehlike” ve “tehdit kaynağı” olarak kabul edilmiş ve devletin altına alınmıştır.

Bunun için geleneksel/muhafazakar değerlerin ve sembollerin kaynağını teşkil eden dini yaşam biçimi aşağılanmıştır. Bu değerleri taşıyanlar “irtica”, “gerici”, “hain”, “potansiyel düşman” vs aşağılayıcı etiketlerle suçlanarak sistem dışına çıkarılmaya çalışılmıştır.

Öyle ki daha 10 yıl önce 28 Şubat Askeri Müdahalesi sonrasında Devletimizin en üst kurumu olan Milli Güvenlik Kurumu 15 yıl boyunca terör faaliyetleri sonucu binlerce insanımızı katletmiş PKK terör örgütü eylemlerine devam ederken PKK’yı Bölücülüğü değil de “İrtica” yı “Birinci Tehdit” kabul ederek dini özgürlükleri nasıl değerlendirdiğini göstermiştir.

Batıda laiklik değişik kesimler arasındaki barışı ve birlikte yaşamayı sağlamak üzere gelişirken bizde batı toplumlarındaki özgürlükçü özelliğinin aksine özgürlükleri daraltıcı olmuştur.

Din özgürlüğü laikliğin özüdür aslında. Din özgürlüğü, insanların dinî inançta sınırsız; dini yaşamakta ve dışa yansıtmakta ise iktidar sahiplerinin insanlara layık ve yeterli gördüğü haklar ve özgürlük değil “evrensel insan hakları” tarafından çizilen sınırlar içinde tam bir özgürlüğe sahip olmasıdır.

Din özgürlüğü unsurunu yitirmesi halinde laiklik, laiklik olmaktan çıkar. Toplumsal barışın aracı olmaktan uzaklaşır, ceberut bir azınlığın topluma tahakkümünün aracı ve gerekçesi olur. Bütün istikrarlı demokrasilerde ister laiklik ilkesi yoluyla olsun ister laikliğe başvurmadan olsun din özgürlüğü tanınır ve korunur.

Laik demokratik bir ülkede siyasî ve hukukî sistem nasıl ki din kuralları üzerine kurulamazsa toplumu dinden arındırma esası üzerine de kurulamaz. Türkiye, Cezayir, Tunus gibi laik ülkelerde ortaya çıkan din özgürlüğü problemlerinin kaynağı işte bu anlayıştır. Bu ülkelerde kamu otoritesi toplumu dinden arındırma veya dinî otorite sahiplerinin tanımlayacağı bir alana sıkıştırma görevini üstlenmektedir. Daha doğrusu kendi kendine böyle bir görev biçmekte, böyle bir misyon vermektedir. Bu yüzden, özgürlüğün hamisi ve toplumsal barışın çerçevesi olması gereken laiklik ilkesi, iktidar elitleriyle toplum arasında bir tahakküm ilişkisine ve devlet iktidarının toplumun dindar kesimlerine savaş açmasına dönüşmektedir.

Din özgürlüğünü esas alan bir laiklik, gerçek ve doğru anlamda laikliktir. Bu sayede toplumsal çeşitliliğin unsurları barış içinde bir arada barınabilir ve dinî ve ladinî hayat tarzları bir rekabet içinde yaşar. Bu rekabet hem bireysel özgürlük alanını genişletir hem de medenîleşmenin ve iktisadî ve sosyal alanda gelişmenin yolunu açar.

Buna karşılık, devlet zoruyla vatandaşları dinden uzaklaştırma veya dinî inanç ve pratikleri kendince biçimlendirme, keyfî biçimde sınırlandırma çabaları toplumsal barışı berhava eder; toplum kesimlerini birbirine karşı kışkırtır; barışçı rekabeti değil yıkıcı soğuk savaşı ve düşük şiddetli çatışmayı besler.

Türkiye`de din özgürlüğü anayasada güvence altına alınmış olmasına rağmen, din özgürlüğüne uygun bir yasal ve kurumsal çerçeveye sahip bulunmamaktayız. Din özgürlüğü kendi başına bir değer olarak ifade edilmemekte, çoğu kimse sadece ona dudak ucuyla değinmektedir.

Devletin resmi dininin olmaması gerektiği gibi, resmi bir ideolojisinin de olmaması din özgürlüğünün bir gereğidir. Din özgürlüğü, dinî alanın bireyin ihtiyaç, arzu ve ideallerine uygun olarak özgürce oluşturulmasını gerektirmektedir.

Laiklik yorumu yapılırken “bireyin ihtiyaçları” yerine, “bürokratik ideolojinin ihtiyaçları” çerçevesinde dinî alana yaklaştığımızda sorunlu sonuçlara varacağımız aşikardır.

Devletin tayin ettiği dinî ihtiyaçlar ile bireyin dinî ihtiyaçları aynı şey değildirler. Bireyin, devletin sınırlarını çizdiği dinî alanla tatmin olması gerektiği şeklindeki anlayış, din özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır. Devletin görevi, dinî alana müdahale ederek onu şekillendirmeye çalışmak değil, bireyin ve toplum kesimlerinin gelişen dinî ihtiyaçlarına cevap verecek uygun yasal ve sosyal ortamı hazırlamaktır.

Din özgürlüğü bağlamında, devletin dinle ilişkisinin niteliğini anlamak için şu sorunun gündeme getirilmesi önemlidir: Devlet, dinî inançları tanımalı mıdır yoksa tanımlamalı mıdır?

Türkiye örneğine baktığımızda, devletin inanç gruplarını kendi dini kimlikleriyle “tanıma” yerine onları “tanımlama” yoluna gittiği görülmektedir. Türkiye`deki dinî gruplar, kendi dinî kimlikleriyle örgütlenemediklerinden dolayı, çoğu zaman kendilerini gizlemekte, faaliyetlerini kurdukları vakıf ya da kültür merkezleri aracılığıyla yürütmektedirler.

Din özgürlüğünün esas amacı, bireye kendi dinini, yaşam tarzını, felsefi inancını ya da ahlak sistemini seçme, yaşama, geliştirme ve yaygınlaştırmasına olanak vermektir. Bugün Türkiye`deki din alanı, din özgürlüğünün bir ürünü değildir. Devletin din kurumları, dini alanı çepeçevre sarmış bulunmaktadır. Anayasal kurumların gölgesinde vesayetçi demokrasi işletilmeye çalışıldığı gibi devletin din kurumları sayesinde de vesayetçi dindarlık üretilmeye çalışılmaktadır. Bu çepeçevre kuşatılmışlık altında bireyin, özerk ve özgür olarak dini tecrübe etmesi mümkün değildir. Devlet, bürokratik dini kurumlar eliyle kendi dinî alanını yaratmaktadır. Ortaya çıkan durum, bireyin özgür dinî tecrübesi değil, devletin sınırlı ve yapay bir din alanıdır.

Din özgürlüğünün temel amacı, din alanının bireysel, özgür, çoğulcu ve sivil niteliklerinin korunmasıdır. Türkiye`de dinî alanın manzarası, bu niteliklerden çok uzak olup, bürokratik, kolektivist ve tekçi bir mahiyet arz etmektedir.

Din gibi bireysel ve toplumsal nitelikli bir alanda, doğal olarak bireyin ve toplumun belirleyici olması beklenir. Ancak Türkiye`de, din alanında belirleyici olan birey ve toplum değil, devlettir. Devletin, dinî hayata hakim aktör olması, din özgürlüğünün fiilen ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Oysa inanç alanını, devletin müdahalesine karşı korumak, din özgürlüğünün birincil amacıdır. İnancın devletleşmesi, hiçbir şekilde din özgürlüğüyle birlikte düşünülemez.

Türkiye`de devlet, din işlerini kendi bürokratik kurumlarıyla tamamen kontrolüne almış bulunmaktadır.Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü, devletin iki büyük din kurumudurlar.

Bu iki kurumun faaliyetlerine dikkat çeken söz konusu rapor, dine devletin hakim olmasının özgürlük ve çoğulculuk açısından doğuracağı sakıncaları gündeme getirmiş bulunmaktadır. Devletin din kurumları, dinî hayatı yönettiği ve kontrol sürece, dinî hayatın sivilleşmesi ve özgürleşmesi uzak bir hayal olarak kalacaktır.

Dini/muhafazakar değerlere saygılı ve bu değerleri önemseyen bir parti olarak AKP’nin %47 oy alarak iktidara gelmesine, aynı çizgideki kurucu mensubunu Cumhurbaşkanı seçmesine karşılık 8 yıllık iktidarları boyunca istemelerine ve teşebbüslerine rağmen “din ve vicdan özgürlüğü “ alanında atmaya çalıştıkları her adımı geri almak zorunda kalması bu konunun en garip yönü değil mi?

Umarız yeni Anayasamız din özgürlüğü alanındaki kısıtlamaları kaldıracak ilkeleri açık biçimde koyar.

Umarız ki laiklik evrensel anlamında yorumlanmaya başlanır...

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..